bugün

Çok fazla hayal kuruyorum. Çok plan yapıyorum. Sonra çok üzülüyorum.
Bu sefer farklı olacak diyorum ve tekrar başlıyorum.
Burada sızlanmayı bıraktığım gün bir şeyler yoluna girmiş demektir. O zamana kadar başınızı ağrıtacağım mehhehe.
her gün bugün erken yatacağım dediğim halde, bir türlü beceremiyorum.
iğrenç bir alışkanlık, geç yatmak.
Yaşıtlarımın çoluk çocuk sahibi olduğu yaşlarda kendime bakıyorum da neyse.
“Güvenmeyi öğren. Sevmeyi öğren. Affetmeyi öğren. Hayal kurmayı öğren. Cesaret etmeyi öğren. Merak etmeyi öğren. Değişmeyi öğren. Ayakta durmayı öğren. Dayanmayı öğren. Mücadeleyi öğren. Konuşmaktan çok dinlemeyi öğren. Öğrenmeyi öğren. Akıllı insanlar öğrenmeyi sever’’
Oku, mezun ol, iş bul, evlen, 3 oda salon ev al, koltuk takımı al.
Her gün o koltukta oturup aptal dizilerin beynini kirletmesine izin ver, çocuk yap...
çocuğun ile ilgilenmekten kendini unut, çocuğunu büyüt.
çocuğunun aynı evrelerden geçmesini izle.
öl.
Hayat bu mu gerçekten?
kimseye bağımlı olmayan sağlam karakterli yardımsever insanlara bayılıyorum.
her aşık şair gibi bende sevdiğime kavuşamayacağım sanırım. sahiden neden hiçbir aşık şair sevdiğine kavuşamıyor? ferhatlar, mecnunlar neden mutlu olamıyor?
millet çok gergin, toplum yay gibi, herkes birbirine sarıyor deyip duruyoruz. peki nasıl sakinleşeceğiz kardeş?
Bir işten anlıyorsanız mal gibi “ben biliyorum” diye atlamayın. Sizi menfaatleri uğruna kullanırlar. Pişman ederler.
istisnasız sevdiğim tüm şeyler sevdiğim insanlara göre şekil alıyor. Mesela o hangi basketbol takımını destekliyorsa ya da hangi keki yiyorsa benim de favorim o oluyor. Aslında hoş olmayan bir şey. Beni ben yapmıyorlar bu tarz şeyler ama senelerden beri önüne de geçemiyorum. ilginç.
Cok mutsuzum sozluk.
Okulum dag basına tasındı guzelim organik bahcede oturamayacagım artık , ders aralarında yandaki manava gidip mandalina alamayacagım , canım sıkılınca carsıya cıkıp gezinemeyecegim , bahcedeki kedilerle kopeklerle oynayamacagım...
Kampuste degildi bizim bolum kucuk sıcacık bi bahcesi olan bir binadaydı ama biz de artık kampuse tasınıyoruz ve sehir merkezinden uzakta. Su an okula gitmek uzereyim ama ayaklarım geri geri adım atıyor.
Doga severler aglıyor su an...
görsel
insanı değiştirmek dünyanın en zor şeyi. Öyle zor ki, Dünyayı değiştirmek daha kolay.
yaşamımın hiçbir döneminde bu kadar yoğun olmadım sanırım. yapılması gereken yüzlerce şeyin yanı sıra hatırlamam gereken binlerce detay var ve hepsi birbirine girmiş olduğu için iyice unutkan olmaya başladım. ben de kendimi fil hafızalı falan sanıyordum, meğer önceleri anımsamam gereken hiçbir şey yokmuş. *insanlar neden bir ajandaya gerek duyar ki diyordum, şu sıralar sebebini idrak ettim, sahiden kurtarıcı bir zımbırtıymış fakat unutkanlığım öyle bir boyuta geliyor ki bazen ajandama bakmayı da unutuyorum.. bu hafta, hafta sonum dahil tam gün dolu, en azından bu haftadan sonra bir tık rahatlamış olacağım.

büyümek böyle bir şeyse ben dedemi alıp dağlara gidiyorum.

hoolaaadioo !

http://www.youtube.com/watch?v=Pu7MjOd0o0Y

ha bir de, basit bir haltı dahi beceremediği halde liderlik vasfı üstlenmeye çalışan aptal insanlarla uğraşıyorum. pasif agresif tutumlar psikolojime zarar verebilir, iyisi mi direkt kafalarını ezeyim.
bütün sözlüklerde gördüğün en ama en saçma başlık.

insanlar sözlüklerde niye yazarlar? aklında, kalbinde ne varsa onları yazmak istedikleri için yazarlar. bunun için de tonlarca başlık var. e o zaman sözlük yazarlarının söylemek istedikleri başlığı da ne oluyor arkadaş. deli misiniz? deli mi sikti sizi?
Bir şeyleri çok sıkı tutmanız, onun elinizde daha fazla kalmasını değil, kayıp giderken avuçlarınızı yaralamasını sağlar.
kahvaltıdan sonra da uyumak istiyorum. Şöyle öğleden sonra 1 2’ye kadar
yazar olsam söyleyeceğim de olmuyor.. Uludağ sözlük ömrümü yedin.
"Titresin bir mum alevinde, o eski günler..."

sezen abla böyle diyor mazi için, aynı ismi taşıyan şarkısında.

zor zamanlardı...

geçen yıl, şu ankinden sadece bir harf eksiği bulunan bir nick ile yazardım burada; ki o harfin hangisi olduğunu tahmin edebilirsiniz!* 2018'in bu periyodunda, yani yalnızca bir yıl önce, sıkıntılar öyle üst üste geldi ki... enteresandır, diğer sıkıntılar yetmiyormuş gibi bir tanesi de bu sözlükle ilgili sıkıntımdı. neyse, neticede ben de hesabımı kapattım, gittim.

dediğim gibi, 2018'in bu dönemlerine ve sonra bir de bugüne bakıyorum da, hayatımda bir senede neler değişmiş böyle...

gerçekten zor zamanlar yaşadım. hayatımı alt üst edebilecek, ateşten gömlek diye tarif edebileceğim dehşetli bir süreçten geçtim. çok yakardım, çok dara düştüm, belki zaman zaman isyan etmeme ramak kaldığı dönemler de oldu. hiç haketmediğim şeylerle karşılaştım. ama en sevdiklerimin bile sırt döndüğü o dönemde beni motive eden yegâne şey, alemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu sultanın şu sözleri oldu:

"ey sıkıntı, şiddetlen! nasıl olsa biteceksin!"

allah'a binlerce defa şükrederim ki, şiddetini her geçen gün biraz daha arttıran bütün o sıkıntılar geçmişte kaldı. sonunda bitti! abu sınavdan alnımın akıyla çıktım.

şükürler olsun.

bazen öyle süreçler yaşıyorsunuz, öyle zorlu tecrübeler çemberinden geçmek zorunda kalıyorsunuz ki... bütün bunların size kattığı en önemli şey, çevrenizdeki insanlar için ne anlam taşıdığınızı anlamanıza vesile olması oluyor belki de. o problemli süreçte bana sırt çeviren öyle sahte dostlar gördüm ki... bugün her belayı def ettiğimi görünce belki mahcubiyetlerinden, belki gururlarından yüzlerime bakmaya cesaretleri olmadığını görüyorum. o çetin sınavım süresince, haklı olduğumu da bilmelerine rağmen, bana destek olmak yerine kaçıp giden insanların payına yine kaçıp gitmek düşüyor şimdilerde, ama bu defa saydığım "belki" diyerek saydığım ihtimaller yüzünden. yine de hakkım onlara da helal olsun, hiçbir boş şeye takılmaya değmeyeceğini gösteren bir süreçten sonra bu helalliği vermek zor gelmiyor insana.

tam bir yıl önce bana "gelecek yıl bu satırları yazacaksın, bütün dertlerini geride bırakmış olacaksın" deseler, "dalga geçiyorsunuz herhalde" derdim. ama kader dedikleri böyle bir şey olsa gerek, mucizelerle dolu... güneşin doğuşu, karanlığın en yoğun olduğu vaktin peşine geliyormuş. hayat bunu bana yaşaya yaşaya, benliğime kazıya kazıya öğretti.

velhasılı kelam; kötü günler geride kaldı, şimdi sırada iyi günler var inşallah!

"Titresin bir mum alevinde, o eski günler.
Bir gümüş çerçeveden seyret yine maziyi.
Bir nezaket, bir ince söz belki;
O sararmış resmin hayat bulur yeniden.
Ah nerede hani, ah nerede hani,
Bir şiir gibi narin ve sevdalıydı geçen o zaman.
Ah yanarım yanar, ah yüreğim sızlar,
Bu bir vazgeçiş mi yoksa?
Bir hasret ki, her sabah gün ağarırken ben;
Dilerim yeter ki gün eksilmesin penceremden.."

allah kimsenin penceresinden gününü, güneşini eksik etmesin.

ah mazi, her zaman bir buruklukla ve o çekilen sürecin sızısıyla anacağım bir hatıralar silsilesi bıraktın bana.

not: o sabrı gösterip bu satıra kadar okuyan varsa hakkını helal etsin, kafa şişirmişizdir belki. ama bu içimdeki bir yere dökmem gerekiyordu. sanırım uygun park yeri olarak, uzun bir aradan sonra dönüp geldiğim bu sözlüğü seçtim.*
Şerefsizim, her şeyi geride bırakıp (sevgilim hariç, o da gelecek benimle) 5 parasız dünya turuna çıkmamak için kendimi zor tutuyorum. Bunu istesem yaparım, gittiğimiz yerlerde çalışarak karnımızı doyurur, barınacak bir yer de buluruz ama işte şartlar ve koşullar el vermiyor.
son zamanlarda, kendi kendime yabancı oldum. ne ilginçtir bu yabanilik, kendi içimde bir çatışmaya da sebep olmuyor. içsel bir değişim için halbuki bir zıtlığın kaim bir mücadelesi de şart.. o halde yaşadığım şey binaenaleyh bir arafta kalmaktan başka bir ifadeyle anlamlandırılamaz.

dışardan nasıl gözüküyorum bilmiyorum bu sebeple. belki de antipatiktir. açıkçası bunun bir önemi yok. çünkü dışsal etkilere, insanların benim hakkımdaki düşüncesini, benim içsel bir kendi özüme olan iç görüden daha mühim olarak görmüyorum. yine de söyleyim ki, olağan dışı bir hareketim olmuşsa insanlara karşı, kusura bakmamalarını rica ederim.

fazla uzatmak istemiyorum, gerçi okunmasından ziyade benim bunu bir şekilde yazmam kendi özüme bir manifesto niteliği taşıyor. ancak buraya kadar okumuş zatı muhterem içinde okuduğu zahmet içün affımı istirham ederim. velhasıl araftaki ben, zıtlığın müspet tarafı için kendime bir muktedir olma zorunluluğu atfediyorum. bir bunalım sükuna ancak bir mücadehe sonunda erecektir. bu durumdan çıkmak ancak yine bir ruhsal denge ile yumurtanın içten kırılıp yeni bir hayatın sadrı gibi, bu içsel buhran, allah'ın nurunun bir tecellisi ve rahmetiyle tard olacaktır.

gayret bizden, dua dosttan, tevfik allah'tandır...
o kadar çok özledim ki.. eski dostlarımı, heyecanlarımı, dünyaya ve insanlara dair koskocaman umutlarımı, deliliklerimi, cesaretimi, kaybedip bir türlü bulamadığım kendimi.. her şey çok güzel gidiyordu temmuz 2016'ya kadar. bu hayattan ciddi anlamda keyif alırdım, her yeni güne dinç ve mutlu uyanırdım bütün bir enerjimle. 2016 temmuz ile 2017 mart arası hayatımın net en kötü ve en zor dönemini yaşadım. zirveden yerin dibine çakılmış gibi hissettirmişti bana. iliklerime kadar kimsesiz ve yorgundum, iklim de çok sertti o zamanlar. nefes alıp verişim yalnızca ızdırap demekti benim için. bir ergen ya da pireyi deve edip her daim triplere girmeye meyilli bir kişi değildim. sonrasında 2017 eylüle kadar olan periyot adeta yeniden kendime geliş dönemim oldu, huzura yeniden eriştim sandım, ta ki eylüle kadar.. 2017 eylülden bu döneme kadarki süreç ise sevimsiz bir stabillikle devam ediyor hala. insan tutunacak bir dalı kalmayınca eskilere sarıyor daha da kanamak için oluk oluk. delicesine ihtiyacım olan o sıcaklığı, o şefkati son yıllarda hayatıma giren kimseden bulamadım desem yeridir. kötüler diyemem, çok da iyi insanlardı ama kimyalar tutmayınca bütün iyi niyetler havada kalıyor bir süre sonra. içimdeki beş yaşındaki çocuk yıllardır büyüyemiyor. hayır, bu öyle güzel bir çocukluk değil. "yaşı ilerlemesine rağmen ruhu hala çocukluğunu koruyor" cümlesindeki pozitiflikten çok uzak bir çocukluk benim ruhumdaki. büyümeye ihtiyacı olan, büyüyebilmeyi bir türlü beceremeyen bir çocuk bu. beyni, aklı büyümüş, dallanıp budaklanmış ama ruhu hala bir fanusun içinde, küçük ve can çekişmekte. aklı, fikri, beyni büyüyüp gelişince insanın aynı paralellikle ruhunun da büyümesi gerekiyor. yoksa bir tarafta kocaman bir adam diğer tarafta küçük bir çocuk aynı direksiyonda olmuyor. sürekli bir çatışma, sürekli bir kaos. halbuki şefkatle, sevgiyle büyümeye ihtiyacı var, tek başıma büyütemiyorum ben onu. başını yaslayabileceği bir göğse, saçlarının okşanmasına, sırtının sıvazlanmasına ihtiyacı var. yetemiyorum. yaramaz, arsız bi şey de değil halbuki. çekingen, kırılgan, masum. belki de bu yüzden onu büyütecek bir insan çıkmıyor. neden insiyatif alsınlar ki, en pratiği birkaç boş ve işe yaramaz güzel dilek bırakıp kaçmak. bir yara getiriyorsun önüne insanların, onu sarmak yerine kesip atmayı teklif ediyorlar sana bütün bir organla birlikte. sahi, hangi limana sığınacağım ben? ne okyanuslar kaldı eskitmediğim, ne de açık denizler. ne somalili korsanlar kaldı, ne de savaş gemileri direnmediğim. hızla su alıyorum henüz batmasamda. beni bağrına basacak, sahiplenecek, yeniden hayat döndürecek o liman ya inşa edilmedi ya da çoktan işgal altında. denizin dibi çok yakın. biliyorum.
Bugün sarı renge fobisi olan biriyle tanıştım. Üzerimdeki kazağı görünce çığlık attı resmen. ilk olarak sarı en sevdiğim renk, resmen kalbim kırıldı. ikinci olarak böyle bir fobi cidden zor olmalı. Kimin bedduası tutmuşsa artık, Allah kurtarsın*
bazen hayatı sorguluyorum, bazen hayat beni sınıyor.