bugün

Ülkücü kardeşi Zakir Alkan ile birlikte komünist katiller tarafından şehit edilen ülkücüdür. Mekanı cennet olsun... Zakir alkan ve kendisi hakkında yusuf ziya arpaçık tarafından yazılan yazıyı aşağıda okuyabilirsiniz.

--spoiler--
UNUTMAK iHANETTiR !

1976 senesinde üniversite tahsili için geldiğim istanbul’da, Fatih semtindeki Erzurum Talebe Yurdu’nda kalırken, Süleyman Aslan’la aynı odayı paylaşırdık. Aynı zamanda Edirne-kapı, Çapa ve Atatürk Öğrenci Yurdu’nda spor dersleri verirken, Süleyman da bu çalışmalarımda yardımcı olurdu. Kendisi uzak doğu döğüş sanatları dalında siyah kuşak sahibiydi.

Bu arada mahallenin çocuklarıyla muazzam bir dostluk kurmuş, okul dışı zamanlarımızı birlikte geçirir olmuştuk. Zakir Alkan bizim karşımızdaki sokakta ailesiyle birlikte oturuyor ve Vatan Lisesi’nde tahsil görüyordu. Annesi, rahmetli Nermin teyze, Erzurum yemekleri yapar, bir nebze olsun bizi gurbet havasından uzaklaştırırdı. Hele ramazan aylarında bütün komşular bizim için seferber olur, herkes elinden gelen ve gücü yettiği nispette yiyecekler hazırlar ve yurdumuza gönderirlerdi. Bu komşulardan en unutulmaz olanı sokağımızda berberlik yapan Elazığlı Cengiz Usta ise bizlere büyüklük yapar, ufak tefek ihtiyaçlarımızın karşılanmasında çok büyük gayret gösterirdi. Zakir’in ağabeyi Nazmi Alkan ise taksicilik yaparak hayatını kazanmasına rağmen, günün büyük bir bölümünde arabasını bize tahsis ederek faaliyetlerimize katkıda bulunuyordu.

Biz de çevremizdeki okul çocuklarına dersler verir, âdeta bir dershane gibi onlara yardımcı olurduk. Günde üç-beş şehit cenazesi kaldırdığımız o ağır savaş ortamında bile, sevgi ve muhabbetimizi onlardan esirgemez, her dertlerine ortak olurduk. Bu arada Süleyman, geceleri Kocamustafapaşa’da bir fırında çalışıyor, ailesine yük olmadan tahsil hayatını devam ettiriyordu.

Ülkemizin bu karanlık, kapkaranlık ortamında, ihanet odaklarına karşı verdiğimiz mücadele, aşırı bir yoğunluk kazanmış, morglar ve hapishaneler, bizlerin mecburi durakları olmuştu.
Sağmalcılar Cezaevi… Kavurucu bir sıcak… Günlerden Çarşamba, görüş günü ve adım anons edilmeye başladı. Görüşme kabinine gittiğimde Süleyman, Zakir, Orhan Ulusoy ve bir kaç arkadaşı beni beklerken buldum. Heyecanlı ve hararetli bir selâmlaşmadan sonra, Zakir başladı anlatmaya, ailesi onu Erzurum Lisesi’ne naklettirmiş, o da tatil için geldiği istanbul’da hemen cezaevine bizleri ziyarete koşmuştu.

Bana selam gönderenlerin tek tek adlarını sayıyor, el-kol hareketleriyle bağırarak konuşuyor, herkesin sesi birbirine karışıyordu. Bu arada Süleyman tebessümle bakarken lafa girdi, bir hafta önce Aksaray’da saldırıya uğramış ve kalbine yakın bir mesafeden bıçak darbesi almıştı. Bir taraftan kazağını yukarıya sıyırarak yarasını bana gösteriyordu. Benim mahzunlandığımı görünce de teselli vermeye çalıştı:

-Aldırma hoca, bu can o kadar tatlı değil…

Evet çok doğru söylüyordu Süleyman, bizlerin canı, ülkemiz kadar, ülkümüz kadar tatlı değildi.
Nihayet ‘Yırtıcı bir zil’ yirmi dakikalık görüşmenin bittiğini haber veriyordu. Ayrılık çok zor oldu. Önce onlar geri geri giderek gözden kayboldular. Bende koğuşun yolunu tuttum. Hapishane maltasında yürürken bir yandan az önceki görüşmeyi kafamda tekrar yaşıyordum. Süleyman’ın en sert cisimleri bile eritecek kudrette olan keskin bakışları önümde büyüyor, büyüyor cazaevinin her yanını, istanbul semalarını ve hatta bütün arşı kaplıyordu. Onun hüzün dolu gözleri, gördüğüm her eşyada vücut buluyordu âdeta.
Bu görüşmeden iki gün sonra…

Sabah erkenden kalkıp bahçeye çıkmıştım. Güneş henüz yüksek duvarları aşıp bizlere ulaşamamıştı. Bahattin Dursun isimli arkadaşımız kapı mazgalından uzatılan gazeteleri alarak bahçedeki büyük masanın üzerine koydu. Akşam elektrikler kesik olduğundan haberleri dinleyememiştik. Bu sebepten he-men masanın başına toplandık. Gazetenin ilk sayfasına baktığımda âdeta bir alev topunun içine düştüm. Gözlerim karardı. Yıkıldım. Kanlar içerisinde iki civan… iki şehit… iki can…

Sanki iki önemli uzvum bedenimi terketmiş, diğerleri de ayrılmak için sıra bekliyorlardı. Ruh dünyamda yeni bir deprem daha yaşıyordum. Ya Rabbim, bu kaçıncı sarsıntı!..
Gazete elimde, donup kaldım… Takvimler Cuma günü, 9 Haziranı gösterirken zaman bir kez daha durmuştu. Görüşmemizden sadece iki gün sonra o kalleş pusu, Vatan Caddesi’nde onlar için kuruluyordu.
Kulaklarım uğulduyor… Nefes alamıyorum… Sanki beynim delinmiş, sızan kanlar kulaklarımdan akarken boynumdan göğsüme doğru bir ılıklık hissediyorum. Kalp ve diğer organlarım hayati vazifelerine son veriyorlar. Bir arkadaşım kolumdan sıkıca tutup sarsıyor:

-Merak etme, intikamımız çok daha acı olacak…

Ben onu duymuyorum bile. ‘Yüz kişi ölse ne olur’ diyorum sessizce.
Aynı dakikalarda uyduruk bir bahane bulan komünist unsurlar koğuşumuza yönelik bir saldırı başlattılar. Anlaşılan bizim yasımıza bile tahammül edemiyorlardı. Hapishane kanlı bir tarlaya dönmüştü.
Dışarıda bu saldıraya cevap veren ve zulmü payidar etmemek için kellesini ortaya koyanlar, olağanüstü bir gayret göstermişler ama acımız ebedi yüreğimizde kalmıştır. Her türlü faaliyete rağmen bu çabalar, bir Zakir’in, bir Süleyman’ın acısını dindirmeye yetmedi, yüreğimiz onlar için hep kanadı, hep yandı…

Yusuf Ziya ARPACIK
--spoiler--

Aynı yemini eden kaçıncı nesiliz bilmiyorum! Ancak intikam alınacak inşallah! Allah yolumuzu açık etsin...

görsel
Bu Vatan için Canlarını Veren Aziz Şehitlerimizden birisidir. Allah rahmet eylesin, komünist kızıl piçlere fırsat vermesin.
allahtan korkmaz, kuldan utanmaz dekolte kafa.
adım gibi eminim ayakkabı kutularının yanında bulunan para sayma makineside devletin bankasının demirbaş kayıtlarında mevcuttur. bu kadar halt yiyen bir adam işgüzarlığı da göz ardı etmez. para verip almaz o makinayı
Diğer banka müdürleri gibi kendini çok zengin eden halk bank müdürü.
17 aralık operasyonundan sonra tutuklanan halkbank'ın eski genel müdürüdür.

tahliye olmuştur. vay amk!
ağzını sıkı tutmuş akp'li abileri tarafından kurtarılmıştır.

sorsan hepsi müslüman.
Sinan aygün ün akplisi.
anladığım kadarıyla ifadesinde ayakkabı kutusu içerisindeki 4.5 milyon doların "nereden" geldiğine, yani kökünün nerede olduğuna ilişkin en ufak bir beyanda bulunmamış. buna rağmen serbest bırakılması da şu anlama geliyor ki deliller şu veya bu şekilde "karartılmış."

bütün dünyanın bildiği şeyi kimden saklayabilirsiniz ki? bu adamı bu şekilde sokaklara salmak bir kere en başta adamın aleyhine olur. bir gün birileri çıkar, gözünü karartır, bu adamı mermi manyağı yapar. geberir gider. bunu yapmak için binlerce nedeni olan on binlerce insan var bu ülkede.

bütün bu olanlara rağmen ülkede kalabiliyorsa muhtemelen yurt dışı yasağı var. eğer olmasaydı şimdiye çoktan ülkeyi terk etmişti. ha, o yasağı da mutlaka kaldıracaklar, ama ne zaman, onu bilmiyoruz.

böyle hukuk sisteminin amına koyayım.
son yapılan genel kurul toplantısı ile yönetim kurulu üyeliğinden çıkarılmıştır.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/26125712.asp
ziraat bankası yönetim kurulunda ki görevinden istifa etmiş kişi.
kayıplara karışandır. dolar dersem çık, lira dersem çıkma.
Zarrab: Süleyman Aslan 'Büyük risk aldım, rahatsızım' dedi.

http://www.bbc.com/turkce..._5a2026afe4b0694b290affd3
Sarraf: Ne zaman Süleyman Aslan'ı arasam borçlu çıkıyordum. Bu yüzden Aslan'a daha fazla rüşvet vermemek için Happani'den bir belgeye Photoshop'la imza yerleştirmesini istedim.

https://tr.sputniknews.co...raf-davasinda-ucuncu-gun/