john huston yönetmenliğinde çekilmiş, 1951 tarihli hollywood filmi.

basrollerini Humphrey Bogart ve Katharine Hepburn paylaşmışlardır. Humphrey Bogart bu filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu oscarını almıştır.

çok güzel bir aşk ve aynı zamanda macera filmidir.

konusu; birinci dünya savası sırasında almanlar kongo yu işgal eder. işgalde abisini kaybeden rose sayer* alkolik kaptan Charlie Allnut* ile güvenli bir ülkeye kaçmaya calışır. ve bu yolculuk sırasında hem düşmanlarıyla, hem de birbirlerine karşı oluşan aşkla başa cıkmaya calışırlar. *

edit: lan sözlük acılalı bi seneyi gecti. hala bu filme allahın kulu bişey yazmamış ya, ona sasırdım...
---olası spoiler ibaresi---

hollywood mc cartysm ile kızıl avına çıkmışken humphrey bogart ve katherine hepburn technicolor’ a maruz kalıyor. siera madre’ de döktüren bogart’ dan bu filmde ise fazla bir şey beklememek gerekiyor.

hem hepburn hem de bogart’ ın kariyerlerinin ortalarına denk gelen bu melodramatik macera 51 yapımı olup yine bir john huston filmi. ilk denemesi maltese falcon’ da döktüren huston bu filmde ise beklenen tadın oldukça uzağında. ya da ben beklentimi biraz yüksek tutmuş olabilirim, bilemiyorum.

1914 yılında savaşın yeni başladığı dönemde africa’ da geçen öyküde mr allnutt kardeşi ölen miss sayer’ e yardım etmek için külüstür teknesine alır. bayan onu büyük bir alman gemisini batırmak için zorlu bir yolculuğa ikna eder ve olaylar kurulur. bu arada zifaf sonrası isimlerin charlie ve rose olduğunu öğreniriz. ilginç tabi…

kabul, bu senaryonun filme çekilmesi gerçekten zor. ki zaten filmin bir kısmı afrika’ da çekilirken bir kısmı da londra’ da stüdyoda çekilmiştir(nehir sahnelerinin bir kısmı da dalyan’ da çekilmiş hatta, ille söylenir bu da ya, neyse). dönemin teknik alt yapı ve imkan kısıtlılığını bilmekle birlikte senaryonun biraz revize edilmesi ile çok daha iyi sonuçlar alınabileceğini düşünüyorum. 50 ve 60 lar hollywood sinemasının en büyük hatalarından biri olan perde görüntüsü kullanımı(günümüzde rağbet gören gren screen kullanımının da dedesi olur bu) filmde bolca mevcut. kimi yerlerde bu çok fazla göze batmazken bazı sahnelerde cidden can sıkıyor. yine arada geçen belgesellerden alınma görüntüler (yanılmıyorsam gregory pack’ li the snows of kilimanjaro’ da da aynı etkiye maruz kalmıştık.) sineğin küçük de olsa mide bulandırabileceğini gösteriyor. ve tabi sinek demişken o sineklerin hücuma geçtiği sahne herhalde filmin en kötü sahnesi. o yapaylık, o çaresizlik resmen üzüldüm yahu bu ne patetik bir görünümdür…

sonuçta film melodram elbette ama yine de huston gibi daha önce çok iyi işler çıkarmış bir yönetmenden bunları beklemiyor izleyici. en azından bu kadar zorlanılan sahneleri filme almayabilirdi diye düşünüyorum. ya da janr dışı hareketler bazı yönetmenleri bozuyor mu ne?

filmin başındaki mr allnutt’ ın purosunu kapışmak için ayinden erken çıkmaya çalışan köylüler, pederin kardeşinin teknede adrenaline bağlı yaşadığı haz ile karakterine ters olan bir ilişkiye kendini bırakması gibi ufak tefek güzel detaylar da yok değil.

---olası spoiler ibaresi bitti---

sinefillere yine de önerilir. ama fazlaca boş vaktim yok diyorsanız zaman kaybı.
izlemeyi sürekli ertelediğim yönetmen ve oyuncu kadrosu için sonunda izlemeye karar verdiğim ve beni pek tatmin etmeyen huston yapımı. tamam macera tamam tatlı bir aşk tamam üst düzey yıldızlar ama ilerisini göremedim.

filmde bize komik gelen sinek saldırısı, stüdyo çekimleri vb üzerlerinde pek durmamak gerekir ki bunlar sinemayı ileri götüren yenilikçi hareketlerdir.meliesin kullandığı şimşek efektleri ya da kamera hileleri gibi.
zamanın ötesinde günümüzün gerisinde.
biraz önce tvem de idi.
Mükemmel bir film ve oyuncu performansları. Film iki kişi ile ilerliyor ama iki büyük oyuncunun performansı sizi her karesine hayran bırakıyor. Belki bir vatanseverlik filmi gibi görünebilir ama anlattıkları ve iki karakter arasında geçen diyalogları ile öyle bir film olmadığını anlıyorsunuz.