bugün

yazı yazmak anlamına da gelir
palavra anlamında kullanılır.özellikle arkadaşlar arasında söylenen söze inanılmadığı zaman söylenir:yazma bea gibi
her yazarın değil, er yazarın işi.
sözlük denince ilk akla gelen şey. ama gelin görün ki bu kelime için açılmış başlık altında 3-5 tane yazı var. bu da demektir ki yazmanın ne demek olduğunu tam olarak bilmiyoruz; tıpkı okumanın bilemediğimiz gibi.

lütfen bunu itiraf edelim. yazmak demek, sadece bir yerde okuduğunu bir yere aktarmak değildir. insan yazdığına kendinden bir şeyler katmıyorsa o yazının yazıcıdan çıkartılan kuru bir sayfadan farkı yoktur. o sayfada yazılanlar size ait değildir, size ait bir iz taşımazlar.

sırf yazmak için yazılmaz, okumak için okunmayacağı gibi. kuru kuruya yazmak fotokopi makinasına, yazıcılara has bir özelliktir.

not: kimseye çamur atmıyorum. isteyen istediği kampanyayı yapsın. yazmanın ne demek olduğuna dikkat çekmek istedim.
yılmaz erdoğan'dan... tercüman olmuştur yazamadıklarıma... * * *

Çoktandır tanıyorum bu duyguyu. Bazen bir acı bazen sadece kimliksiz bir bulut sayesinde yirmidokuz harfle burun buruna gelmek... Hadi yanındayız demeleri bana... Biz hala yola sok, şekillendir, içindekilerden bir fihrist yap, sırala, yarala... Aslında komikler. Her şeye çare olabileceklerini sanıyorlar. Oysa beyaz kağıt üstünde bazen çaresiz lekelerden başka bir şey değiller. Mesela şu 'a' harfini ele alalım. Üçünü bir araya getiriyorsun şaşkınlık oluyor. On tanesini biraraya getiriyorsun çığlık kıvamına geliyor.

Harfler kendilerini birşey zannediyorlar.

Yazmakla ilgili ne söyleyebilirim ki, zamana karşı harf zaiyatı. iç yerlerinde beliren gri bir bulutu başkalarınında anlayabileceği hale getirme uğraşı. Oysa ne gerek var bilmiyorum. Kime anlatıyorum? Niçin? Hüzüne fiyakalı bir edebiyat giydirmekten başka nedir ki yazmak. Ya da okuyanı gıdık yerinden dürtmek. Gülsünler diye. Üzülsünler diye... Anlasınlar diye, anlaşsınlar diye. Ve en kimseyle anlaşamayanların işiyken yazmak.

Anlatabilseydim yazmazdım.

Yazınca çekilir biri oluyorum, tek bildiğim bu. Hep başkaları için kağıda döküyorum içimin kirlenen seslerini. Evet seslerde kirlenir. Kokular bile hatta. Eski tadı kalmayabilir buğunun.

Harflerin sözcük oluşturmak için biraraya gelmesi imece usulü bir hüzün inşaatıdır çoğu zaman.

Bu kadar üzgün olmasam yazmazdım.

Yer yüzünün bu yarım adasında (belki tam ada olsaydı herşey daha kolay olurdu), yani bu coğrafyası bile yarım ülkede topu topu yirmi dokuz arkadaşım var. Bazılarıyla çok az görüşsem de, mesela "j" ile pek samimi olduğumuz söylenemez, hep yanımdadır. Bütün sırlarımı biliyor ve benden izin alma nezaketini bile göstermeden açık ediyorlar herşeyi. Kimseyi ağız tadıyla aldatamıyorum bu yüzden. Çizgisiz bir beyaz kağıtla karşılaşmayı görsünler, her şeyi anlatıyorlar. Hemde en burkucu tarafından. Şiir diye bir şey tutturmuşlar, kimseye acımıyorlar.

Bir tek senden korkuyorlar şu sıralar.

Bak şimdide lafı sana getirdiler gördün mü?

Ne zaman seni görsem etrafta kimsecikler olmuyor. Harflerim zavallı seslerin gölgelerine saklanıyor. Oysa herkese seslerini gere gere bağırıyorlardı. Kendilerini arayıpta bulamadıkları bir cakayla bir araya getiren bir dimağ bulmuşlardı ve havalarından geçilmiyordu. Biz istersek bir araya gelir gülmekten öldürürüz sizi ya da göz pınarlarınızı kanatırız istersek, diyorlardı. Onlar benim dilimin kayganlığını aşıp meşhur olmuşlardı. Herkesi etkiliyebileceklerini düşünüyorlardı. Harflerim beni herşeye alet ediyordu.

Ama senden korkuyorlar işte. En çokta suskunluğundan. Zaman durdu sanıyorlar sen susunca. Aptallaşıyorlar. Şimdi ne yapacağız diyorlar. Eyvah oluyor aniden ve panik halinde sesler çıkarmaya başlıyorlar. Onları unuttun, onları istemiyorsun sanıyorlar harflerim. Güleceksin belki ama kaşlarından bile ürküyorlar.

Kaşlarının yayına takılı ok oluyor çünkü gözlerin. Baktığı yerden ses getiren gözlerin... Gözlerinin önünde küçülüyor harflerim. Üzücü bir suskunluğun içinde durup 'hepinizi tanıyorum, şaşırtıcı değilsiniz, bizde bu harflerden çok var' der gibi bakıyor gözlerin.

Gözlerin olmasa yazmazdım ve gözlerin yokken ben iyi bir yazardım.

Bozdun harflerimin fiyakasını.

Ve seninle karşılaştığım, yani annenin seni doğurduğu, bizim birbirimizi doğurduğumuz o günden sonra ilk kez bir araya geliyorlar. Tembelleşmişler. Birbirlerini ilk kez görüyor, ilk defa yanyana geliyor gibiler. Ama şimdi tuhaf ve ilginç bir hevesle ve korkuya direnerek toplanıp bağırmaya başlamalarının bir anlamı olmalı. Sanırım sana alışıyorlar. Kıvırcık saçlı küçük bir kız çocuğunun adının ilk harfinden aldılar işareti belki... şaka yaptığını biliyorlar artık. Seni seviyorlar.

işte bu yüzden sürekli bana 'Seni seviyorum' dedirtiyorlar. Tekrara düşmeyi, sıkıcı olma ya da anlamı aşındırma kaygısını bir yana bıraktılar. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki iyi filmlerde çok zor söyletilir 'Seni seviyorum' cümlesi. Esas adam yani sapına kadar insan, yürekli, karizmasında fırtınalar barındıran ama işte allah kahretsin ki sevgisini gösteremeyen adam filmin sonunda, ölürken söyler bazen. Hatta cümle 'Seni hep sevdim'e dönüşür. Hep sevmiştir. gizli gizli ağlamıştır, ama o cümleyi söyleyememiştir işte...

Ama ben esas adamları sevmem.

Esas adamlar sıradan insanlar içindir

Sırayı bozmasaydım yazamazdım.

Şimdi harflerim sana, bütün cesaretlerini toplayıp kendilerine çeki düzen vererek 'beğenmesse bozulmayalım arkadaşlar' cümlesinin ardına saklanıp sahip olduğu sesleri titrete titrete bir cümle hediye etmek istiyorlar.

Merhaba, Seni seviyorum, seni sevmeseydim yazamazdım...
argoda karşı cinse kur yapmaya verilen ad.
bir kere zehrini parmaklar tattı mı vazgeçilemeyen; insana alternatif bir varoluş şeklinin kapılarını açan bir dışavurum şekli. zordur yazmak; bilgi ister, birikim ister, yürek ve hayal ister. üstelik sürekli olarak da, yazan kişiyi tüketen bir eylemdir; çünkü sizden beslenir, sizin kelimeleriniz, sizin hayallerinizden. yazdığınız oranda yabancılaşırsınız insanlara, çevrenize ve kendinize. bir süre sonra yerini şizofreniye bırakır; hep ben ben ben deyip durduğunuz ben bir gün bir anda biz oluverir, farketmessiniz. üstelik hiçbir garantisi de yoktur; size, kendinizi ya da etrafınızdakileri değiştirmek için söz vermemiştir asla. eninde sonunda ya tüketirsiniz ya da tükenirsiniz.
bazan kendimize bile anlatamadığımız, başkalarının anlatsak da çoğu zaman anlayamayacağı,bazan da içimizi dolduran haykırmak ve paylaşmak istediğimiz düşüncelerimizin kaleme sarılıp kağıda giyinerek vücut bulması eylemi.
aniden olur. bir iç titremesiyle, bir anlık hevesle, yoğun bir duygu akışıyla "yazmalıyım" dersiniz ve yazarsınız. ondan sonra koyulaşır bu heves, kendi yolunu, yatağını bulur.
"hatuna karsı yapıldıgında her türlü edebi akımın emrinize amade oldugu eylem."

montajelemani *
"Yazmak özgürlüğü seçmektir. Soru sormayı öğrenip de cevap bulamayınca yazının askeri oluyorsun. insanlığımın diyetini ödüyorum yazarak. Bir hıyar daha doğup öldü demesinler diye kendimden ve insanlardan intikam alırcasına sarılıyorum kaleme. Yazmak bir meslek, iş değildir. Yazmak Robenson'un adası, karaya ulaşma çabası, kaderidir. Yazmak kan kaybıdır, mürekkebin aktıkça kanın tükenir. Yazmak sorumluluk almaktır. Bu sebeple insanlar yazmak için saçlarının ağarmasını bekler, ben kaybedecek hiçbir şeyim kalmayıncaya kadar bekleyip aldım bu sorumluluğu ama dünyaya milyon kez gelsem gene taşırım, gene bu kutsal yükün hamalı olurum. Çirkindim, kirliydim, çelişkilerim vardı, sevmeyi beceremiyordum, küfürbazdım, asiydim. Bütün bu şıklar yazmamı sağladı."

bülent akyürek...

http://www.bulentakyurek.com/basin/1.html
ruh teşiridir.
yazamayanlar'ın en iyi bildiği şey dir aslında.
Her canı sıkıldığında kaleme kâğıda sarılmaktır yazmak. Kendini her yalnız hissettiğinde, canı her yandığında, içinde birikenleri paylaşmaktır hiç tanımadığı insanlarla.
dilin kendisinin, insanlik disi yansimasi yazmak.. evcil bir sey olan dilin donustugu vah$i tur! dilin yakalandigi, insanlik di$i bir islevi olan hastalik! aslinda en guzelini, "yazamayanlar"in yaptigi.. gercek ruh hastalarinin..
ölümü yenmektir, ilelebet yaşamaktır, ölümsüzlüktür.
mutlak özgürlük.
kalem oynatmaktır.
içindeki sesle yüzleşmek.
düşüncelerin kalemle aşkı. edebiyatın temel taşı. güzel bir ruhun ve geniş hayalgücünün zirveye taşıyacağı eylem.
bazen içindeki bütün pislikleri kusup, rahatlamaktır.
delirmemek için kullanilan anti depresan.
hayatın anlamıdır. yaşama dair geride bırakılabilecek tek miras ve dününüzü yaşanmamışçasına tekrar yaşatacak, bugününüzü farkına vardıracak değişilmez eylemdir.
tutku, ölesiye.
köpekler gibi taptığım eylem. günden güne deli gibi sosyalleşiyorken ve eskisi kadar çok kitap okuyamazken bu yüzeyselliğin yazılarıma da yansıdığını gördükçe ve ağlamaya çalıştıkça, soğumuş bir kalple, eskisi gibi içlenişler geçire geçire, derin dünyaya, o katranımsı geceye sayfaların arasında eskisi gibi yeniden dokunabilmek için şimdilerde gözümü kırpmadan canımı verebileceğim eylem. içerisinde yolumu yitirdiğim araç. bütün büyülerini ben büyüdükçe üzerimden çekmiş olan. sonbaharı ve masal/kaldırım/soytarı/güz/tuz/kapı/koridor gibi eski kadim dost kelimelerimi hatırlayıp da yazamadıkça boğazımda yumru büyüklüğünde bir düğüm bırakan durum. beni gittikçe terk etmekte olan. artık anlatacak hiçbir şey bırakmayan / bana.

sonbahar her yıl şu lanet sıcaklar tarafından biraz daha öldürüldükçe tılsımını yitirdiğim şey.

ırmakların
büyülerin hiç yok artık hiç
tan kızıllığı diyorlar sana biliyorum
çekip gittiğinde sayfalarımda
masalları başıma bırakıp gittiğinde
oturup sokak lambaları altında ağladıydım

çoğu insan doğruluğunu kabul etmese de, yine en sevdiğim sözlerden birisini söyleyerek bitireceğim yazımı;

(bkz: güneşin altında söylenmedik söz yoktur)
çaresizliktendir, çaresizliktir.