bugün

(bkz: bedenime sahip olabilirsin ama ruhunuma asla)
(bkz: ruhun icin ne kadar istersin)
en büyük aşkı ruhla beden yaşar zaten. ve en acı veren aşk acısıda ölümdür. dünyanın en uzun aşkıdır bedenle ruhun yaşadığı. beden biraz dişidir, ruhsa erkek. ruh bedenin fiziksel aşkına katlanamaz ve terkeder bedeni. ölüm gerçekleşir. beden de rahatlar başta, ruh ta. ama bir süre sonra yeri dolmaz bir boşluk oluşur ikisininde hayatında. beden kendi canlılığını yitirmenin huzursuzluğunu yaşar hücrelerinde. ruh ise bedensiz özgürlüğünden tatmin olamaz. ve ikisi birbirini aramaya başlar. oysa ki artık beden toprak altında, saf aşkın simgesi beyazlara bürünmüştür. ruh ise yağmur ve hüzün taşıyan bulutlara yoldaşlık etmektedir. ve bu ölümsüz aşıkların buluşacağı tek yer mahşer meydanıdır artık..
sonu hüsran olan sevme biçimi.
daima yarım yasamak...diğer yarını sevdiğine armağan etmek.
(bkz: azat et beni ey aşk)
gerçek bir kadın için gerçek bir adam, allah gibidir. hem her yerdedir hem hiçbir yerde.
(#1304163)
bir kumsaldı dillerimizin tanışma yeri..
ve aynı kumsaldı..
ellerimizin koptuğu yer.
.............................
hep deniz girdi aramıza..
hep vurgun gibiydi terkedişlerim..
(bkz: böyle bir sevmek)
sevmeye en müsait zamandır, sonbahar sarısıyla ilkbahar yeşili iki yarısı olur ruhun, hüzünlenmek bile mutlu eder insanı. beden değil kalp konuşur kendi kendine, koşulsuz bir teslimiyet dönemi başlar, topsuz tüfeksiz alınmıştır ruhunuz esarete. diğer fetihlerden tek bir farkı vardır bu sevme/sevilme şeklinin; alınırken kan dökülmez, gidilirken taş üstün de taş bırakılmaz...
gerçek sevgi ne bedende yaşanır nede kalpte.
sadece ruhlar yaşar gerçek sevgiyi.
işte aşkın tadına onlar ulaşır.

offf....
sevmek gerçekten sevmek.
ruhuyla sevmek....
(bkz: ruhumu öpmeyi unuttun)
Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda kaldin mi hiç? Hani ölmüs gibi, hani uzatsan da elini tutamayacagini bilmek gibi, her an kapindan içeri gülümseyerek girecegini bekleyip ama aslinda hiç gelemeyecegini de bilmen gibi. Ne zor sey degil mi ölmedigini bilmek, ama ölmüs gibi ulasilmaz olmasi artik o insanin sana, ne kadar katlanilmaz bir gerçek degil mi sen hala bu kadar sevgili iken? Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemigini yakarcasina özlemek... çok kötü degil mi? Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu isitememek, artik sonunun 'Pi' hali degil mi? Biliyorsun degil mi? Ne kadar umutsuz bir arayistir o, kalabalik caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldirimdan diye düsünmek, belki su an arkamda yürüyen insanlarin içinde bir yerde demek, belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yasamak ne zordur degil mi? Ne kadar eritir insani farketmeden. Sende biliyorsun degil mi bunlari.? Bir sinema koltugunda sende iki kisi gibi oturdun mu hiç? Hiç iki kisi gibi zevk aldin mi bir konserden yalniz basina. Güzel bir kafe kesfettiginde, güzel bir film seyrettiginde, güzel bir sarki dinlediginde güzellikleri oraninda eksik kaldiklarini hissettin mi paylasamadigin için onunla. Bir barin kalabaliginda hiç yarim vücudunla sallandin mi ortada? Hiç iki kisilik beyninle yarim insan olabildin mi? Baktiginda aynana sadece yüzünün bir yarisini gördügün oldu mu hiç? Sana hayatindaki en büyük yoksunlugu yasatandan nefret edemedigin zamanlar oldu mu hiç? Gözünün içine baka baka kolunu bacagini kesen bir insanin yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlar oldu mu hiç? Hayatta inandigin bütün degerlerini altüst eden birisine ask siirleri yazabildin mi? Onu içinde korumanin seni yok etmek oldugu zamanlara feda oldun mu hiç? içinde aglayan çocuga umut sarkilari söyleyemedigin, özlemini, susuzlugunu, açligini gideremedigin zamanlar oldu mu hiç? Kanayan yarasini gördügün ama merhem olamadigin zamanlar. Gücünün, hani o tanrisal gücünün bir çocugun aglamasini susturamayacak kadar oldugunu gördügün zamanlar oldu mu hiç? Hiiiiiiiç.... Hiiç... hiç... bir hiç
(bkz: nolur gitme) *
yürekte başlar , anlık sıradan bir sıcaklık değildir o, alev alev yanar, gözlerinden okunur hiç durmadan.
(#1584744)
şimdi sen orada oturuyorsun ya..ve aramızda bir masa bir kaç da sandalye var ya..akşam olmak üzere ve pencerelerde aralık kalmış ya.. içimi ürperten birşeyler var ya..anlatamıyorum sanırım.. diyorum ki; tenini görebildiğim tek noktan boynun ve omuzbitimin arasındaki o kızıla yakın yer ama ben sanki uyluklarını da, kasıklarındaki kemikleri de, titreyen göğüslerini de, dizkapaklarının ardındaki gamzeleri de görebiliyorum.. ve içimi en çok birtürlü görmeyi, gözümün önüne getirmeyi beceremediğim sırtın ürpertiyor.. biliyorum uykusuzsun iki gecedir.. biliyorsun ağır bir gribi yeni atlattım ben de.. ve biliyoruz ki dokunmamalıyız tenlerimize..bu büyük bir yangının başlangıcı olabilir.. içim ürperiyor.. bahar belki şimdi başlıyor ikimiz için..cemre belki odamızın tam ortasında biryerde.. içim üşüyor.. sırtın kamaşıyor.. göremesem de titriyorum sırtının ortasındaki çukura benzer çizgiye çarpınca düşlerim..

güneş batmak üzere sevgilim.. aramızda şimdi bir masa, birkaç da sandalye var. ve içimde büyüyen dokunma isteği giderek dayanılmaz bir hale bürünüyor. aramızdaki bütün duvarlar titriyor en az içimin titrediği kadar. ve ne yazık ki senin ölüm yıldönümün bugün.. aramızda bir mezar, bir kara tabut, binlerce selvi var..ve hiç gelmeyecek bir yaz var..üstadın dediği gibi ayrılığımızın kışı başlıyor sevgilim. sırtında gezinen solucanlar var.. göğüslerinde emzirdiğin başka ölü aşıklar var..şimdi sen orada çürürken sevgilim; içim ürperiyor.. ve seni yıllar öncekinden daha çok istiyor tenim.. ve kokun daha bir sarhoş ediyor düşüncelerimi. seni çok istiyorum sevgilim.. ve aklımdan çıkaramadığım bir şey daha var; sen de orada üşüyor musun, senin de için ürperiyor mu sevgilim.. *
tam zamanında gelmişiz dünyaya
neyse ki kendimize yaraşır bir kavga bulduk
güzel bir küfür gibi yerleştik aşka...
içten, doyasıya sevmek bütün ruhuyla kalbiyle tamamen sevmek. ruhuyla seven çok yok belki ama bulundu mu kaybetmemek gerekir böyle insanları..
Tüm benliğini poker masasında ortaya koymak gibi bir hadisedir. Bir anda herşeyinizi kaybettirebilir.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. idareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye...

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

Derdi olan neylesin?

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

Derdi neyse söylesin.

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

Korkuyorsa neylesin?

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

Hiç korkmasın söylesin.

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim...der. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.
yalansız, çıkarsız, beklentisiz ve her şeye rağmen sevmektir. ama en büyük acıyı ruhuyla sevenler yaşar.
ruhunu teslim edene kadar sevmeye eş değerdir.
ruhuyla sevmek seviginin en gerçekçi oldugu sevda yakamoz çiçekleri aksam güneşinde kapandıgında kollarında kalan hüzün bulurları gibi umarsızca vurur gonlune ruhu onundur cunku sevdam demek yetiyordur.garip bir cocuk edasıyla ayaklarını caddedeki tozlara tekme atarken bulur.belki sevdası o an bakıyordur ona.bası one eğik ve mahrur bi genç.belki ruhunun onun olması sevdasını renklendiriyordur.ama aşk zalimliğini gösterdiğinde dalgalara yenik düşer. damlaları yanaklarını nemlendirir. ruh ikizim acıyı yasatmıstır ve bu acı onu zevklendirir. ne aşk nede sevda hüzne engel değil.her gün agladım kimse duymasın istedim damlalarım kalbime dokuldu. ruhumla seviyorum ama sen coktan baskalarının olmuşun. ne mutlu sana ki acı cektirecek baskalarını bulabiliyorsun. ey zalim.
(bkz: besiktas in seyircisiz oynanan maclari)
(bkz: ruhumuz yeter)