bugün

(bkz: geçici mutluluklar sonrası gelen ağır yıkımlar)
özlem tekin'in öz albümünden gaz bir parça. sözleri de şöyle:

Bir sis var önümde hiç bilinmeyen
Bir ses var içimde yolu gösteren

Bu hayat benim
Benimse eğer
Kimse karışmazsa yaşamaya dğer

Daha yol yakınken
Herşeyi kendine sor kendinden öğren
Yanlış senin tek hazinen
Daha yol yakınken
Kır zincirleri utansın cümle alem
Yarın senin tek hazinen
Daha yol yakınken
hayatının bir parçasından dişleriyle kopardığı deneyimlerinin yüreğinin kanıyla pişiren yılmaz güneyin muhalif başyapıtı. baş yapıttır zira insanlarınn ırklarından dolayı işkencelere, maruz kaldığı, öldürüldüğü 12 eylül döneminde başkalarının sesi ya da olmayanların(!) sesi olabilmiş ve bunu da evrensel pencereden bir saray edasıyla gösterebilmiştir. gerçektne marjinal bir hayat hikayesine haiz olan zat, burda marjinalitesini konuşturmuş, türk törelerinden cezaevi yapısına kadar yergi bombandırmanına tutmuş ve bu bombordımandan bir sanatsal bir zaferle çıkmıştır. bu filmi anlayanlar size öve öve bitiremeyecek, dalkavuklar anlamadan alkışlacak, sadece siyaseten gayrı düşenler ise yuhalayacaktır sadece. izlenilmediyse mutlaka edinilmesi gereken bir boş ucu dvd si olabilir rahatça. yılmaz güney'in türk sinemasına çizdiği yol'u genişletelim(!)
Kalktılar. Yürümeyi yapıştırdılar demin yırttıkları yerden. Adam yola ettiği eziyeti inceliyor, kadın çok sevdiği ayakkabılarını birbirine değişik açılarda basarak kimbilir hangi dansı hangi adımları deniyordu. Çirkin beton bir elektrik direği geçti aralarından.

"Ne kadar yürünse ne olur bu yol?"

Adam adımlarını yavaşlattı. Kadın hızlanıyordu ve ardına bakmıyordu. Sanki uzun süredir birlikte yürümüyorlardı.

Adam durdu, kadın gidiyordu.

Adam karşı kaldırıma geçti, geri döndü. Sıfırdan başladı yürümeye.
Yol aynı yol, ısırganlar sanki daha sevecen.

Hem kundura boyacısı hem hüznünün işportacısı bir çocuk oturmuş yolun kıyıcığına gülümsüyordu;

- N'aber ?
- iyi !
- Gel oturalım şu çay bahçesine, parlat bakalım dul ayakkabılarımızı.
- Yenge n'oldu ?
- Yolu sevdi, yürüyor.
"1982, 114'', Türkiye-isviçre
Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Müzik: Sebastian Argol, Kendal
Kurgu: Yılmaz Güney, Elisabeth Waelchli
Yapımcı: Onet Keusch
Oyuncular: Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Necmettin Çobanoğlu, Hikmet Çelik, Tuncay Akça "

bazı filmleri birden fazla izlemek gerekiyor. bence yol filmi de bunlardan biri. izledikçe gözden kaçan sahneleri yakalamak büyük mutluluk veriyor. örneğin seyyit ali'nin atla köye ilelediğ sahne, seyyit ali'nin oğluna veda edişi.
mevlüt'ün nişanlısı ile olan diyaloğu...

"25 yıl aradan sonra, Yılmaz Güney'in Yol'u kurgularken çalıştığı iki sinemacı Waelchli ve Keusch, filmin çekimlerinde aslında altı mahkum olduğunu ancak bu mahkumlardan birinin kurgu sırasında çıkarıldığını söyledi. Bu altıncı hikaye, Walechli ve Keusch tarafından 30 dakikalık bir film haline getirildi."
`
üçüncü uluslararası işçi filmleri festivali`'nde bu 30 dakikalık filmi izlemek de mümkün.
henüz yazılmamasına şaşırdığım, 7:38 dakikalık harika replikas şarkısı

sözlerini yazayım da lak diye otursun** :

bir çiçek uzanır, kanlı bedenimden.
kıvrımlarında, kaybolur yalanın.
şahitler çift, gülen yüzünde.
kokun uzak, kalmıştı bizlerden.

nefesler yavaşça artıyor üzerimde,
sahipler belirsiz zaman yerlerde...

aaaaaahh...
tek kelimeyle bir sinema başyapıtı...

mahkum mehmet salih'in, deniz kenarında karısından gelen mektubu okurken ki ruh hali, seyit ali'nin avluda düşünceli bir şekilde cigara içerken ki o unutulmaz bakışları, yakınlarından deli gibi mektup bekleyip, mektup yerine havasını alan mahkumlar, hiç susmayan anonslar, duyurular, firariler, iç gıcıklayıcı koğuş ortamı ve sonunda kapıya asılan bayram izinleri...

seyit ali'nin, karın kışın kıyametin ortasında zar zor ilerlemeye çalışan içi istiflenmiş insan dolu minibüsle köye gelişi, yol kenarlarındaki aç kurtlar, hiç susmayan çakal sesleri, bunaltıcı sahneler.. ve belki de bunlardan en birincisi, en zor olanı, en yıkanı, en parçalayanı, seyit ali'nin acı çeken atını vurduğu sahne.. bu sahne çekilirken tarık akan ata kıyamamıştır ve tetiği yılmaz güney'in yeğeni çekmiştir..
dikkat edilirse bu sahnede tetiği çekenin sırtı kadraja dönüktür. filmin sansürsüz halinde atın vurulma anı yer alırken, sansürden geçmiş halinde sadece kara fışkıran kanları görürüz.. ve tabi ki daha sonra atın leşine üşüşen çakallar, kurtlar..

ayrıca yıllar sonra karısı ile karşı karşıya gelen seyit ali'nin gözlerindeki acı ve nefret dolu bakışlar, zine'nin kocasına söylediği inanılmaz derecede muhteşem yazılmış diyaloglar tek kelimeyle binlerce kez izlenmeye değerdir.

ve o amansız yolculuk. zine, ayaklarına paketinden yeni açılmış, akrabasının yazlık pabuçlarını giyer. seyit ali yanına oğlunu da alır ve başlarlar karda yürümeye.. sözde amaç sancak'a ulaşmaktır. fakat çok geçmez zine yazlık pabuçlarla soğuğa dayanamaz, başlar yere yığılıp acıdan çığlık atmaya. seyit ali yerdeki zine'nin yanına gelir ve zine'nin söylediği tek bi cümle seyit ali'yi yıkmaya yeter de artar bile. ne kin kalır geriye, ne de öfke..

- sen eskiden ne kadar iyi bir insandın seyit ali, bana kaval çalardın. sen kaval çalınca ben ağlardım..

oğlunun donmasın diye anasına vurduğu kırbaçlar, seyit ali'nin zine'yi sırtına alıp koşmaya başlaması, pişmanlık, acı, gözyaşı ve delicesine birbirine giren duygular..

ve tabi ki son sahnede, tarık akan'ın trende hıçkıra hıçkıra ağlaması..

doğu'da ki asker kaçakçı çatışmaları, evladını nüfusuna alamayan aileler, o dönem yasaklı olan bülent ersoy'un posterleri ile kenan evren'in posterlerini yan yana satan işportacılar, trende linç edilen insanlar, abisinin karısı ile evlendirilmek zorunda kalan günahsızlar ve tabi ki o dönem takma bir isim kullanarak filmin müziklerini yapan zülfü livaneli..

not; film, fransa, abd ve bazı ülkelerde hemen vizyona girerken, türkiye'de 12 şubat 1999 tarihinde (17 yıl sonra) sansürlü haliyle sinemalarda gösterilmiştir..
(bkz: grup yol)
(bkz: the way)
1999'da Stephen King'in Yeşil Yol adlı romanından uyarlanan, yönetmenliğini Frank Darabont'un yaptığı ve Tom Hanks'in başrolunu oynadığı çok beğendiğim film geldi aklıma.
bir mutlu şahin şiiri

YOL

Senki;
Zaferin türküsüne kattın aşkları
senki;
Devrim aşkıyla tutuşan
yüreklerimizin
mavi serinliğisin
senki;
saflarında militanların şafakla yarışıyor
ve bizki;
Asi nehirler gibi akıyoruz
Devrimci Yol'da
özgür şafaklara

senki;
Direncisin mavi umudumuzun
ve zaptedilemez bir isyansın
yoksul halkımızın
gözbebeklerinde
Revizyonist beyinler çökerken
Depremler kuşağı dünyamızda
ihanet ilanları büyürken
ve teslim bayrakları çekilirken
yeni dünya düzen(sizliğ)inde
senki;
yaralı bir ceylanın türküsünde
ve yoksul bir aç çocuğun
gözlerinde
umudu, direnci
ve özgürlüğü kucaklıyorsun
yıldızlı yumruğunla
Nice yılgınlığa inat
baharın sevdasında
hala direnir yangınlar
Yol'umuz yeni baharlara umut
ve Özgürlük
bir bedelse bayraklarda
sana andolsunki halkım
Devrimci Yol'umuzun
yıldız yumruklu kızıl bayrağı
sıkılmış bir yumruk gibi
inecek faşizmin tepesine
ve dalgalanacak emperyalizmin kalelerinde
http://sinestezi.wordpres...u-kurkcu-dukkanina-cikar/
bazen bir haberle çok fena kısalabilen izafi kavram. * bir yol bir haberle bilmem kaç kuşağı bir araya getirebilir (nitekim hikayesi tam da bu noktada başlayan çok sanat eseri vardır; malzeme müsait)

yol ilginç bir hadise sonuçta, hayata acaip benziyor.

bazen saatlerce niye bakasın yoksa, bomboş bir yola.
yol bitmedi...
kaybolduğum her noktasında,
önümü arkamı, sağımı solumu öyle sobelemişsin ki kaçamadım.
her başladığında daha daha uzayan
perspektifinin acımasız çaprazlamasında
o kadar büyüktüm ve
o kadar küçüldüm ki bilemedim.

beynimin her kıvrımıyla ezberlediği parsellerinde
yollarını aklımda çizdim.
ortasındaki çizgileri saymaya sıkılmadan,
geçilen her santimetreyi sanrılarımla destekleyip,
sokak tabelalarından kombinasyon-ismini yaptım
vefakat gittim.

bırakmadın.

bir kol, bir bacak yarım elma.
yarım akıl yarım cümle...
yarımı arkamda bıraktım,
yarını çöpe attım,
yarını sende bıraktım.
cümlesizim.

dikenli taşlı, uzun yolum uzayıp gittikçe,
bastığım her kare hüzünle taştıkça,
çığ ateş, felaketlerim gökten yağdıkça..
gülemedim
zira ben izci değilim.
olsaydım aldığım yoldan geri gelir,
seli yutar, selden kaygımı kurtarır
yolumu bulurdum.

gözlerin kesik kesik
aklımın damarlarında gezinebilse bile
satır satır baksanda ruhuma,
acımın acınla katlandığını
arkamın arkasında kendi aynalarını göremezsin
çizdiğim sahil yolunu bulamazsın,
sen onu göz pınarlarınla temizledin.

hayatım.. uzayıp kıvrılan yolumsun, gitmezsem, olamazsın.
yol'la ilgili neler neler yazılır ama bir de yol yorgunluğu var ki; yavaş yaşamamız boşuna değil, nefes hesabı, yol gaza basar bazen sonuçsa kasların gazabı.
netcad adlı bilgisayar yazılımı üreticisi firmanın çıkardığı bir modül olan netpro ile yapılandır. yaklaşık 100 km yolu 2.5 milyar euro ya mal edilir.
ferhat göçerin gelmiş geçmiş en güzel şarkısının adıdır. huzur verici müziğiyle insanın ruhunu dinlendirir.
replikas şarkısı. masalsı ve mistik. ayin yapasım geliyor dinlerken.
yılmaz güney gibi dev bir ismin dev filmlerinden biri izlenmesi gerekir ama sansürsüz olduğu gibi ayrıca bu film yılmaz güney yurtdışına çıktıktan sonra çekilmiştir...
yürüyenleri, yolda kalanları ve geriye dönenleri ile başlı başına macera.
"... yol nedir ki yol?

yol umuttur.

çünkü nereye girese gitsin insan

yeni kavgaların içinde yeni dostlar bulur..."
bu bir yol hikayesi diye başlamayan film.
ihtiyaç bile duymaz çünkü. herşey kendini anlatır.
bu hayat benim, benimse eğer
kimse karışmazsa yaşamaya değer

diyerek özlem tekin' e dair dinleyebileceğiniz 10 iyi şarkı arasına girer. ilk sıralarda ise tabiki şunlar vardır:

(bkz: ve olamadı aşk) * *
(bkz: aşka dair)*
(bkz: deli gibi)*
(bkz: off)*
orijinal müziklerini zülfü livaneli'nin yaptığı destansı film.
yılmaz güney in harikulade filmi.

1981 yılının faşist türkiyesi hakkında fikir sahibi olmak isteyenlerin mutlaka izlemesi gereken "yol", imralı yarı açık cezaevinden izinli olarak memleketlerine giden dört mahkumun hikayesinden anlatır hikayesini.

çirkin kral senaryosuyla yine gerçekçiliğin tavanını yapmıştır.