bugün

murathan mungan'ın nisan ayında çıkacak olan kitabı. kitaptan küçük bir alıntı:

"Kara akik, deniz kabukları, tuz ve zift satan; su mermeri, fildişi, abanoz taşıyan gemilerde çalışmıştı. Tahtaları yılların suyunu emip ağırlaşmış, manevra kabiliyetini çoktan yitirmiş eski, köhne gemilerde canını kaybetmek pahasına uzak ve derin sulara açılmışlığı vardı. Açık deniz gemicilerinden ne çok şey öğrendiğini düşünüyor şimdi. Gemicilerin bildiği hayat başka türlü bir hayattı. Bunu insan, karada, fırtınalı kış akşamlarının fener ışığıyla aydınlatılmış balıkçı kahvelerinde, yapacak bir şey bulamayan sefersiz kalmış denizcilerin can sıkıntısıyla anlattıklarından ya da denizi tükenmiş, sesi tarazlı, kocamış deniz adamlarının usandırıcı tekrarların eprittiği bir örnek hikâyelerinden öğrenemezdi. Karaya çıkan hikâyeler ölürlerdi. Balıklar gibi ölürlerdi. Suyun hikâyeleri suda yaşardı; kendileri çıksa, ruhları karaya çıkmazdı bu hikâyelerin. Orada kalırdı. Denizin ortasında. Karaya çıkanları geri çağırırlardı."
şiirsel anlatımı var ama şiir yok. çok güzel cümlelerle karşılaşabilirsiniz. sürükleyici değil ama kitabı bitirmek için çabalıyorsunuz. galiba şiir tadında okumak için olsa gerek. zaten tanıtımında hayatı şiir tadında yaşamak gerekiyor diyordu yazar. kapak tasarımını çok beğendim. fiyatını (30 tl) hiç beğenmedim. yazarın "elli parça" kitabını okuyup beğenenlere tavsiye ederim. diğerlerine etmiyorum. işinize bakın arkadaşlar.
murathan mungan'ın kalemine aşina olan, bir de hayatı şiir tadında yaşamayı tercih edenler için yürek açıcı bir kitap.

--spoiler--
Ölümün kendi rüyası var mıdır? Varsa rüyasını nasıl hatırlar?

Her tesadüfte elimizden kaçan dokunulabilir bir lütuf vardır, onu ancak daha sonra görebiliriz. Hatta kimi zaman çok daha sonra.

Bir insan en çok kendinden korkarken nereye kaçabilirdi ki?

Her konuşma çabam, her ağzımı açma gayretim kayıplarımı çoğaltıyor yalnızca; sesimi yoksullaştırıyor.

Uzak dediğin önce içinde birikir insanın, sonrası yalnızca yoldur.
--spoiler--
inanılmaz betimlemelerin olduğu, yoğun anlatımlı roman. şiir okur gibi roman okuma zevkini tattırır.

türk edebiyatı'nda kült bir kitap olacağı inancındayım, "şairin romanı"nın.
bu kitaba harcanan gözle görülür emek , okuyanı adeta sahibinin varoluşuna özel bir saygıya çağırıyor.
kitapla ilgili fikrimi yukarıdaki kitapdan alıntı yaptığım cümleyle anlatmak istedim.
murathan mungan'in yazmayi 15 yilda bitirdigi, onca karakteri 582 sayfaya sigdirmaya calistigi yeni kitabi.

ic ice gecmis hayatlarin, siir paydasinda kesisen yollari...

basinda vaadettiklerini, sonunda fazlasiyla veren bir kitap olmus. bariz belli, üzerinde onca emek sarfedildigi, günlerce süren kurgular yapildigi.

öyle cümleler var ki; sadece murathan yazabilirdi bunlari diyorsunuz ama yer yer derin felsefi icerikli konusmalardan ve betimlemelerden dolayi da ister istemez ilgi dagilmasi yasiyorsunuz.

--spoiler--
son 50-60 sayfasina gelince, sonunu tahmin edebiliyorsunuz zaten, ama yine de hakkinda ha bire senaryolar üretip durdum ben, onun icin belki de; sonu fazla basit kalmis gibi geldi bana. tik diye kesilmis gibi sanki, o kadar detaylara inerek anlatilan ruhsal betimlemelere inat.

cok cok sevdigim bölümler oldu, etkisinden uzun süre kurtulamadigim cümleler oldu ama hic gereksiz uzatilmis buldugum bölümler de oldu, geregi olmadigini düsündügüm kahramanlar da.

"biri zeytin dali esmeri, digeri basak sarisini..."

en cok moottah, tagan ve zeey'li bölümleri sevdim, belki biraz da serhanas'in etkisiyle. yolculugun baslangici da, bitisi de cok görkemli oldu.

"sana kalbimden bir mezar yaptim serhenas, senin uykunu uyuyorum yillardir... yerküre'de en güzel fisildanan ad seninki..."

kitapta tek bir kez kullanilan kelimenin ben de "muhtesem" oldugunu düsünüyorum.
--spoiler--
az önce bitirdiğim mükemmel roman. kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
"bazı insanlar yaşadıkları bir deneyim sonucu bir kerede büyür ve ondan sonra bir daha büyümezler."
şüphesi şairanedir. merak uyandırmaktadır.
son yıllarda okuduğum en iyi kitap. boru değil murathan mungan bu kitaba 15 yılını harcamış. ama değmiş. hem de ne değmek.
diyecek, yazacak çok şey var ama kirletir miyim diye ürküyorum.
susmak ve teşekkür etmek en iyisi.
etkilendiği tüm hikayeleri, sesleri, yüzleri, heceleri bir kenara yazıp biriktirmiş, sonra oturup rüyalarına, sanrılarına, inanmalarına, gerçek olsa mutlu olacaklarına katıp bir roman yazmış gibi. öyle bir roman. belki büyüdür. sorması da belki ondandır: " kelimelerden büyü yapılabildiğine göre, bazen öylesine söylenivermiş sözler, neden biz farkında olmadan büyü yerine geçip yazgımızı çiçeklendirmesin ki? "
lisedeki edebiyat hocalarımdan dolayı pek sevmediğim, hatta çoğunlukla romantik sıçmığı olarak düşündüğüm şiiri -ergenlik travmasıdır- bana az da olsa -sevdirmiş diyemem ama- benimsetmiş kitaptır ve okuduğum ilk `murathan mungan' eseridir.

------ bu cümleler hep "bana göre" içeriyor ve hafif spoilerimsi bi hava hakim --------

"bazı" felsefi konuşmalar, betimlemeler ve özellikle katilin konuştuğu bölümler beni fazlasıyla sıktı. şimdi "sen ne anlarsın" falan diyenler, doğrudur fularım yetmez belki eleştirmeye ama yazmadan yapamadım.

bu kitabın 15 yılda yazılmış olması iyi mi yoksa kötü etkilemiş mungan'ın ilham perilerini, ben bilemedim. bunca yıl yazılmaya uğraşılmış bi eserin fazlasıyla zorlama yerleri var gibi geldi bana, artık bu konsantrasyon eksikliğinden mi, "bitse de gitsek" havasından mı kaynaklanıyor, bilmem. hani mungan'ın da söylediği gibi bulunduğu coğrafyayı anlatmaya yönelik bazı araştırmaları olmuş evet -selçuklu mimarisi gibi- ve bu araştırmaların da "bakın ben çok okudum, gördüm, gezdim, şimdi de bunları size bayılana kadar anlatıcam, kurtulamazsınız." tarzı bi alıkoyma kesinlikle var.

evet, yerküre gezegeninden anakara'nın görüntüleri sanki bir filmden izlemişim gibi kalıcı sahneler bıraktı beynimde ama o kadar mimari betimlemeye, doğa tasvirlerine girmeye de gerek var mıydı, yoksa akılda yer etmenin, bu kadar ayrıntı vermekle olabileceğinden dolayı böyle olması mı gerekiyordu, ben bilemedim.

bana göre ağır bi kitap olduğu halde okumamı kolaylaştıran olaylardan biri yeni bir dünya yaratılması. muhteşem bir hayal gücüyle, muhteşem unsurlar yaratılmış kesinlikle. ne gibi mi? hiçbir insanın gölgesine basmaya cesaret edemeyecekleri gölge kuşlarının kutsal gölgeleri, udbera'da herkesin sırrını toplayıp defterlere yazan cüce sırtoplayıcılar ve tereddüt köprüsü'nden geçerken bu sır dolu defterlerin kendiliğinden silinmesi, oradaki halkın unutma gücünü "kasreina" diye adlandırması ve kederlerini geride bırakmak isteyenlerin kasreina yolu'nu tırmanması gerektiği, sadece kadınların elinden su içen ve sadece erkeklere kokan büyülü gaveleana menekşesi, zeheyra taşı, uyku cinleri; timsah kafalı, kartal gagalı, yüzgeç kanatlı, kaderin hızlanmasını sağlayan uçman kuşları, eregion demircilerinin dövdüğü ve bir anda görünmez olmayı sağlayan kudret yüzüğü ve daha nicesi.

------- ayrıca ekşi sözlük'ten kitapla ilgili çok yerinde bir alıntı --------
tolkien murathan'ın adını "şairin roman"ı değil de" şairlerin efendisi (king of the poets)" koymuş olması gereken romanı. anakara = orta dünya, şairler de hobit elf arası bişey işte, nazgul ve gollumvari bişeyin de 250. sayfaya doğru çıkmasını bekliyorum açıkçası.
------- alıntı bitti --------
selam ederim, çok güzel demiş.

ahenkli şehir ve karakter isimleri ise beğenimi kazandı çok. zeey, tagan, bendag, zeheyra, agabu, moottah, dehamar, serhenas, gamenn, pepqemok, remzganan, roasanayma, odgarend kentindeki on üç dolunaylı yıl şenlikleri vs.

ayrıca lügatıma kadınların kendi aralarında kardeşliğin tarifi olarak "aynı elma ağacının dallarında çamaşır kurutmadık mı seninle?" cümlesini de kazandırmıştır.

bir de murathan mungan'ın fantastik edebiyat hakkında mükemmel bir tespitine rastladım, aşağı yukarı şöyle birşey diyor:
"batı fantezilerinde gelecek ütopyasında krallar, imparatorluklar, tiranlar, prensler, prensesler... yani demokrasinin daha gerisinde bir toplumsal modele özlem var adeta. ben mesela bu kitapta bunu büyük ölçüde yıkmaya çalıştım. bir tek tronteg imparatorluğu var o da zaten yıkılmış sonradan anlıyoruz."

bu tespiti, neden karakterlerine ve şehirlerine öyle isimler verdiği ve kitabını tanıttığı o görüntüler için : http://www.youtube.com/watch?v=OC3vMWfQJjQ

özet geç piç derseniz; "onca kelime döküp, hala daha istediklerimi anlatıp kelimelere dökemediğim hoş bir roman." derim.
Şairlerin ortalığa hâkim olacakları saatler herkesin uykuda olduğu saatlerdir.
Geceyarısından sonradır ve sabahın ilk saatleridir. Herkesin uykuda olduğu saatleri kullanır şairler.
Çünkü zaman hırsızıdırlar. Başkalarının zamanlarını çalarlar.
Yeryüzünün saklı zamanlarını, uykulu zamanlarını kullanırlar.
Herkesin ortak kullandığı saatlerde zaman zayıflar, güçsüz düşer.
Çünkü paylaştırılmış, bölüştürülmüş, diri tutulmuştur;
ışığın ve gölgenin oyunlarından mahrum bırakılmıştır; her şey çok aydınlıktır.
Nesnelerin ve hayatın görünüşü çiğdir. Nesneler de gizlenir, esinler de...
Kelimelerin yalnızca bir anlamı vardır gündelikte.
Oysa yerkürenin uykulu olduğu saatlerde doğa da, nesneler de kendilerini daha çabuk ele verirler.
Zamanın daha som, günün daha zayıf olduğu saatleri kullan yeryüzüyle söyleşmek için.
Sözcüklerin ilk günkü anıları en iyi öyle anımsanır, öyle anlaşılır.
Bu rüyaları ya sizinle birlikte ortak görmüş olmalıyız bir zamanlar, bu da şimdi birbirimizi hatırlamayacak kadar kendi hayatlarımızda kaybolmuşuz demektir,
ya da siz birinin gördüğü rüyasısınız sadece. Onun gördüğü rüyaları hayata geçiriyorsunuz.
Neyin gerçek olduğuna kim karar verebilir ki?
Ben belki şu gördüğünüz sahnede birini canlandırdığım yanılsamasını yaşarken bir başkasının gördüğü rüyayımdır sadece.
Şu üzerinde durduğumuz sahnenin üzerinde değil, onun rüyasında oynuyor ama kendi varlığımı gerçek sanıyorumdur.
yeni bitirdiğim bir murathan mungan eseri.
anlatılan olaylar ilk başta karmaşık gelse de beklemediğiniz bir kavşakta olaylar birbirine bağlanıyor.
anlatım akıcı olsa da çok fazla gereksiz ayrıntı var bu biraz boğabilir. ama genele vurduğumuzda okunulası bir kitap. zaten içinde bu kadar şair bulunduran bir kitap ne kadar kötü olabilir ki...
Bir Murathan Mungan romanı.
Altını çizdiğim yerlerin haddi hesabı yok,15 yılda yazılmış bir roman olmanın hakkını vermiş.Altı çizili kısımlardan biri aşağıda.

'her insanın ömründe,kendinden önceki insanların anlamadıklarını anlamanın mutluluğu ve anlaşılmasını kendinden sonraki insanlara devredecekleri bilinmezliklerin kederi vardı.biz her ne kadar öyle sansak da yaşam günün birinde birilerinin çıkıp tek tek çözeceği sırların bir toplamı değildi.bütün sırları çözüldüğünde anlaşılıp kapağı kapatılacak okunmuş bir kitap değildi yaşam; yarım kalmış bilmeceleri,hiçbir zaman açıklığa kavuşmamış muammaları, çözülemeyen sırları ve olanca karmaşasıyla da yaşamdı.'