bugün

bildiğiniz gibi tiyatro çeşitli açılardan sinemayla sıkça kıyaslanmaktadır. bu kıyası tiyatroya kutsallık atfederek yapmak ne kadar şovenist ise sinema lehine "halk çocuğu raconu kesmek" de o kadar basittir. söylemler çok bildik aslında, bunları tekrarlamaya lüzum yok. lakin öyle bir karışıklık var ki ben henüz çözebilmiş değilim. takdir edersiniz ki sanatta iyi-kötü ayrımı çok belirgin değildir. aynı sosyal sınıfa mensup bireyler arasında dahi çok keskin sanatsal zevk ayrımları olmaktadır. zira olanca hızıyla metalaşmış olmasına rağmen hala sanatla bir ürün arasında biraz olsun fark varsa o farkın kaynağı buradadır. çünkü, sanılanın aksine aslında kimse sevmediği sanatla birlikte görünerek statüsünü belirleyemez. yani bunu yapmaya çabalar ama neticede sevmediği sanatı satın almaya(ne yazık ki uygun tabir bu) devam etmez. eğer ediyorsa artık o sanatın müşterisidir. neyse konu dağılmadan yuksarıda bahsettiğim karışıklığa değineyim.

sinemanın daha ezici bir sektör haline gelmesini ve uluslararası boyutta "ortak pazar" kurmasını düşünürsek, sinemadan daha çok paralar kazanılması ve çok daha fazla film çekilmesini anlayabiliriz. yani rakip olarak konulan bu iki sanat farklı boyutlarda. aslında temelden farklı sanat değiller ama ürün olduklarında farklılar. yani, sinemada daha çok para dönüyor. haliyle daha fazla film çekiliyor ve seri üretim de kaliteyi düşürüyor. zaten "iyi film" dediklerimizden belki daha da fazlası için "kötü film" diyoruz. bu kötü mevzusu elbette göreceli ama temelde anlaşılan beğeni referansları var.

tiyatroya gelelim, sinema kadar üretim yok/büyük paralar dönmüyor/seri üretim yok. yani tüm bu "pazara dair fonksiyonlar" tiyatroyu elit kılıyor. işte bu yüzden şu yaşıma kadar bir oyundan çıkan birisinden "kötü oyun" lafını duymadım. işte karışıklık budur. kötü tiyatro oyunu yoktur! daha doğrusu, tiyatronun elitzimi o kadar egemen olmuştur ki "iyi oyun" yerini "iyi sanat" kavramına bırakmıştır.

şimdi sizlerin, "sanatı ürün gibi algılamışsın lan yarraam" dediğinizi duyar gibiyim. bu noktada biraz insafınıza sığınıyorum zira 32.gün programında türban tartışılırken "neden küpe takıyorsun?" sorusuna "seviyorum da ondan" demek yerine "çünkü ben sanatçı ruhluyum" diyen genç adamın hissettiği o "ruh"u hissedemeyeli uzun zaman oldu.

bir diğer nokta ise, benim tiyatrodan anlamayan, sinemada bize dayatılan onca efekte-gürültüye kanan bir ahmak oluyor oluşumdur. (bkz: evet ulan hastasıyım)
sahneyi sevmeden sevilmeyecek olan.
sahnede insan görmeyi estetik bulmazsanız, tiyatro seyircisi olamazsınız mesela. sahnede, insanların karşısında durup da konuşmayı, susmayı, bakınmayı sevmiyorsanız da tiyatrocu olmanız imkansız.

tiyatro, bir sahne aşkı. kimseler yokken, kilitli kapıları açıp, sahnenin üstünde durmaya bile aşıksanız, tiyatrocusunuz işte. oynasanız da, oynamasanız da.
zaten tiyatro, çoğu zaman oynamak değildir.
tiyatro varoluşun ilk sanatıdır ve sonsuza kadar varolacaktır.
oynamadan oynamaktır...
adana'da bir bar/cafe. ortam falan çok orijinal. özellikle cafe kültürünüz kayseri cafeleri ile sınırlıysa. uzun saçlı sakallı ama küçük boylu sarışın adam çağrılınca hafif tebessüm ederek yanınıza geliyor. sempatik herifti lan. *
"insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır" tanımını tam olarak yansıtan ekiplerin alabileceği isimdir.

(bkz: anse)
bir gönül işidir. bir başlarsan eğer bir daha bırakamazsın. farklı farklı kimliklere bürünüp, kendinden bir şeyler katabilmek, özgürce sahnede gezinebilmek kadar güzel birşey yoktur. sahnenin heyecanı, kulis muhabbeti başka hiçbir yerde bulunmaz. herkeste bir tedirginlik, bir koşuşturmaca, eyvah benim sahnem şeklinde heyecan patlamaları sahneye çıkıldığı an biter. işte o an zaman durmuş gibi gelir insana ama ne kadar kısa sürdüğüne hayret edersin..
sanat dalları arasında bence en heyecan verici olanı tiyatro.
sahneye çıkmadan en az bir kaç ay önce oyununuz belirlenir.okursunuz.her bir satırını anlamaya çalışırsınız.daha sonra roller belirlenir.kendinizi canlandırdığınız kişinin yerine koyarsınız, onun gibi hissetmeye çalışırsınız.
derken provalarınız başlar.haftanın bir kaç günü olan provalar, oyun günü yaklaştıkça haftanın yedi günü olur.hergün sabahtan akşama kadar prova alırsınız. artık arkadaşlarınızla yönetmenlerinizle aile gibi olmuşsunuzdur. zaman geçtikçe herşey oturmaya başlar.
ve oyun günü gelir!
yönetmenin isteğiyle prova almak yasaklanır o saaatte sonra.herkes rolune konsantre olmaya çalışıyordur.kulisteki koşuşturmacalar, kimsenin birbirini görmemesi, makyaj, kostüm hazırlıkları vs vs ...
ve perde!
tüm oyuncular sahnedeki yerini almıştır.perdenin öbür tarafında anneniz, babanız, kardeşiniz, kuzenleriniz ve arkadaşlarınızın olduğunu bilmek sizi daha da heyecanlandırır.ışıklar söner ve perde yavaş yavaş açılmaya başlar.işte o an kalbiniz yerinden çıkıcak gibi olur.daha sonra oyun akar gider. artık sahnede bir yaşamı canlandırıyorsunuzdur.yüzlerce göz sizi izliyor ama siz farkında bile değilsiniz unutmuşsunuz.yüzlerce seyirci ne hayranı olduğu yakışıklı birini görmek, ne müziğini merak ettiği için ne de hayranı olduğu bir yönetmenin işi diye orada bulunmamaktadır.sadece oyunu canlı canlı izlemek için orada bulunur seyirci. sinemadan ayrılan en önemli yanı da budur.
ve oyun kazasız belasız sahnelenmiştir. derken müthiş bir alkış kopar ve o anda aslında ne kadar kalabalık olduğunuzu anlarsınız. yüzlerce seyirci sizi alkışlıyordur.
eğilir selamınızı verirsiniz ve siz de seyirciyi ve ışık odasından gözünüzün içine bakan yönetmeninizi alkışlar teşekkürünüzü belirtirsiniz. hayatınızın en güzel gününü yaşamışsınızdır.ve asıl yapmak istediğinizin bu olduğunu bu duyguyu yaşamak istediğinizi anlarsınız.
aşktır.
bu ülkede iyi bir tiyatro seyircisi olmanız bile sizi özel kılarken uğrasanların saygıyla anılması gerektiğini düşündüğüm sanat, eğlence değildir efendim sanatdır. bundandır iki bira keyfine beylikdüzünden kalkıp taksime muhabbete koşan arkadaşlarınızın sizi ekmesi,davetiye olmadıkça oyunlarınıza gelmeyişleri bundandır *
tiyatro ölüyor mu diyenlere malum bir yerimle güleceğim ben yine çünkü 'insanı insanla insanca anlatma sanatı' diye tanımlanan bir sanat insan varoldukça varolacak fakat kendi kısır düşünceleri ve atgözlükleriyle etrafa mal mal bakan zihniyetler hollywood filmleriyle uyuşmuş gelişme alanları sınırlı beyinleriyle seyircisi olma düzeyine bile erişemeyecekleri bu sanata çirkef atsın yine de varolacak tiyatro, nasıl ki insan onca zorluklara rağmen yaşama sevinciyle tutunuyorsa hayata insandan doğan insanla varolan bu sanatta öyle inatla tutunacak varlığına ve ben bu sanat varoldukça insan olmanın güzelliğini kavrayacağım daha fazla...
sahneye en çok yakışan, "ay pardon"u olmayan sanat dalı. üçüncü sanat.
bundan 5 ay önce şöyle demişim: tiyatro varoluşun ilk sanatıdır ve sonsuza kadar var olacaktır.

ancak şu an baktığımda tiyatronun yok olmaya yüz tutan bir sanat dalı olduğunu ve yok olması gerektiğini düşünüyorum. sahnede gördüklerimiz gerçek değildir, hiçbir karakter gerçek değildir hiçbir oyuncunun da olmadığı gibi, onlar sadece "gibi" yaparlar.

bir tiyatro oyununu bir sene içinde kaç kişi izler? bilmiyorum ama bildiğim tek şey şu ki bu gerek oyuncuların gerek yönetmenin vs. kalkınmasını sağlayacak bir meblağ değildir. bu yüzden günümüzde sürekli gördüğümüz üzere oyunculuk mezunu olan insanlar istanbula gidip dandik televizyon dizilerinde oyunculuk yapmaya başlarlar, artık onların kokusu yoktur bizler için, sadece bir kutunun içindeki silüetlerden ibaretlerdir, böyle olması da çok doğaldır.

evet tiyatro izleyicisi "kültürlü" "entel" kişilerdir. ancak aslında bu sanat dalına baktığımızda asıl hedef alınan kişilerin halk olması, en bilgisiz insanlar olması gerekir ancak o tiyatrolarda çalışan insanların da karınlarının doyması gerekir bu nedenle bilet fiyatı gibi ayrıntılar sanattan daha önemlidir.

evet tiyatro varoluşun ilk sanatıdır ancak artık insanlar evlerinde oturup çaylarını içerken görsel eğlence ihtiyaçlarını karşılayabilmekte, bu nedenle tiyatroya ihtiyaç duymamaktadır ve bunun sonucu olarak tiyatro yok olmaya mahkumdur.

bütün tiyatro izleyicileri duygusaldır ve yalnızce bu duygusallıktır tiyatroyu ayakta tutan. ancak artık duygusallığın da yetmediğini ve tiyatronun sonunun yaklaştığını hiçbirimiz görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz.

"yaşasın sinemanın yükselişi" diyerek bu yazıma bir manifesto havası katmak isterdim ama bu böyle bir şey değil. ancak görünen köy kılavuz istemez.

mutlu ve duygusal kalmanız dileğiyle.
"toprak üstüne tebesirle çizilen esrarli bir dört köse. Öyle bir dört köse ki, uçsuz bucaksiz hayatin en basibos kivrilislari onun darligi içine sigdirilacak, disaridaki realitesinden hiçbir sey kaybetmeden ona siğan hayat, disaridaki genislige sigmayacak kadar hudutsuz güzellik tecellilerine orada kavusacaktir. O, hayatin kantite gibi degersiz ve geçici yüzünü değil, kalite gibi derin ve sonsuz sahsiyetini zapteden ve onu molozlarindan ayiklayarak tasfiye eden, tıpkısını, fakat baska türlüsünü gösteren mistik bir aynadir."

turan karataş'ın TiYATRO YAZARI OLARAK NECiP FAZIL isimli makalesinden.

http://yayim.meb.gov.tr/d...r/sayi63/orta-karatas.htm
bi parçası olmak insana çok yüksek derecede gurur veren mükemmel bir sanat dalıdır, heyecandır. heyecanlıdır ve bu heyecanı asla bitmeyen sıcaklıktır. hayattaki nadir güzelliklerden biridir tiyatro. nefes almayı sevdirir insana.. doya doya içine çekersin tiyatroyu.. böyle bir tutkudur.
'Tiyatro, kitaptan uyanan ve insana dönüşen şiirdir.'
Federico Garcia Lorca
o ne tozdur ki, insan bir kaptı mı şifayı kurtulmak, kurtulmaya çalışmak nafile...
o içinizdeki yumrudur. yapamadığınızda yer sizi.
başkalarını izlemeye gidemez. gitsenizde komedi oyununda bile gözleri yaşlı çıkarsınız sahnedekileri kıskanmaktan.
o aşktır.
o ait olmaktır.
o hayatın aynasıdır. koltukta oturana sahnedekiler tarafından aksettirilen.
o özlemdir. sahneden inildiği andan tekrar çıkılana kadar geçen sürede.
o nankördür. herşeyinizi verirsiniz hiçbirşey alamazsınız. ama onsuz yapamazsınız.
o bilgidir.
o takım/grup/birlik olmayı yaş kaç olursa olsun insana öğreten öğretmendir.
o sayfalardaki kelimelerin insanlaştırılarak gösterildiği en güzel görsel şölendir.
zamanın, el emeği, göz nuru ve ter kokulu bir sevincin, alkış seslerine bulaştığı ve sahnedekilerin, zaferler kazanmış yorgun bir asker gibi aç karınla kaf dağına ulaştığı, kutsal sanat.
herkese lazım olan insan olmayı öğrenme yöntemi.
Şu sıralarda devlet tiyatrolarında yapılanları bir hayli kalitesizleşmiştir. amatör tiyatroların önünün açılması gerekmektedir kanımca.. sanatı sanat yapan halktır..
sanki sahnede doğmuşsun.sahnede ölmek en büyük arzun olur.tiyatro insanın aklını çeldi mi bi süre sonra kendisine aşık eder.bırakamazsız kopamazsın,üç kuruşa yaşamayı göze bile alırsın o sahnelerden kopmamak için.hayatın tiyatro olur.herşeye farklı bir pencereden bakarsın.büründüğün karakterlere kendini katarsın,o karakterlerle de her gün kendini keşfedersin.daha önce hiç bilmediğin yönlerin su yüzüne çıkar.o nedenle kim nederse desin tiyatroda rol-karakter uyumu çok önemli.iyi bir tiyatrocu her role girebilmeli bu da ayrı bir konu. sorsan sen nesin diye ben 10 üzerinden 3 taş çatlasın 4. ama gönül verdik bu işe.
(bkz: seviyorum ulan)
tiytro insanı maskesini çıkaran bir sanattır. yaşarken bocalayan insanın kurtuluş reçetesidir. zira hayatın bütün unsurlarını bir araya getirerek insana sunar. tiyatro sadece edebiyatın bir dalı değildir.
2 kısmı vardır;
- sahneleme
- edebi kısım

bu 2 kısmı beraber aldığımız zaman tiyatronun içinde;
dans, müzik, yazı, plastik sanatlar, resim, sinema, tarih, felsefe, fotograf, mimarlık, heykel, grafik, gösterge bilim, toplum bilim ruh bilim, halk blim, dekor, ışık ve kostüm olur.

Ancak tiyatro olabilmesi için bütün bu unsurların seyirci ile buluşması lazım; ancak o zaman tiyatro olabiliyor.
uzak kalındığında özlemden ağlatandır, "birdenbire hayatımın tümü oldun gecelerime gün gibi doğdun" denilesidir, eşi benzeri yoktur. *
kendini ifade etme biçimidir. hayatın bildiğimiz ve kimi zaman görmek istemediklerimizi trajikomik, dramatik veya komedi şeklinde yansıtır. eskiden orta oyun ve meddahlıkla gelişen tiyatro osmanlı sokaklarında gizlice oynanırdı. kadınların oynaması haram olarak görülür, kadın yerine erkekler kadın kılığına girerdi ya da ecnebi hatunlar seçilirdi. şimdilerde para getirmeyen meslek olarak görülse de, en saygın ve öğretici mesleklerdendir. gerçek tiyatrocular dizi oyunculuğuna geçmek yerine kalıp insanları kazanmalılardır.
eger oyuncular komedi oynarken seyirciyle birlikte gulebiliyorsa,dram ya da politik bir oyun oynarken "bak ben burda ayar verdim,anlamadiysan gozune sokayim da rahat anla"tarzinda oynayabiliyorsa bu sanat dalinin ne kadar itici oldugunu gosterir.ya da ben fazla oyun seyretmedigim icin yaniliyorum.
Çabam ve hayatımdır.

--spoiler--
http://www.youtube.com/watch?v=IaBiVkMJP70&feature=related
--spoiler--
türkiye'de, bindiği bir gemiyle meçhul bir yolculuğa çıkan sanat dalı.