bugün

entry'ler (2576)

wilder mind

güzel adamlardan oluşan güzel grup mumford and sons'ın yeni albümü.. attım mediamonkey'e, başladım dinlemeye.. 3. parçadayım henüz, daha sonra gerekirse editlerim ama şimdilik bir kaç fikir belirteyim..

bir kere eski mumford and sons albümlerindeki etkiyi beklemeyin.. değişik çalışmışlar, farklı bir şey denemek istemişler ve kendilerini tekrar etmeme adına girdikleri bu çaba takdire şayan bence..

önceki albümlerde kullandıkları kalbimizin bam teline dokunan banjo yok.. gitar ve özellikle bas ağırlıklı bir albüm olmuş.. çok tuşeli olmasa da davul dokunuşları da sık sık duyduğumuz başka bir şey.. şahsen, yukarda da belirttiğim gibi farklı bir çalışma olmasına rağmen beğendiğimi söyleyebilirim..

smashing pumpkins sevenlerin bu albümden hoşlanmaları çok büyük olasılık.. dinleyin, pişman olmazsınız.. önerebileceğim parçalar;

believe
hot gates
the wolf
tompkin square park

edit: albümün en iyisi açık ara just smoke.. dinleyin..

sokak kedileri

insan denen yaratığın ne denli tehlikeli ve iğrenç bir yaratık olduğunu dün bir kez daha gözüme gözüme sokan canlı..

işsiz olduğum için evin tüm angaryalarını gönüllü olarak üstleniyorum.. çöpleri döküyorum, zamanı gelen faturaları yatırıyorum.. dün de zamanı gelen elektrik faturasını yatırmak için şirinyer'e uzandım.. faturayı ödedim, sarsak sarsak yürüyerek eve dönüyorum, hipodromun ön kapısında kara, aksak bir kedi.. topallaya topallaya yolun karşısına geçmeye uğraşıyor.. mesafe biraz uzak olduğu için net seçemedim ama yolun yarısına ulaşınca anladım; sol arka ayağı yaralanmış.. güç bela yolu tamamlamak üzereyken bir dolmuş yaklaştı, el ettim şoföre, durdu, kedinin geçişini birlikte izledik.. yavaş yavaş, süzüle süzüle bir arabanın altına girdi, nefeslenmeye başladı.. yaklaşınca ayağının halini gördüm, içim çekildi.. sol arka ayağı paramparça olmuş, deri denen bir şey kalmamış, tırnakları dökülmüş ve üzerindeki kan kurumuş artık.. belli yeni bir olay değil, hayvan birkaç gündür o halde..

donakalmış bir vaziyette ne yapacağımı düşünürken arkamda iki tane genç adam gördüm.. birisi "abi onu bi veterinere götürmek lazım, berbat olmuş ya.." dedi.. "var mı dedim araç? götürelim hayvanı baksınlar.." "abi ben atçıyım, bursa'ya at götürcem, yarış var yarın, hemen yola çıkmam lazım.." dedi, uzaklaştı.. diğeri ve sonradan bize katılan bir kadınla ve yaralı kediyle baş başa kaldık.. ne yapalım ne edelim derken benim aklıma hayvan ambulansları geldi.. netten taradım, buldum numarasını, aradım, bir kadın açtı.. anlattım durumu, kadın cevaben "ambulans akşam saat 5'ten sonra beyfendi.." dedi.. saat 1 suları o esnada.. "saat 5'e kadar dayanamaz yalnız bu hayvan, bu halde mi bırakalım?" dedim.. "veterineri arayın, yardımcı olsunlar.." dedi.. verdi buca veteriner numarasını, aradım, durumu izah ettim, neyse yaklaşık 45 dakika sonra gelip aldılar kediyi.. "bizlik bir şey var mı?" diye sordum.. niyetim kediyle gidip ne olacağına bakmak.. görevli "sizin gelmenize gerek yok, telefonla haber alabilirsiniz.." dedi.. verdik kediyi görevliye, ardından bakakaldık..

kediyi götürdükleri veteriner evime uzak ama gidip kediye bakmak istiyorum.. eğer izin verirlerse mahalleme getirmelerini sağlamayı düşünüyorum.. zaten halihazırda 8-10 sokak kedisini besliyorum, o da onların yanında yaşasın.. en azından insan denen yaratıktan olabildiğince uzak olur.. gene insanların içinde olur ama nispeten güzel insanların..

o ayağının hali, gözlerindeki sönmüş ışığı, kendini korumak için çıkardığı yarım yamalak sesi, uzattığım elimden kaçmaya çalışırkenki telaşı gecenin bu saatinde gözlerimin önünde hala.. umarım en kısa zamanda sağlığına kavuşur.. ayağını bir daha kullanamaz belki ama canı yerinde olur.. bu da bir şeydir..

o hayvanı o halde bırakıp gidene söyleyecek bir şeyim yok.. onu tanımlayacak sıfat, ona edilecek küfür yoktur sanırım literatürde.. allahından bulursun umarım..

16 nisan 2015 fenerbahçe ülker maccabi maçı

ülker'in 15 sayı farkla kazandığı maç.. ilgilenen arkadaşlara duyurulur..

16 nisan 2015 fenerbahçe ülker maccabi maçı

71-57 ülker üstünlüğüyle devam eden maç..

siz yazmadan ben yazayım kardeşler..

fenerbahçe ülker

şu günlerdeki takım, fenerbahçe tarihinin belki de en içe sinen, en sevilen, en bizden olan takımı..

içinde emre yok, volkan yok, emenike yok, aziz yıldırım'ın elleri en uzak mesafede.. umutla, arzuyla, şevkle, sevgiyle sarılmalıyız bu güzel takıma..

bir de unutmadan, vesely; çıkar da gölgesinde rakı içelim be kardeşim?

sözlük yazarlarının itirafları

uzun zamandır şuna inanıyorum; mutlu olmanın ilk ve tek yolu artık hiçbir zaman mutlu olamayacağının farkına varmaktır..

hayattaki ilk hayal kırıklığımı haksız yere kazanılan bir penaltının golle sonuçlanmasıyla yaşadım.. allah vardı, penaltı haksızdı, gol olmaması gerekiyordu.. futbolcu topa doğru geldi, vuruşu yaptı, kaleciyi ve topu ayrı ayrı köşelere yolladı.. allah hala var ve ben ona hala inanıyorum ama artık beni görme ve fark etme konusunda çok da aceleci davranmadığını düşünüyorum.. olsun, vardır bir bildiği..

korkağım.. çok hem de.. hayatta karşılaşabileceğiniz en korkak adamım.. hem somut hem de soyut anlamda.. muhabbet kuşundan, kediden, köpekten, yüksekten, denizden... aklınıza gelebilecek en marjinal ve "yok artık!" tepkisi verebileceğiniz şeylerden bile korkarım.. mizaç işte.. değişmiyor.. hem insanlar değişmez zaten.. gregory house öyle dememiş miydi?

çok sorunum var.. çok hatam ama belki de en göze çarpanı zamanlama problemim.. geç kalıyorum.. hemen hemen her şeye geç kalıyorum.. yapmam gereken şeyler için, bulunmak zorunda olduğum yerler için, insanlar için, kendim için, hayaller için, rüyalar için.. her bir şey için geç kalıyorum..

4 sene üniversite sınavına girdim, 4. seferde kazanabildim.. 25 yaşından sonra kitap okumaya başladım.. 30 yaşından sonra sokak kedilerinin varlığını idrak edebildim ve onlar için mama almaya, onlara yuva yapmaya, onları korumaya yeltenebildim.. müzikten anlamak için çok geç kaldım.. ha şimdi bile dinlediğim şeyler kime göre doğru, neye göre doğru tartışılır ama en azından kendim için doğru olan müziği bulmak için çok geç kalmıştım.. sinemaya ona keza.. üniversite yıllarımda, 25 yaşındayken film arşivi oluşturmaya karar vermiştim.. şimdi binlerce filmim var bu gene de kendime kızma hakkımı elimden almaz..

hayatta hiçbir zaman "sensiz yaşayamam, lütfen beni bırakma!" insanı olamadım.. fena adam değilimdir.. yaşlandım tabi biraz ama elim yüzüm gene de düzgün hamdolsun.. yüzüne bakılmayacak adam değilim ama gene de bir insanın yaşamının merkez noktası olamadım.. mantıklı bakarsak olmak da istemem aslında zira bu çok büyük bir yük ve ben o kadar da güçlü bir insan değilim..

hep terk edildim, hiç terk edemedim.. * tam yapacak gibi oldum ama yapamadım.. her daim o zamanlarki kız arkadaşlarımın gözleri geldi gözümün önüne, hiçbirinden ayrılamadım.. evet, bence bir kadının en güzel yeri, sizi sevmese bile severmiş gibi bakan gözleridir..

allah'a hala inanıyorum dedim.. zoruna gitmesin ama ben yaptığım her iyilikten sonra bir şeyler olmasını bekliyorum.. sokaktaki kedileri beslediğim için, hastaneye gitmek zorunda olan halama yardım ettiğim için, küçük kuzenlerin ingilizce derslerinde onlara destek olduğum için... bunların karşılığında allah'ın beni de görmesini istiyorum.. işsizim mesela.. tüm bu yaptığım iyilikler için bana bir iş verse? yeterince adil olmaz mı?

"iyilik karşılık beklemeden yapılır, karşılık beklenirse iyilik olmaz!" diyebilirsiniz.. geceleri başınızı yastığa koymadan önce ettiğiniz dualarda bile karşılık aramıyor musunuz? dinlediğiniz şarkılarda, okuduğunuz kitaplarda, yürüdüğünüz yollarda, uyuduğunuz uykularda bile karşılık aramıyor musunuz? benimki de o hesap işte..

belki bir gün karşılık bulunur.. kısmet bu işler..

cristian tello

bu arkadaşın bir de buddy'si vardı isaac cuenca isminde.. hep la masia ürünleri.. gidip krasic'i alacağına al bunlardan üç beş tane, illa ki biri tutar..

tanım: iyi topçu..

yazarların uyuduğu en ilginç yerler

askerdeyken garajlarda tutulan nöbetler esnasında içinde silahların bulunduğu sandıkların üzeri..

hayatımda uyuduğum en tatlı uykulardı..

hayata dair iç burkan detaylar

nasıl ki inönü stadını bilenler deniz tarafındaki kaleyi biliyorsa, izmir'i bilinler de yeşilyurt devlet hastanesini bilirler..

dün ordan şirinyer'deki evime dönerken bir minibüse bindim.. neyse taktım kulaklığı, gren, sakin artık ne denk gelirse dinliyorum.. minibüs biraz yürüdü yürümedi, iki tane çocuk koşarak atladılar minibüsün içine.. biner binmez gelip camın önüne konuşlandılar, başlarını hemen dışarı çevirdiler, orda yokmuş numarası yapıp kamufle olacaklar akıllarınca.. arada şoförü de kesiyorlar falan acaba bakıyor mu diye.. biraz yol aldık, anladım bunların parası yok, para vermeden bindikleri fark edilene dek gidebildikleri yere kadar gitmek niyetindeler.. biri 10, biri 12 yaşları civarı.. büyük olanı dürttüm omzundan, "nerde inceksiniz?" dedim, yarım yamalak bir türkçeyle "buca var ya, şirinyer, orda.." dedi.. "paranız var mı?" dedim, "yok!" dedi, şoförü göstererek "ya atarsa sizi aşağıya?" dedim, gülümsedi sadece.. ardından da başını masumane bir şekilde yana eğdi.. çocukların her halleri masumdur ama o an daha bir masum göründüler bana ya da ben öyle görmek istedim..

çıkardım 20 lira para verdim, "al bunu, ikinizin parasını ver, üstünü de bana getir.." dedim.. aynen yaptı dediğimi, paranın üstünü bana verirken gene yarım yamalak "sağol abi.." dedi.. geçip boş bir ikili koltuğa oturdular.. devlet kurtarmaya çalışan emre kongar - mehmet barlas gibi muazzam bir sohbete giriştiler.. yaşlı teyzeler, amcalar biniyor ama bunların umru değil.. tamamen kendi alemlerindeler.. yol paralarını da verdiler, oturmak hakları.. üzerlerinden yük kalktı, hafiflemiş bir şekilde devam ettiler kendilerinden başka kimseyi takmadan, düşünmeden.. inene kadar onları izledim, sonra indim, girdim bir kafeye, bir kahve içtim, onları düşündüm..

en başta kendim olmak üzere insanları hiç sevmem, haklarında çok hoş şeyler düşünmüyorum ama çocuk denen şeye hayranlık besliyorum.. bence dünyayı çocuk kurtaracak.. biliyorum paradokslar denizlerinde yüzüyorum, bundan da çok memnunum ve ayrıca ben yüzme de bilmem.. evet, izmirli olmama rağmen..

bu para verme olayını da "güzel kızlar eqlesin! ehi ehi.." diye anlatmadım, güzel kızlar falan hiç umurumda değil zira.. ben artık hayatta mutlu olunabileceğine inanmıyorum.. ne yaparsan yap, ne işle meşgul olursan ol mutlu olamayacaksın bence.. o yüzden kendini daha az mutsuz hissettiren şeylerle ilgilen.. ben öyle davranıyorum.. kendimi daha az mutsuz hissettirdiği için sokak kedilerini besliyorum, çocuk sevindiriyorum.. işe yarıyor, tavsiye ederim..

bu da kendime bir mektup olsun.. canım sıkıldıkça açar okurum..

iş ilanlarında aranılan en uçuk istekler

"lise mezunu, çok iyi derecede almanca bilen..."

arkadaşlar şaka yapıyor sanırım.. lise mezunu bir insanın çok iyi derecede almanca bilmesi için heidi klum'la falan yatması gerekir..

sabah sabah dinlenecek şarkılar

mountain sound - of monster and men..

hayata dair iç burkan detaylar

30 yaşına varana dek sokak hayvanlarının farkında olmamak, onlar için bir şey yapmamak..

yeterince iç burkan bir detay bence..

sokak kedileri

temmuz ayında askerden döndüm.. o zamandan beri iş arıyorum.. "sabret bulursun.." cümleleri zamanla "hmm, daha yok mu bi şey ya?" cümlelerine evrildi.. durum boktan yani kısacası.. bu boktan durumun etkisini azaltmak için ne yapılabilir diye düşünürken tanıştım sokak kedileriyle aslında.. hayatım kafka, murakami okumak, iskandinav filmleri izlemekten ibaret olduğu için yeni şeyler aramaya ittim bünyemi ve sokak kedileriyle ilişkimiz başladı..

kasım ya da aralık ayıydı sanırım, izmir'de havalar dehşet soğuk.. bi tane sokak kedisi, o soğuklardan korunmak için bizim evin camına gelmiş, oturmuş.. camın olduğu yerde doğalgaz peteği var.. sanırım az da olsa sıcaklık geliyor ve ısınmaya çalışıyor.. içim cız etti o anda.. dolaptan peynir aldım, dışarı çıkıp verdim buna.. soluksuz yedi.. böylece -ismi çiğdem- bu güzel hanımefendiyle münasebetimiz başlamış oldu..

o günden sonra mütemadiyen kapıya gelmeye başladı.. sanırım evvelinde ev kedisiydi çünkü insana çok alışkın. korkmak, kaçmak kesinlikle yok.. düzenli bir şekilde peynir verme ve yeme seanslarımız devam ediyordu bu arada.. derken benim için çok önem arz eden birine anlattım durumu.. kendisi kedileri çok sever.. "onur, migros'ta mamalar var, fiyatı da uygun, alayım sen verirsin kediye.." dedi.. peynir seansımız mama seansına dönüştü böylece.. ama nüfus günden güne artmakta.. başka başka kediler gelip peynir istiyor, camın önüne çıkıp ısınmaya çalışıyorlar falan.. derken derken sokak kedileriyle bir şekilde bir bağ kurmayı başardım..

kış ayları tabi havalar hala soğuk gidiyor, dedim bu böyle olmayacak.. donuyor hayvanlar.. twitter'da falan kediler için yuva yapan insanlar görüyordum.. yüksek mühendis değilim belki ama iki tane yuvayı da yapabilirim herhalde diye düşündüm, mahalledeki süpermarketten 3 tane koli, büyük boy çöp poşeti, koli bandı aldım ve işe koyuldum.. 1 saatte nüfusu artan sokak kedilerim için 3 tane yuva yapmıştım bile..

çok uzatıp kafa şişirmek de istemiyorum.. o buz gibi soğuk günlerden bugünlere 5 yuva, 8-9 kedi, mama ve su kapları eşliğinde mutlu mesut geldik.. ama bu yaramazlarla ufak bir sorunumuz var; yaptığım yuvalara girmiyorlar.. onlar için o kadar uğraş, didin, ama onlar mis gibi yuva varken gidip araba altında falan uyusunlar.. boşuna kediler canları ne isterse onu yapar, kendinizi yormayın dememişler..

şimdi her sabah kapıyı açtığımda en az 4 tanesini kapının önünde buluyorum, geceleri yatmadan evvel mamalarını mama kaplarına koyuyorum, sularını tazeliyorum.. içlerinden biri hamile, onunla birlikte ben de yavruları bekliyorum.. işsiz olduğum için param da yok, annemden, babamdan arada çalıp çırpıp çocuklarıma mama alıyorum.. hayatım artık kafka, murakami, dostoyevski, iskandinav sineması ve sokak kedileri ekseninde dönüyor.. arkadaş kavramım yok, işsizim, yalnızım, mutsuzum ama sokak kedilerim var.. hiçbir şeyin olmamasından yeğdir..

belki merak eden olur, kedilerimin isimleri;

çiğdem
anne
pırtık
küçük joe
uche
høgh
toraman
paspas
yumuk

zeljko obradovic

türk insanının ve türk ergeninin ne kadar şanslı olduğunu gözler önüne seren dünyanın en iyi basketbol koçu..

elinize bir klavye alıyorsunuz, e az biraz yazmayı da bildiğiniz için bu adam hakkında ileri geri sallayıp durabiliyorsunuz.. teknoloji büyük nimet..

burda bu adamın aldığı kupaları, elde ettiği başarıları yazarak kalori harcamak istemiyorum.. sadece bu adam bu boktan memlekette olduğu için biraz sevinin.. hangi takımı tutarsanız tutun, bu adamın bu ülkede basketbol adına bir şeyler yapmasından haz ve keyif alın.. herhangi bir spor dalında hayatınızda karşılaşabileceğiniz en kariyerli insan bu.. bundan daha iyisi yok..

basketbolun mourinho'su diyorlar bir de.. hayır yanlış, olsa olsa mourinho futbolun obradovic'i olma yolundadır..

uludağ sözlük denince akla gelenler

(bkz: ergenler)

8 mart 2015 fenerbahçe galatasaray maçı

30 yıldır kupa alamayan fenerbahçe'nin paralel evren takımı olduğunu anlamamızı sağlayan maçtır..

yanlış hatırlamıyorsam fenerbahçe en son 2013 yılında türkiye kupasını aldı..

edit: gülmekten vakit bulamayan arkadaşlara da şöyle bir güzellik yapayım.. http://tr.wikipedia.org/w.../T%C3%BCrkiye_Kupas%C4%B1

the head and the heart

(bkz: homecoming heroes)

irem derici nin üniversitelilere hakaret etmesi

(bkz: irem derici kim bozuyükspor da mı oynuyor)

diego simeone

sevincini paylaştığı top toplayıcı çocuk öz be öz oğludur..

ali ece

mevcut futbol ikliminde bulunabilecek belki de en iyi adam.. yazdıkları da, söyledikleri de takdire şayandır.. lakin çok fazla biliyor, bildiğini paylaşma ihtiyacı duyuyor, zaman zaman bunu yerli yersiz yaptığı için de dışarıdan bakıldığında lümpen gibi görünebiliyor..

adam bir futbol örneğini delay'le, wah pedalıyla falan bağdaştıran bir adam.. değerini bilelim bence..