bugün

hafta sonu kardeşim ziyarete geldi. goy goy yaparken, hadi sözlüğe fotoğrafını ekleyelim; bakalım n'olacak dedim. o da önce yapma lan dese de, ekledik. sonuç: dünün kötü entrylerinde 11. oldum.
kardeşime telefon edip, en yakın yüksek binadan kendisini aşağıya bırakmasını söyleyeceğim birazdan. seoviler bir gencin daha hayatını kararttınız.*
(bkz: sözlük erkeklerinin fotoğrafları)
ekşi gibi orijinal bir şey yapın da yararlansın yavrucaklar.
Cips ve bisküvi paketlerini tersten açmayı sevmiyorum.
Kar yağıyor ve bunun benim üzerimdeki etkisine katlanamıyorum. Gözlerim doluyor. Kimse bilmez. Anlamasınlar diye çabalamaktan da yoruldum.
Aşık oldum be sözlük. Gerçekten aşık oldum. Daha önce aşık olduğumu düşündüğümde yanılmışım. Bu sefer çok değişik duygular yaşıyorum, ilk kez aşık olduğumu düşünüyorum. Çünkü hiç böyle olmamıştı. Tarif edilemez birşey. Birisi karnımda kelebekler uçuşuyor dediğinde hep saçma gelirdi bana ama resmen bunu yaşadım. Her konuşmamızda elim ayağıma dolaşıyor, adını duymam bile kalbimin ritminin değişmesine sebep oluyor. ilk defa anneme anlattım birisini o da anlayışla karşıladı sağolsun.
şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar.Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.

aşık mı oldum?
niye bu kadar canım yanıyor.
kalbim acıyor.
her saniye onu düşünmekten başka bir şey yapamıyorum.
kaçıyoruz birbirimizden ama o gözlerini kapattığında yüzünü izliyorum gizli gizli.
ne tatlısın.
öpsem, koklasam seni.

neden gururumuz bu kadar ağır basıyor?
o bir adım atsa ben ona koşarım.
o adımı atmazsan
beni bir daha yakalayamayacaksın ki.
biliyorsun da niye gelmiyorsun.
cesaret et, benim için et.

içmek bile iyi hissettirmiyor artık.
yoksun ulan yoksun işte.

bu melankolik hallerimden ben de sıkıldım sözlük.

pilli bebek/haram geceler dinleyip duruyorum.
hep mi ağlamaklı.
küçükken balık yedikten sonra su içince balıkların canlanıp yüzeceğini sanardım.
insan hayatında bi' kez aşık olur yalanına inanmayın şekerler.
neşet ertaşın sesini de türkülerini de sevmiyorum. seviyorum diyen birçok kişinin de yalan söylediğini düşünüyorum. overrated.
Hayatimda hıc bu kadar kendimi yalniz hissetmemiştim.Keşke gerıye dönebilsem.Zamani gerı alabilsem.Kımseye kendımi anlatamadigim bi donemdeyim.Sevdigim adamla bile konuşamiyorum.Yada o sevdıgim adam mi???Bunu düşunuyorum bu sıralar..Aslinda kırıla kırıla gerıye bısey kalmadi.Sevdigimi mi saniyorum acaba??kendimi mi kandiriyorum??...Ah su dost aci söyler lafi yok mu?? Gercekten oyle... " Bir yalani yasiyorsun Lina..Cok pişman olacaksin...derken bir dostum...susuyorum...Gercekten oylemi yapiyorum ben...Tek bildigim kimseyle konuşamadigim..
benim canım çok yandı ama bunun ne önemi var dimi?
yatarak mesaj attığımda hep telefonumu suratıma düşürüyorum.
aşkın mevsimi yaz değil kış,yaşı da 17 dir.
Kalemle sac toplamanin ozel bir yetenek oldugunu dusunuyorum. Bence cok havali.
Kotuyum beynim kafamin icinde dans ediyor gibi sankihic olmak istemedihim bir pozisyondayim. Elime aldigimnyonetimi kaybedeli 21 gun oluyor. Hep iyi oldugumu dusunurdum ama artik anliyorum ki o kadardaniyi degilim bugun tam 16 saat uyudum yine bir yuk gibi hissediyorum kendimi.
Birini istedim oldu ama onu bile elimde tutamadim.
Bir ben mi boyleyim ben gibilerde varmi cok merak ediyorum gercekten eski ben olmak istiyorum artik. O kadar basit biriyim ki ben.
Sözlükte 9, 10 ve 11. Nesil eziktir ve kendilerini hiç sevmiyorum. Evet.
Küçükken ananemlerin camından dışarı iserdim.
Hala çok amatörce suç işliyorum.
günlük iki saat falan çalışıyorum henüz. 5 saate vurmam lazım en az.
bir yandan iş hayatı bir yandan da bu sınavı başarabileceğime bi türlü yüzde yüz inanamıyorum.
sanırım buna kendimi kaptırıp hüsrana uğramaktan korkuyorum.
sikerler ya hüsransa hüsran amk.
bu amına koduğumunun şehrini haketmiyorum, esnaf olacak adam mıyım ben lan?!
değilim. *
Hani bazen arkadaşlar geri zekalı mısın, salak mısın gibi şeyler söylerler ya..

Bi arkadaş bana çok büyük bi ayıp etmişti, ihanette diyebiliriz. Ben onu affettim. Bugün dışardaydık, bi konuyu tartışırken, geri zekalı mısın olum dedi.

Bi an duraksadım. içimden, senin yanında hala nasıl durabiliyorum. Evet, sanırım geri zekalıyım dedim.
öncelikle bu satırları neden yazdığımı, daha doğrusu neden itiraflar başlığına ara ara bir şeyler karaladığımı bilmiyorum. sanırım, yazarak, bi' tür dolu olan zihni boşaltmak bu yaptığım. mutlaka vardır psikolojide bir adı, benim bilmediğim.
o gün, o otel odasında, zihnimdeki düşüncelerle boğuşurken, sesinin nereden geldiğini bilmediğim scorpion-still loving you parçası çaldığı için buraya bırakmak istedim parçayı, bunları yazarken.
https://www.youtube.com/watch?v=N3lYwZc2ilI

yaklaşık iki hafta kadar önce. o kadar düşünceliyim ki o akşam, izmir'i arşınlıyorum. baya bir yürüdükten sonra önüme ilk çıkan yokuştan aşağı indim. alsancak tarafına geldiğimde birkaç sarhoş insan gördüm. ben de içmek istedim ama bilincimin yerinde olması gerekiyordu, içinde bulunduğum durumu düşünebilmek için. bir sigara yakıp devam ettim yürümeye, neye ihtiyacım olduğunu, neyi aradığımı bilmeden.. sonra karşıda ışıklı bir pano gördüm. dandik bir otel/pansiyon tarzı bir yerdi. evimin olmasına rağmen, girdim binanın kapısından içeri. ortasına serili kırmızı halının üzerinden geçerek resepsiyona geldim. yaşlıca bir adam oturmuş televizyon seyrediyordu masasında. ''bir oda istiyorum'' dedim. ''kaç saatliğine'' deyince gözlerini televizyondan ayırmadan, anladım otelin aldığı yıldız adedini. ''bir gece'' dedim. aldım anahtarı çıktım yukarıya, odama. yatak, masa ve sandalye vardı yalnızca. duvarda ise bir poster asılıydı. masanın üzerinde küçük ve eski bir abajur duruyordu. yaktım. ışığı, aydınlattı duvardaki posteri. bir manzara fotoğrafı. kıbrıs'tan. küçük palmiyelerin olduğu bir sahil. ister istemez acı bir tebessüm yayıldı dudaklarıma. çünkü baya bir zamandır kıbrıs'a gitmeyi düşünüyordum.

sandalyeyi camın kenarına çektim. oturup uzattım ayaklarımı yatağa. ne kadar yürüdüğümü ve yorgun olduğumu o an anladım. paketten bir sigara çıkarıp yaktım karanlığa. duman dans etmeye başladı abajurun loş ışığında. düşünmeye başladım. neden herkesten uzaklaşmayı, kaçmayı seçtiğimi düşündüm dandik bir otel odasında, camdan sokağı seyrederken.
ailemin, dostlarımın ve tanıdıklarımın olduğu yerde düzenli bir hayat süremeyişimi, kaçışımı düşündüm. bundan önceki yolculuklarım geldi aklıma. 4 sene önce antalya. yaklaşık 7-8 ay orada kaldıktan sonra tekrar istanbul'a ailenin yanına. ondan birkaç ay kadar sonra bursa. bi' 4-5 ayda da orada kaldıktan sonra yine istanbul'a. bu olaylar zinciri kovalayıp durmuştu kendini daha sonra da. çanakkale, ankara, şimdi de izmir. bu süre zarfında istanbul'da kaldığım en uzun süreç 2014-2015 yılları arasındaydı. o da yaklaşık 1 - 1,5 yıl ya olmuş, ya olmamıştır.

değişmiş miydi peki düşüncelerim herkesten uzaklaştıktan sonra? hayır. uzaklaşmaya, gitmeye karar verdiğim o gece neler hissettiğimi, neler düşündüğümü hatırlıyordum ve hâlâ aynı düşünceler içerisindeydim. aklım çok karışıktı. her gözümü kırptığımda, kaçak hayatımda yaptıklarımı görüyordum. yolları, evleri, sahilleri, gittiğim şehirlerdeki sevgililerimi, barları, kadınları, sokakları, kavgaları.. sanki hepsi de o gece beni pişman etmek için dönmüşlerdi. Sanki kapının altından bir sis bulutu gibi girmişlerdi odama. hiçbir işe yaramamıştı acı ve zevk dolu bunca yolculuğum. sevdiğim bir söz vardır benim mesela;
''hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. hayat = zevk - acı. sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. tabii bir de sıfır ihtimali var. bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. erken ayrılmışsındır partiden, göremeden sonunu..'' işte ben de böyle düşündüm yıllarca. ne kadar eksik oysa! ne kadar ilkel. ne kadar korkunç.. bir insan kendini nasıl bu denli aza indirebilir ki? nasıl, sadece 'acı ve zevk' gibi iki zıt kavramın, tüm varlığına hakim olmasına izin verebilir?

düşünceler birbirini kovalıyordu. bir sigara daha yaktım. 'ben ne yapıyorum' temalı düşüncelerime devam ettim. aslında hiçbir şeyin değişmediğinin farkına yavaş da olsa varmak canımı yakıyordu. üşümeye başlamıştım. ama dışarıdaki soğuk rüzgarın etkisinden değil, aklımdan hızla geçen düşüncelerin rüzgarından.
yıllarca, yaşamım boyunca bu hayattaki kararlarımı kesin bir yargıyla vermiştim kendime hep. ama şimdi her şeyden tereddüt eden biri olmuştum. bilmiyordum burada kalmaya devam edip etmeyeceğimi.. gidersem nereye gideceğimi.. en başa dönmüştüm yine. ne farkım vardı şimdi, uzaklaşmaya ilk karar veren yıllar önceki benden? koca bir hiç. yıllar boşa dönmüştü. takvimlerin yaprakları boşa dökülmüştü. ben hâlâ aynı bendim. kendimde duyduğum nefretin seviyesi ölçülebilseydi eğer, elbet bir madalya olurdu boynumda, altından. sadece hâlâ nefes alabildiğim için yaşıyor olmayı yakıştıramıyordum kendime. zaten benim sorunum hep hayatı kendime yakıştıramayaşım olmuştu ve başladığım noktaya döndüğümü görmek midemi bulandırıyordu. uyumak istedim o an. uyuyup her şeyi unutmak. uykuyu çok seven insanlar gibi. onlar gibi rüyalar görmek istedim. ama bütün dünya sözleşmişti sanki, bana gözlerimi kapattırmamak için. sürekli kendime bundan sonra ne yapacağımı soruyordum. hep aynı soruyu. yüz kez. bin kez. istanbul'a, ailemin evinin olduğu yere dönmek geçti aklımdan, kalıcı olarak. ama daha düne kadar bunlardan tamamen uzak olan ben, korkuyordum, bu boktan otel odasında bu düşüncelerden. iyileşmiyordu çünkü içimdeki ben. çıkacağına, daha da dibe dalıyordu. onu çıkarmak için uzattığım elime tükürüyordu.

camı açtım. rüzgar girsin diye. içimdeki rüzgara karışıp fırtına etkisi yaratsın diye. bir sigara daha yaktım. Kıbrıs'a gitmeyi düşündüm. gerekli her şeyi halledip gitmeliydim oraya. çünkü hiçbir yere ait değildim ben. doğa, bana bir aile vermişti. ama ben onlara da tamamen ait bir yaşam sürememiştim. sonra, yanlıştı, diye düşündüm. hepsi yanlıştı. hepsi hataydı. herkesten, her şeyden uzaklaşıp kaçmak, gittiğim yerlerde çektirdiğim ve çektiğim zevk ve acılar. hepsi hataydı. bunu o gece anlamıştım. kendimi, zihnimi kaplayan garip düşüncelerimi unutmak için yapmıştım her şeyi ama bir işe yaramamıştı. hâlâ aynı kişiydim. yıllar önce herkes derste ders dinlerken, en acısız ölüm yollarını defterine karalayan kişiydim. oysa yapmam gereken ''düşünceleri kontrol altında tutup, herkes gibi sıradan bir hayat sürmek'' eylemini yapamamıştım. diretmeliydim oysa monoton bir hayat için. mücadele etmeliydim düşüncelerimdeki delilikle. çok çabuk yenilmiştim kendime. ve kaderin bana armağan ettiği cesaretim, belki de bir cezaydı. şeytani bir ortaklıktı bizimkisi, aklımdaki en gizli hayalleri ortaya çıkarmak için kurulmuş olan..

bir zamanlar uyurdum. hatırlıyorum o günleri. annemin yeni değiştirdiği çarşafların kokusunu içime çekerdim ve gözlerimi kapattığımda gelirdi uyku bekletmeden. peki nasıl bu hale gelebildim? nasıl bu kadar insanlıktan çıkabildim? seyrettiğim filmlerdeki kahramanların gerçek olabileceklerine nasıl inandım? belki de ilk ait olduğum yeri terk ettiğim için böyle düşünüyordum. korumasız kalmıştım. yine, şehir beni yemeye çalışıyordu, her zamanki gibi.

sigara paketi bitmişti, gece yerini sabaha bıraktığında. şimdi ne yapacağımı düşündüm. en acıklı bölümüyse, önümdeki tercihlerin hepsinin birbirinden zor oluşuydu. izmir'de kalmak pek içimden gelmiyordu artık. herhangi başka bir şehre yeni bir hayat kuracak kadar da inançlı ve istekli değildim. birden, eskisi kadar duygusuz olmadığımı fark etmiştim.. bir gecede değişmiş miydim? hayır. sadece kendimden uzun yıllar gizlediğim insanlığım, mezarından elini çıkarmaya başlamıştı. kafamdaki düşüncelerin sarhoşluğundan olsa gerek, bu otel odasında kendimi öldürmeyi düşündüm. tavanda sallanan ampul ve kablosu çok uygundu. ama korktum. evet, ölümden korktum. ölmekten. cesedimin oteldeki kirli bir battaniyeye sarılmasından korktum. şimdiye kadar ölümden zerre kadar korkmayan ben, ölmekten korktum. ama yine ölümün kendisinden değildi bu korkum. sadece, hâlâ istediğimi kazanamamış olmaktan dolayı yaşamak istedim. bunca yıldır bulamadığımı kazanmak için ölmedim o gece. ve geriye kalan tercih en yıpratıcı olandı. bu düşünce nasıl geldi aklıma bilmiyorum ama, yerleşmişti bir şekilde diğer seçeneklerin arasına. ''geri dön'' diyordu bu tercih. istanbul'a, ailene, eve, kendine, hayata, bir daha gitmemek üzere, kalıcı olarak geri dön.

hâlâ oteldeydim. hâlâ çıkmamıştım odasından, kıbrıs'a gitmeye hazırlanmak için. hâlâ asmamıştım kendimi, ampulün ucunda sallanan kabloya. ve artık biliyordum hangi yolu tercih ettiğimi. evime dönmek istiyordum. ailemin yanına. kalıcı olarak. hayata yeniden başlamak. bıraktığım yerden değil ama. daha geriden. hiç bu düşüncelere bulaşmamış halimden itibaren başlasın istiyordum hayat. bu, boyaları dökülmüş dört duvar arasında ruhum bedenime geri dönmüştü. artık gerçeği biliyordum. bir yerlerde hayatın ve mutluluğun olduğunu, aşkın kol gezdiğini biliyordum. hayatım boyunca yokluğunu hissettiğim bütün insanlığımı, sevgiyi yaşayacaktım. bugüne kadar reddettiğim bütün hediyeleri kabul edecektim.

kapıyı açıp çıktım odadan. yaşlı adam koltuğunda uyuyordu. aşağı inip yiyecek bir şeyler almaya çıktım. hava aydınlanmıştı ama saat hâlâ erkendi. işine, okuluna yetişmeye çalışan insanların kalabalığı çok değildi. yüzümde anlamlandıramadığım hafif bir tebessüm vardı. içimdeki bu iyimserliğin nedenini anlamış değildim. büyük ihtimalle çaresizlikten kaynaklanıyordu. o kadar ne yapacağımı bilemez bir duruma gelmiştim ki, mutlu olabileceğimi düşünmeye başlamıştım. çünkü bugüne kadar belki de denemediğim bir o kalmıştı. Bir gecede o kadar iyimser ve pozitif olmuştum ki çaresizlikten, pollyanna bile benim yanımda eroinman bir orospu kadar umutsuz kalırdı!
bir fırın buldum. birkaç poğaça aldıktan sonra otele doğru yürümeye başladım. Karşıda kepengini kaldırıp dükkanı yeni açan bir bakkal gördüm ve daldım içeri. o an, ağzımdan çıkacak sözün çok büyük bir önemi vardı benim için. iki kelime.. yalnızca iki kelime arasında gidip geliyordum tıpkı bir duvar saatinin sarkacı gibi. süt, bira. süt, bira.. süt, bütün iyi niyetiyle birlikte; kıbrıs'a dönmemin ya da herhangi başka bir yere kaçmamın başlangıcı olacak olan bira'ya karşı savaşıyordu. eğer otel odasına, buradan alacağım birkaç birayla dönüp, öğlene kadar şişelerin içini boşaltıp, duvardaki kıbrıs posterindeki manzaraya baksaydım, derhal kıbrıs'a gitmek için gerekli hazırlıkları yapmaya gideceğimi biliyordum.
elimi uzatıp aldım, bakkalın siyah bir torbaya koyduğu sütü. ve dışarı çıkıp otele doğru yürüdüm kahvaltı yapmak için. poğaça ve süt. menü biraz zayıftı ama yıllar sonra yeni bir hayat için mükemmel olduğunu düşündüm. otel kapısından girdim. aynaya baktım. uykusuzdum. önemsemedim. bedeliydi bunlar, başlayacak olan temiz ve yeni hayatımın. ve merdivenleri çıkarak odama girdim. masaya oturup açtım poğaçaları. kokusu yayıldı sanki tüm şehre. kahvaltı bittikten sonra, yıllardır kaçak gibi yaşadığım bu hayatımın, uzun bir tatil olduğunu düşündüm. tatile çıkmıştım ben. ve geri dönüyordum.
sütün bütün pislikleri temizlediğine inanırdım ben çocukken. her gizli gizli içtiğim sigara ve içkiden sonra süt içerdim. aklıma, ailemin benim yüzümden acı çekip çekmediği ihtimali geldi. eğer benim yüzümden acı çekmişlerse, kendime olan nefretimin ölçülemeyecek boyuta geleceğine emindim. tek istediğim unutmaktı. yaptıklarımı, geçmişimi, her şeyi. inanıyordum her şeyi düzeltebileceğime, yeniden başlayabileceğime..sonra umutsuzluk çöktü birden içime. hayır, diyordum. bu iyimser düşüncelerinin hiçbiri gerçekleşmeyecek. değişemeyeceksin. her gece birileri uyurken, sen gözlerin açık kabuslar göreceksin, diyordum. ve bu ihtimal küçümsenemeyecek kadar fazlaydı. süt işe yaramamıştı. rakı kadar kirletmişti boğazımı ve aklımı.. ama ruhumdaki bütün duyguları teker teker öldüren ben, bir insan da olabilirdim. süt ve bira arasında giden o sarkaç, canavar ve insan arasında gidip gelmeye başlamıştı şimdi de. benimse, sarkacın ucunda sallanmaktansa midem bulanmıştı. belki de süttendir, dedim kendime. uzun zamandır içmediğim için tadını unutmuş olmalıyım.

tekrar tekrar geçiyordu düşünceler aklımdan. sorular. yanıtlar. pişmanlıklar. çığ gibi kovalıyorlardı beni. aklımdan binbir türlü şey yapmak geçiyordu. hiçbirini yapmadım. normal bir insanın sahip olduklarına erişme isteğim o kadar fazlalaşmıştı ki, ne duyuyor, ne de görüyordum geçmişimi, düşüncelerimi ve de kendimi.
kalktım masadan. duvarın önüne geldim. ve kıbrıs posterini çıkarıp, buruşturup çöpe attım.

ve şimdi buradayım, istanbul'da, ailemin yanında. tam 12 gündür! her şey yolunda. tabii aklım, kıyısında köşesinde kalmış ve sallanan ''geri dön'' sarkacını saymazsa.. zaman neler getirir bilmiyorum. çünkü yarın ne olacağını bilemeyecek kadar insanız hepimiz. ve ben de diğer herkesin yaptığı gibi yapmak istiyorum; bekleyip ve görmek..
Çok fena aşığım.
Uykum gelmiyo.iyi gunler
Güvenmeyi denemek neden bu kadar zor ki? Belki de karşımdaki bunun için kılını bile kıpırtdatmadığındandır. En ufak bi sarsıntıda gideceğini bilmek en çok acı veren şeylerden biri sanırım. Ne kadar güçlü olunsada insan sığınmak istiyo birine, hayatında kimseye sığınamamış biriyseniz eğer kendi aileniz de olmak üzere yine öyle biriyle karşılaşmış olmak sadece can yakıyo. Insan en çok sevdiklerinden destek alır halbuki onlara ihtiyaç duyar, bunu söylediğin kişi kalkıp sana her zaman ben olmicam her şeyi benden bekleme derse insan o son ışığı da kaybediyo işte, daha nasıl güvenilir ki. Bi gün bırakacağını kesin olarak bildiğin birinin sadece o zamanın ne zaman geleceğini bekler oluyosun her gün her konuşmada sadece aklında bu oluyo. Sonsuza dek sürcek diye bi şey yok ama biteceği günü bekletmek de bencillik acı çektirmek değil mi?
patates kızartmasından hala bıkmamış olmam.