bugün

(bkz: ben)

bir yükseköğretim programına tutunamadım.
oğuz atayın yayımlamadan evvel, fikrini almak için yusuf atılgana bir nüshasını gönderdiği kitabının ismi.
rivayet odur ki yusuf atılgan ataya kitap hakkında geri dönmez ve yıllar sonra atayın cenazesinde atayın eşi pakize hanım yusuf atılgana rahmetlinin, kitap hakkında fikrini çok merak ettiğini ve cevap vermeyince çok üzüldüğünü belirtir. atılganın verdiği cevap düşündürücüdür;" bu kadar etkileyici ve güçlü bir roman hakkında ne söylesem eksik kalırdı.
zamanı gelmeden okunmaması gereken bir kitapdır zannımca. ben mesela bu kitabı 7 sene önce almıştım bu yaz 7 günde okuyup bitirdim. kitabın yaprakları sararmıştı artık.

çok büyük bir etki yapmadı bende. bildiğim, duyumsadığım şeylerdi yazılanlar. bu yorum kitabı kötü yapmıyor elbette ama belli bir yaştan sonra insan bir şeylerin farkında oluyor zaten.

tavsiyem odur ki dereyi geçerken okunmasın bu kitap. insan kendini kaptırırsa sonra ortalarda "abi tutunamadım şu hayata" diye gezen ergen sürüsü görüyoruz. olm daha yaşın santimin kadar anca var, neye tutunamadın be yavrum?
tutunamamanın, dışlanmanın, yalnızlığa itilmenin yada kabullenmenin gurununun birgün ayaklar altına alınıp olric'i ortalık malı yapanların olacağını, bunların tırnağı kırılınca hayata küsenler ve tutunamayan olmayı hakedeceğini sananların okuyacağını bilseydi, "hayatının romanını" yazmazdı belki de.
ne diyorsun bu işe desem, "adam olmadığı için, insanlığa vekalet ediyordum." derdin biliyorum oğuz abi.
Dünyaya bir daha gelişinde
Çocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.
Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli. - Şarkılardan.

''… Nermin’le bekleriz bir dahaki sefere. Geliriz dedik ya, uzatmayın. Bir daha otele inmek yok. Olur, uçakla doğru size ineriz. Binayı başınıza yıkarız.''
‘’istersem tadıma doyum olmaz. Her zaman böyle değilim ne yazık ki. Bazen ne kötü olurum bilsen. Bu akşam senin şerefine iyilerimi giydim.’’
''Çıkar üstündekileri, kurtul bu düzenden. olmaz Selim, çırılçıplak kalırım sonra. Tutunacak bir yer bulamam sonra. Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı. Tek tek koparılması kolay olan milyonlarca iplikle bağlı.''
Bu cümleleri okudukça insana Oğuz Atay'la sohbet etmenin nasıl bir his olabileceğini merak ettirir.
(bkz: çok kalın)
(bkz: galatasaray)
okuyup okuyup olric li selim olduğum kitaptır.
-hiç bir yer neresidir olric.
+doğru yerdir efendimiz.
-gidecek miyiz?
+vardık efendimiz.
Gibi bir diyalog hatırlatır.
önceden okunmamışsa, artık olric devri de bittiğine göre okunabilecek kitaptır.
türk halkının psikolojik eşiğidir. bu kitabı okuyan direkt entel sayılır, okumamış olana ezik muamelesi yapılır. yalnız ilginç olan okumayana ezik diyenin de kitabı okumamış olmasıdır. kararsızlık, entelektüellik, eziklik ve rezil olmak arasında gidip gidip geldiğimiz, okunduğu söylenip de okunmayan ender kitaplardandır. eline başka kitap almamış, dünya ve türk edebiyatından bihaber, sırf "tutunamayanlar" okuyup entel ayağında olan bazı cahil tipler vardır ki evlat olsalar sevilmezler.
okumaya cesaret edilemeyen kitap.
isterim ki önemli bir kişi hediye etsin ve bir çırpıda okuyup bitireyim.
bir zamanların çok ünlü olric ini canlandıran eserdir.
bir nevi düşenlerdir.
okudum diyenlerin yarısı yarım bırakmıştır, bitirenlerin yarısı da anlamamıştır. deneysel bir kitaptır, türk edebiyatında o ana kadar pek girişilmemiş bir işe girişmiştir oğuz atay.
bu kitaba okuduğum en güzel kitap diyen kişi hemen akabinde simyacı da çok güzel diyorsa tutunamayanlardan bir halt anlamamıştır mesela.
tutunmanın ahlaksız bir davranış olduğuna inandıran oğuz atay eseri
iç monolog ve bilinç akışı tekniğinin mükemmel kullanıldığı eser.
oğuz atay'ın yaşadığı dönemlerde anlaşılmayan romanlarındandır. hatta dönemin de ''aklına ne gelmişse yazmış'' tarzı eleştirilere maruz kalmıştır. ölümünden sonra ise onlarca yazarı etkilemiştir. günümüzde de binlerce kişinin duygularına tercüman olan, dünya edebiyatının bir şaheseri olarak görülen eserdir.
“Hayatım ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu.” demiştir. ama yaşadığı dönemde alınmamıştır. ölümünden sonra nihayet anlaşılmıştır ama ölümünden sonra..
bu kitabı okuduğumda dedim ki: ben tutunanlardanım.
"Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın
Selim Işık insana. Söylesin şarkısını
Kesintisiz, acemi. Oblomov hırkasını
Çıkarsın bedeninden. Ey ölü ruh! kıyam et!
Beğendin mi Süleyman? “Beğenmedim, devam et.”

(sayfa 118)
gerçek bir dost bulmanın imkansızlaştığı günümüzde selim ışık ve turgutçuğum özben gibi içten dostlar kazandıran roman. öyle bir romandır ki; ümitsizliğe düşmekten korkuyorum zira böyle bir durumda yakamı bırakmayacak, derdimi bine katlayacaktır. selim ışık'ın günseli'ye bıraktığı mektup ise ayrı bir dert, ayrı bir yaradır. kitaba başlarken bazı kısımlarını bir deftere geçireyim dedim ancak okudukça farkına vardım ki bütün kitap hatırlamak ve tekrar okumak isteyeceğim cümleler niteliğinde. not almadan, altını çizmeden akıcılığını bozmadan okunması tavsiye edilir.
her yeni tanıştığım insanda tanışır taşınmaz neler bekledim o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum ümit etmeye başladım.

tutunan veya tutunmayan olun, kendizle ilgili birçok şey bulabileceğiniz baş ucu kitabı.
kesinlikle oğuz atay'ın bizzat kendi. "tehlikeli oyunlar"da da kendinden izler bulmak mümkün ama, bu kitap alenen kendisi. bütün karakterleriyle üstelik. tutunamayanlar'ı okuyun, bi de diğer oğuz atay kitaplarını, "bir bilim adamının romanı" dahil. ne demek istediğimi anlayacaksınız. bu kitap bambaşka bi kafayla yazılmış, yazarın kendi kafasıyla.

edit: ahmet altan'ın "tehlikeli masalları" ile karıştırmışım. doğrusu "tehlikeli oyunlar". uyarı için kucuk istavritin oykusu'ne teşekürler. ödeştik.
okuyanların yarısının bir halt anlamadığından emin olduğum deneysel bir yapıt.

bu kitap yazıldığı dönemde çok eleştiri almış, gerek okuyucular gerekse eleştirmenler tarafından kabul görmemiştir. e bu ülkenin kültür seviyesi belliyken ne değişti de eleştirmenlerin bile burun kıvırdıkları kitap herkes tarafından bu kadar anlaşılıp sevildi.
bu kitap bir mihenk taşıdır türk edebiyatı için. o zamana kadar kullanılan anlatım tekniğinin dışına çıkılmış ve çok katmanlı bir yapıda yazılmış ilk kitaptır. dolayısıyla üzerinden 100 yılda geçse bu özelliğinden dolayı ayrı bir yeri hep olacaktır edebiyat tarihimizde, ama bu kitap kesinlikle türk edebiyatının en iyi kitabı filan değildir. dediğim gibi deneysel bir kitaptır, oğuz atay' ın ilk denemesidir. okuyucularından bazıları için özel olmasını, dolayısıyla türk edebiyatının en iyi kitabı olarak gösterilmesini saygıyla karşılarım ve anlarım, ama her okuyan mı en iyi kitap der arkadaş ya? orhan pamuk, ''ermeniler katledildi'' dedi diye nobel aldı cümlesini dillrine pelesenk edenler gelmişler bana tutunamayanları anlatıp övüyorlar filan. sen tutunamayanlar' ı anlayacak bir adam olsaydın orhan pamuk' un neden nobel aldığını da anlardın. orhan pamuk, oğuz atay' ın tutunamayanlar ile başlattığı dönemi bir üst noktaya taşımıştır. bu teknikte türk romancılar içinde nirvanaya ulaşmış bir adamdır orhan pamuk.
o yüzden hiç boşuna kendinizi kandırmayın. tutunamayanlar kitabı öyle müzik eşliğinde, kafede filan okunarak anlaşılacak, çözümlenecek bir kitap değildir. kaldı ki bir kitabı iyi yapan şey de altı çizilecek cümle sayısının fazlalığı değildir. paulo coelho kitaplarına bayılan biri -hiç kusura bakmasın ama- bir bok anlamaz tutunamayanlardan. orhan pamuk, oğuz atay gibi adamları anlamak için bir birikim gerekir.
ne oğuz atay' ı, ne orhan pamuk' u ne de tutunamayanlar' ı burada yazacağım birkaç cümle ile anlatmam mümkün değil zaten. sadece referans olması amacıyla bir isim önerebilirim size. onu bir okuyun ve sonra karar verin bu kadar insanın tutunamayanlar hayranı olup olmayacağına.

(bkz: yıldız ecevit)
"duygulanır gülümserdi beni yıkın artık günseli
derdi üstünüze çökmeden yıkın beni yerime cam mozaik
cepheli bir apartman yaptırırsınız size iki daire on bin lira
da para verirler geçinir gidersiniz çok beklemeyin sonra üstümden
yol geçirirler belediyeden metelik alamazsınız fena
mı iki daire birinde oturursunuz birini kiraya verirsiniz üst
katımda oturun alt katımı kiraya verin sağlığımda bir işe
yaramadım hiç olmazsa enkazımdan birşeyler kazanırsınız
eski bir ahşap ev olmak hoşuma giderdi yıkıcıya verirsiniz
kalıntılarımı derdi oradan da birkaç kuruş geçer elinize
adamlar gelirler kapılarımı camlarımı tahtalarımı birer birer
sökerler tuğlalarım bile işe yarar işe yaramayan kısımlarımı
da bir kamyona koyar götürürler o kısımlarım bile bir işe
yarar bir çukuru doldurur sonra bir dozer gelir bir düzeltir
al sana yeni bir arsa sağlığımda iyi kötü taraflarımı yıkıcıların
yaptığı gibi ayıklayabilseydin belki içimde oturulabilirdi
fakat masrafa değmez hangi tarafımı tamir ettireceksiniz yıkıp
yeniden yapmak daha ucuza gelir"
(syf 527)
bazen hiç bir sik anlamadığınız bazen de tek bir cümleyle bütün hikayeyi kavradığınız oğuz atay eseridir. bir insan bunu nasıl yazar ki arkadaş. sanki 15 kişi bir araya gelmişte öyle yazmış. okumayın efendim. ben önermiyorum. o şeref bizde kalsın.
simgeleşmiş bir kitap örneğidir.

benim tutunamayanlar’ı okumaya karar verişim, her yerde kitap hakkında çıkan yorumları ve anekdotları görmemle başladı. öncelikle kitap hakkındaki yorumları okudum. herkesin vay hayatımı değiştirdi, yok şöyle en güzel kitap, vay böyle türk edebiyatının en iyi kitabı tarzı yorumlarından da gaza gelerek kitabı okumaya başladım. kitap modern yaşamın içinde kişinin yaşadığı yalnızlığı ve kayboluşu anlatıyor (postmodernizm ile). şimdi reyis amca bu postmodernizm de ne dersek, aslında postmodernizm; kısaca, kabaca ve en boktan tabiriyle, insanın içinde yaşadığı dünyayı gerçek dünya imiş gibi yansıtması ve yaşamasıdır (kendince). dolayısı ile gerçek yaşamdan bir hayli uzaktır da. sadece verilen mesaj ve anlatılan (anlatılmak istenen) gerçektir. bu kitapta da dediklerim geçerli. kitap gerçekten insanı etkiliyor ve psikolojik betimlemeleri çok iyi ve çok ağır aslında. ama bu kitabın, hayatımı değiştirdi diyecek kadar ciddi bir yorum yaptırmasını çok saçma buluyorum. bu kitap ancak ve ancak kendisini, insanlara yalnızlık psikolojisi içinde gösteren, bu psikolojiyi seven ve her zaman kendisini bu psikolojiye iten insanların hayatını değiştirebilir gibi geliyor bana. ve bu değişimin süresi gece kapıya sırtını dönüp duvara bakarken uyuya kaldıktan sonra sabah uyanana kadar sürer en fazla. çünkü bu kitap için hayatımı değiştirdi tarzı ciddi yorum yapabilecek insanlar zaten her şeyden etkilenip, bu durumlara göre hayatına yön vermeye çalıştıktan sonra başarısız olan insanlardır. en fazla bürünecekleri şey bir melankoli havasıdır ki, bu durumu da kendilerine yenik düşüp anında ezerler. ya da (selim işık’tan gaza gelen turgut özben gibi) büyük kitaplıklara bakıp, bütün kitapları okumaya karar verirler aniden. ne yazık ki bu da, en fazla uyumadan önce okunan ve hemen uyku getiren kitaplar gibidir. en fazla 11. sayfaya kadar sürer. gel gelelim kitabın başından sonuna kadar bir gizem havasında olan olric’e. olric kitabın baş kahramanlarından olan turgut özben’in hayalinde yarattığı ve çeliştiği(sözde) bir hayal ürünü. ve kitabı okuduktan sonra şunu fark ettim ki, olric ile ilgili bir yazı veya bir anekdot paylaşan kişilerin en az %90’ı bu kitabı okumamış olup dahası olric hakkında ve de kitap hakkından en ufak bir bilgisi bile olmayan insanlar. hatta hiç kitapta olmayan ve olric’in söylemediği şeyleri olric söylemiş gibi gösteren insanlar bile var. bu durum kitabı okuyup saçma sapan triplere girmekten bile daha kötü gerçekten. bu da bizim kişilik manasında nasıl bireyler olduğumuzu açıklıyor. ve bütün bunları yapmak bile bir beklentinin ürünü.
içimde tuhaf alışılmadık bir huzur var. her akşam iş çıkışında geçtiğim caddelerde gördüğüm yüzler bir başka bu akşam. herkes ben dahil mutlu. belki uzun yorucu bir işin sonuna gelmiş olmak, amansız bir hastalığın ölen son hücresiyle hayata yeniden başlamak, sevdiğimiz insanın bizi sevmesi, tuttuğumuz takımın galip gelmesi, sevdiğimiz yazarın yeni kitabının çıkmasına iki gün kalması, ruhumuzu okşayan bir müzik…
geç saatlerde metroda pek insan olmaz, benim gibi işinden geç çıkan insanlar, belki arkadaşlarıyla biraz eğlenip eve geç kalmamak için son otobüse yetişmeye çalışanlar vardır.
metro hareket ettiğinde kitabımı çıkarmış tuhaf âlemlerde yüzüyordum. sonra yanımdaki genç kız çantasından yıpranmış bir tutunamayanlar çıkardı. gözlerimi kendi kitabımdan alıp kızın yüzünde biraz dinlendirdikten sonra elindeki tutunamayanlarda sabitledim. fark etti. ne düşündü acaba? elindeki kitabın benim hayatımı değiştirdiğini, en derin hüzünlerimin ve en uç sevinçlerimin kaynağı olduğunu biliyor muydu? kitabımı kapayıp çantama koydum. henüz kitabın başlarındaydı. doksan altıncı sayfa. kitabın sırtındaki numaradan bir kütüphaneden aldığını anladım. daha önce onlarca kez okunmuş, cümlelerinin altı çizilmiş, sayfaları bükülmüş, hatta yer yer yemek lekelerinin bulunduğu bir kitaptı. heyecanlanmıştım. bu muydu bu akşamki mutluluk sanrımın sebebi?
istasyonları bir bir geçerken kızın kulağındaki kulaklık dikkatimi çekti, dikkatlice kulak kabarttığımda hiçte hafif olmayan bir müzik çalıyordu. sinirlendim. hem zaten kitabı sıkılarak, istemeye istemeye okuyordu, sürekli şarkı değiştiriyordu elindeki telefondan. zorla mı okutuyorlardı. kim niye yapsındı bunu. turgut, selim, süleyman kargı, günseli en çokta olric, onlarda sıkılıyorlar mıydı şu kızcağızın elinde. hâlbuki ne sevinmiştim o kitabın çantadan çıkarılıp açılışına. neredeyse alkışlayıp sarılacaktım. ne yani şimdi bu kız sıkılıyor muydu? yüzüne baktım ne bir acı, ne bir tebessüm. belli ki kulağındaki müzik daha ilgi çekiciydi. hiç utanmıyordu üstelik. elindeki cümlelerin ağırlığından o kadar habersizdi ki. çekilen acıya o kadar yabancıydı ki içinde olduğu girdabın farkında bile değildi. arada bir kitabı kapayıp müziği değiştirmesine daha fazla dayanamadım. yavaşça; siz ne yapmaya çalışıyorsunuz dedim. gözlerini bana çevirip kulaklığını çıkardı. buyurun anlamadım der gibi baktı. duymazsın tabi, o müziği bir kapat hele dedim. (içimden)… yo sizde demedim dedim. terlemiştim ve gözüm seğiriyordu. şaşkın bir surat ifadesiyle tekrar kulaklığını takıp tutunamayanları okumaya başladı. artık dayanamıyordum. o kadar sıkılıyordu ki, sıkıntısını gözümle görebiliyordum. belli ki ödevdi bu kitap. ah şu kitabı ödev diye okutan hocalar tez elden kızılay meydanında sallandırılmalı ki ibret olsun. baktım metro son istasyondan önceki istasyona girmek üzere, hazırlandım. kapı açılır açılmaz kızın elinden kitabı kapıp çıktım metrodan. kısa bir çığlık attı kız ama peşimden gelmedi. niye gelsin, kurtarmıştım onu. kitap elimde çıktım istasyondan. gittim bir banka oturdum, rastgele bir sayfa açıp okumaya başladım. içimde metroya binmeden önce hissettiğim huzur vardı, bir hastalıktan kurtulmuşum da hayata yeniden daha bir şevkle başlamışım gibi