bugün

entry'ler (26)

blaise pascal

çileci bir düşünür. zarif ve inanılmaz bir tevekkül içeren ilahi aşkıyla sarhoş olmuş, bilimi bir kenara bırakmış ve kişisel kurtuluşun felsefesini yapmıştır.

genç yaşında ölümüne dek ağır fiziksel acılar çekmiş ama yine de 'sen incitmezsin' demiştir tanrıya.

akıntı adaları

orjinal adı ıslands in the stream olan ernest hemingway' ın romanı.
türkçeye akıntı adaları olarak çevrildi. çeviriyi mehmet harmancı yapmış.

--spoiler--

thomas hudson adındaki bir ressamın yaşamını ve onunla ilgili olarak deniz, hayat, savaş, ölüm, dostluk, sanat vs... gibi konuların anlatılışı.

burada papa'nın kedilere olan aşkını görüyoruz.
romanda roger adlı bir tip de hemingway ın kendisidir.

ressam, değişik kadınlardan olma oğullarıyla bir kaç haftalık bir tatil geçirir. sonra onlar gidince onları aslında sevdiğini anlar

sonra iki oğlu bir trafik kazasında ölür.
hudson un ilk tepkisi tuhaf ve sarsıcıdır: davy' nin ( oğlu ) direksiyonda olmadığına emimin.
işte bunu konuşur uzun uzun...

sonra bir gemiyle avrupa ya gider.

'...gemide acısıyla bir arada yaşayabileceğini umuyordu; henüz bilmiyordu acıyla bir arada yaşanamayacağını...'

iyi kitaptır.

ernest hemingway

hemingway en sevdiğim bir kaç yazardan biri.

iyi bir adam değil mesela, çoğumuz gibi kötü biri ama burada onun yazarlığını konuşuyoruz.

yaptığı şey neydi papa'nın?

ağır ve edebi ingilizce'nin saltanatına son vermek...
kitabi değil yaşayan bir dili kullanmak ve bunu olabildiği kadar yalın ve kuru yapmak.

hemingway, okuru bir salak yerine koymaz, hatta mümkünse ondan zeka dolu bir kalp bekler
bak oğlum, ben anlatıyorum gerisini sen tamamla, işte budur onun yaptığı.

bana öyle geliyor ki hemingway erkeklerin dünyasını yazdı ve erkekler için yazdı.

mesela akıntı adaları öyledir. pek ünlü de olmayan bu eseri bana göre en iyi kitaplarının başında gelir

tuhaftır, bunca kitap okuyoruz ve sonunda unutuyoruz onları.
peki mesela ihtiyar adam ve deniz kitabını niçin unutmuyor insan, en azından benim için öyle.

o ihtiyarı, harika kılıç balığını ve aşağılık köpek balıklarını, ihtiyarın rüyalarında aslanları görmesini...

ya da klimanjaro'nun karlarını. orada ölümü bekleyen adamın düşündüklerini:

'...aslında yalan uydurmuyordu, sadece açıklayacak bir gerçek kalmamıştı. hayatını yaşamış ve hayat sona ermişti...'

kendi hayatının da sonunu böyle düşünmüş olmalı. tedaviler onun için tanrı ölçüsünde büyük olan belleğini mahvedince ölümden öte çıkış yolu bulamadı papa.

o, boğaları güzel anlatırdı.
savaşı, kadınları, denizi ve erkekleri de.

yaşadı yazdı ve buna bir son verdi

yalçın küçük

son derece velud bir yazar. haftada bir kitap çıkarabilir.

tuhaf bir türkçe ile yazar. bu tuhaf türkçe pkk militanlarının dili haline gelmiştir. kesinlik bildiren kısa cümleler kullanır. gereksiz ve aptalca tekrarlar yapar.

aslında cümleleri türkçe nin yapısına uymaz.

kitapları, tezleri çok fazla olsa da bunları temellendirirken çok ciddi hatalar yapar. kendisi sosyalisttir, bu fikri sabitidir, başka bir açı, başka bir görüş onun umurunda değildir.

aslında yalçın küçük sabit fikirlik olmak durumuna en iyi örnek gösterilebilir.
onda her şey bir tür saplantıya dönüşür. son zamanlarda sabetayistlerle kafayı bozmuştur.

küçük, sosyalist bir örgüt gördüğü için bir zamanlar pkk'yı da desteklemiştir.
islamcılar onun kitaplarını cumhuriyet ve atatürk'e küfretmek için okumuştur yıllardır.
onu, cephanelik olarak kullanmışlardır.

turgut özakman küçük'ün cumhuriyet ve atatürk hakkındaki saçma sapan tezlerine karşı hayli hacimli bir kitapla cevap vermiş ve onu çürütmüştür.

duçar olduğu devasa ego, yalçın küçük'te aklı devre dışı bırakmıştır.

ne mutlu eşitim diyene

efendim dilbilgisinde iç içe cümle ( kaynaşık cümle) denilen bir tür cümle çeşididir.
şimdi moda olan sözler kervanına katılmaya aday bir sözdür bu.

gündeme yakışır, bütün o pespaye barış söylemine uygundur. lakin ne mutlu türküm diyene demeye devam edecekler de unutulmamalıdır.

şunu da eklemeden edemeyeceğim:

ulan yıllardır türk olduğumu hiç umursamadan yaşamışım. meğer ne çok ayrıcalığım (!)varmış. meğer herkesten üstünmüşüm(!)

meğer patronmuşum(!)

meğer ayrıcalıklıymışım(!)

şimdiyse 'eşit' olduk 'ötekilerle'

bir kızla sadece sarılıp uyumanın saçmalığı

ılıklık alametidir vesselam.

otobüste yer isteyen moruğu dövmek

yeterli görmedğim eylemdir.

sanki yaşlı bir osuruk olmayı bir ayrıcalıkmış gibi görürler. nasıl da huysuzdurlar. suratları bok koklamış gibi büzülür.
tahmin edileceği üzere bunlar zaten gençliklerinde de aynı dallamaydılar.
sağlam bir odunla yumuşatıldıktan sonra otobüsten atılabilirler pekala...

gelmiş geçmiş en iyi savaş filmi

'en' olması tartışılabilir lakin fikrimce terrence mallic'in 'ince kırmızı hat' filmidir.

filmin bi yerinde, bize bu kötülüğü kim yapıyor, diye bir laf edilir, işte o an bitersiniz. her şeydeki saçmalığı anlarsınız.

apartmana yayılan yemek kokusu

bizim, biz türklerin ne yazık ki hala gerçek bir şehrimizin olmadığını gösteren somut veridir.
tayyip erdoğan gibi bir köylünün - sosyolojik anlamda- yönettiği bir ülkede apartmanlar yemek kokar. normaldir ve elbette iğrenç...

bilge kağan

türklerin atalarından biridir. bilgedir ve de kağandır.

lakin ondan kalkıp tayyip erdoğan'a gelindiyse türklerin artık ne bilgesi ne de kağanı kalmıştır, diye karamsar bir yorum yapılabilir...

hayvanseverlerin insan sevmemesi

bir yerde normal olduğuna inandığım durumdur

hayvanlar doğaldır, başka türlü olmak ellerinden gelmez, bu halleriyle de güzeldirler.
demin belgeselde kurtları gördüm, bana verdikleri duygu nedir biliyor musunuz: onların tanrısal olduğunu düşündüm.
sonra buffalolar, flamingolar... harikaydılar.

kutup ayısı sadece kurup ayısıdır, bunun dışında elinden bir şey gelmez.

oysa homo sapiens denen varlık kötüdür arkadaş. kötülük onda ağır basar. doğal değildir o, genellikle kudurmuş bir yapısı vardır.

bir köpeğin yapacağı kötülüklerin bir limiti vardır mesela.

ama homo sapiens denen varoluşun sonsuz ve sınırsız bir kötülük yapabilme imkanı vardır her zaman.

analar ağlamasın diye memleketin anasını becermek

doğru olan tespittir.

meseleleri böyle ağlak ve duygusal bir tonda tartışıyorsanız zaten acziyet içinde olduğunuzu itiraf etmişsinizdir.

bu elbette siyaset erkinin bir tür halkla ilişkiler tutumudur; amaç halktaki tepkiyi en aza indirgeyip onu nötr duruma getirmektir.
bunu yaparken gelecek seçimler de hesaba katılır.

peki bugüne dek ağlayan anaların hukuku ve hakkı ne olacaktır.
bu güne dek terör yüzünden sakat kalan ve hayatlarını kaybeden insanların yakınlarına ne diyeceksiniz.

ölen öldü geleceğe bakalım mı diyeceksiniz?

peki şimdi alınan karaların gelecekte nasıl sonuçlar doğuracağı hakkında, analar ağlamasın retoriğini kullanan insanların geçerli kaygıları var mıdır.

ne diyecekler?

uzun vadede ölmüş mü olacağı diyecekler.

refik halit karay

cumhuriyet dönemi yazarı.

soyadının ne soyadı yasasını protesto etmek ne de komiklik yapmak için seçmiştir.

sanırım karaim yahudilerinden geldiği için bu adı almıştır. 'karaim sözcüğünü imla olarak yanlış yazmış olabilirim ama diğer seçenek çetin altan'ın yavşaklığıdır bana kalırsa.'

milli mücadele yıllarında yazdığı muhalif yazılardan dolayı sonradan 'yüzellilikler' listesine girmiştir.
atatürk onun hakkında, 'adam bize muhalif yazıyor ama çok da iyi yazıyor.' demiştir. karay, bunu duyunca keşke hiç yazmasaydım, diye karşılık vermişrir.
atatürk daha sonraki yıllarda onun yurda dönebilceği konusunda yeşil ışık yaktıysa da, 'şimdi laf söz olur paşam...' makamında mazeret beyan etmişliği vardır.

refik halit karay türkçe'nin tartışmasız en iyi yazarlarındandır.
meşrutiyet dönemi yıllarını son derece güçlü bir betimlemeyle anılarında anlatmıştır.

küçük kasabalardaki insanları anlatmış, daha sonraki eserlerinde daha çok şehir hayatından söz etmiştir.

genellikle hedonist diyebileceğimiz bir tarzı vardır.
refik halit bir keyf adamıdır. ama dili de son derece keyiflidir.

mars

gezegenler arasında en maço olandır. mitolojide de zaten savaşın sembolüdür.

renginin de kızıl olması olaya noktayı koyar.

türkiye de yazılı olmayan kurallar

- ne kadar rezillik yaparsan yap rezil olmazsın.
- dün söylediğin şeyin önemi yoktur, bu gün ne söylediğindir aslolan.
- 'şuyu vukuundan beterdir' diye bir ata sözü başka dilde var mıdır bilmiyorum, ama türkiye'de olumsuz bir
olayın duyulup kamuoyunun gündemine gelmesi, olayın gerçekleşmesinden daha vahim algılanır.
- türkiye için yaşamını yitirdiğinde unutulanlar arasına katılırsın.
- güce ve iktidara geçici bir süre için tapmak kuraldır. güç yitiminde kullar eski mahallerine geri döner.
- islam dinin baskın bir otoritesi vardır. onu hesaba katmadan hiçbir şey yapamazsınız.
- yalnız yaşayan kadınlar genelde orospu olarak damgalanır.
- türkiye'nin bazı şehirlerinde ramazan ayında alenen yemek yiyemezsiniz.

akraba bağları

çelik halatlardan bile güçlü olan bağlardır.

ne kadar koparsanız veya öyle olduğunu sansanız da hayatınız boyunca bundan kurtuluş umudu yoktur.

elbette olumlu yönden de bakılabilir duruma. bir çok insan gündelik konuşmalarda arkasında klanı, aşireti olduğunu söylemekten bir tür gurur duyar.

bir aşirete, klana ve kalabalık bir aile efradına ait olma duygusu, modern hayatın sille tokat dövebileceği kişiye bir tür emniyet duygusu verebilir pekala.

ama yine de akrabalık bağları denilen şey bir tür örümcek ağı gibidir.
karmaşıktır ama zayıftır da...

ve ne garip en çok acıyı akrabaları çektirir insana,
yani genel durum budur en azından.

ama daha geniş bir perspektiften bakarsan daha olumlu sonuçlar da çıkabilir karşımıza.
cuma hutbelerinde imamlar bununla ilgili ayet okur; tanrı akrabaları koruyup kollamamız emreder.
akrabayı sadece dayımızın oğlu ya da dedemizin emmisinin kızı olarak değil belki bütün bir varlığı, bütün yaşam formlarını; yıldızlardan ağaçlara; gelinciklerden zürafalara kadar akraba olarak da görmek gerekir, kim bilir

cormac mccarthy

amerikan yazarıdır.

son derece yoğun bir dille yazar metinlerini
romanlarında william faulkner'in etkisi sezilir

türkçe'ye 'yol', 'o güzel atlar' ve 'ihtiyarlara yer yok' adlı romanları çevrilmiştir.

cormac mccarty romanlarında gerçek insanı anlatır.
dünyada var olan, mücadele eden, kan döken insanı.

şiddet hiçbir yazarda onun yaptığı kadar sert ve şiirsel bir havada anlatılmamıştır belki de.
silahları uzun uzun betimler

cümlelerinde nerdeyse sert metal sesini duyarsınız.

sinematografik bir anlatımı vardır ve mesela 'ihtiyarlar yer yok' bunu iyi kanıtlamıştır

'yol' gelmiş geçmiş en iyi çevreci roman olarak değerlendiriliyor.
kıyamet ertesindeki dünyanın durumunu betimler.

nükleer bir savaş olmuştur, dünya bir yangın yeridir artık.

bütün toplumsal bağlar çözülmüş ve acımasız bir hayatta kalma savaşı başlamıştır.

oğlu ile yola çıkan bir adamın hikayesidir bu.
aslında nereye gittikleri de belli değildir.
kırık dökük bir market arabasıyla yola düşerler.

yamyamlık, tecavüz ve her türlü anarşi kol gezmektedir.
kitabı okudukça gerçekten orada olduğunuzu hissedersiniz, yazar o havayı gerçek bir şekilde betimler.

gökyüzü mavi rengi bırakmıştır, hep kurşunidir
güneş adına bir parça gri ışıktan öte bir şey oktur.

son olarak şunu diyebilirim ki hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan bir mccarthy'nin 'yol' romanıdır.

'ihtiyarlara yer yok' da suç, adalet, insandaki nedensiz kan dökme isteği anlatılır.

romanın biri psikopat, biri yaşlı polis memuru ve bir diğeri de vietnam gazisi genç bir adam olmak üzere üç kahramanı vardır.

cormac mccarthy çok sıkı dialoglar yazabilen bir yazardır, bu nedenle de romanları kafadan sinemaya uygundur diyebiliriz.

'ihtiyarlara yer yok''ta şöyle bir cümle eder romanın kötü adamı: ' '...sabah uyandığında dünün önemli olmadığını düşünüyorsun ama dün aslında önemli olan tek şey...'

ölüm, yaşam, şiddet... işte, der gibidir cormac mccarthy, bir yazarın kullacağı taş budur.

o guzel atlar

orjinali ' (bkz: all the pretty horses)' olan türkçe'ye o güzel atlar olarak çevrilen bir (bkz: cormac mccarthy) kitabıdır

--spoiler--
On altı yaşında olan john grady adındaki bir delikanlının teksas ve meksika'daki hayatta kalma mücadelesini konu edinir.

dedesi -ki onu yetiştiren adamdır- yeni ölmüştür. babası savaştan dönmüş ve artık başka bir adam olmuştur.
annesiyse oyuncu bir kadındır ve babasını da bu yüzden terk edip gitmiştir. bu şartlarda yaşadığı çiftlikten ayrılan john grady meksika'ya gider. orada başından bir sürü olay geçer. jonh'un hayatı atlardır ama bu hayat tarzı artık değişmektedir, genç adam kaybedilen bu yaşam tarzının acısını hisseder.

arka planda her insan tekinin verdiği olağan yaşam serüvenini izleriz.

--spoiler--

iz bırakan kitap cümleleri

'...Gavin amca der ki insanın başından geçenlerin bilançosunu yapmak için fazla laf gerekli değildir; birisi bu bilançoyu dört kelimeyle yapmıştı: doğru, çekti ve öldü...'

william faulkner
knight gambit adlı kitabından

kaybedilen özgüveni geri kazanma yolları

- temiz ve iyi giyinin. illa parayla olacak bişey değil, rahat, temiz olun
- iyi kitaplar okuyun. ama iyi kitaplar, moda kitaplar değil. mesela dostoyevski okuyun, biraz felsefe, biraz sosyoloji okuyun, zahmete girin lan biraz
- ayakkabılarınız boyayın, temiz olsunlar, ciddi önemlidir bu da
- eve kapanıp kalmayın
- kimse senden üstün değil arkadaşım, bunu unutma, herles aynı bok, sen evde ne yapıyorsan o büyük şahıslar, o güzel kızlar da aynı, kimseyi gözünde büyütme
- içkiden uzak durun, onun verdiği öz güven balondur, çabuk söner.
- somurtkan olmak kadar berbat bir şey yoktur. asla bunu yapmayın.
- spor yapmak kesinlikle işe yarar. illa bir spor salonuna gitmek gerekmiyor. gidin bir parkta bir saat koşun, terleyin yani.
- bol bol yürüyün
- başarı kavramını gözünde asal büyütme, mezarlıklar onlarla dolu. kaldı ki bu dünyaya illa da bişeyleri başarmaya gelmedin oolum. rahat ol
- anayı babayı boşlama. onlarla daha çok konuş. dertlerine yardımcı olmaya çabala. hiçbir şey yapamıyorsun basit bir şey bul ve onları mutlu et
- cidden şunu söylemeliyim ki birini mutlu etmek kadar özgüveni parlatan başka bişey yoktur
- toz kadar da olsa eğer bir sorumluluğunuz varsa onu en iyi şekilde yap.
- büyük adamların genelde mutsuz olduğunu hatırla ve özgüne denen şeyi o kadar da sikine takma

- sadece kendin ol.
çapını anla. neysen osun. aynadaki lavuk tüm boktan taraflarıyla sensin. kendini sev dostum

- bukowski oku.