bugün

Geliyor sıram
ansızın atlayacağım boşluğa
ne çürüyen etimden haberim olacak
ne gözlerimin çukurunda dolaşan böceklerden

durup dinlenmeden ölümü düşünüyorum
sıram yakın demek.

10 Eylül 1961, Laypzig
Trabzon'dan bir motor açılıyor
Sahilde kalabalık!
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamların donuna
Uluyorlar.
Hav. hav. hav. tu
Yoldaş unutma bunu
Burjuva ne zaman aldatsa bizi
Böyle haykırır
Hav. hav. hav. tu
bir hazin hürriyet

satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu,
bir lokma bile tatmadan yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında,
ananı ağlatanı karun etmek hürriyetiyle, hürsün.

sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün
vicdan hürriyetiyle, hürsün.

başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle, hürsün.

en yakın insanınmış gibi seversin memleketini,
günün birinde, mesela, amerika'ya ciro ederler onu
seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle, hürsün.

yapışır yakana kopası elleri valstrit'in,
günün birinde, diyelim ki, kore'ye gönderilebilirsin,
büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin,
meçhul asker olmak hürriyetiyle, hürsün.

bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil
insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hattâ asılmak hürriyetiyle, hürsün.

ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok hürsün.

bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
*
uzaktaki şehrimin damları üzerinden

ve marmara denizinin

dibinden geçip

sonbahar yapraklarını aşarak

olgun ve ıslak

geldi sesin.

bu, üç dakikalık zamandı.

sonra,

telefon simsiyah kapandı...

8 kasım 1945
balla dolu petek

yani

gözlerin

güneşle dolu...

gözlerin, sevgilim,

gözlerin toprak olacak yarın,

bal başka petekleri

doldurmakta devam edecek...
bir elmanın yarısı biz,

yarısı bu koskaca dünya.

bir elmanın yarısı biz

yarısı insanlarımız.

bir elmanın yarısı sen

yarısı ben

ikimiz...
çiçekli badem ağaçlarını unut,

değmez,

bu bahiste

geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

ıslak saçlarını güneşte kurut:

olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın,

nemli, ağır kızıltılar...

sevgilim, sevgilim,

mevsim

sonbahar...
(bkz: yapıyla yapıcılar)
Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
içimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.

Ben ordan geçerken biri:
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Eski takvim hesabıyle
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.

Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.

Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.

Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.

Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak:
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, trenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...
ben bunu çok severim:

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Ağa Camii;
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!'
seni dinlemek güzel şey

ümitli şey

dünyanın en güzel sesinden

en güzel şarkıyı dinlemek

gibi bir şey.

fakat artık ümit yetmiyor bana,

ben artık şarkı dinlemek değil

şarkı söylemek istiyorum...

30 eylül 1945
ben sen o

o, yalnız ağaran yanyerini görüyor,

ben, geceyi de.

sen yalnız geceyi görüyorsun,

ben ağaran tanyerini de...

ekim 1958
Hasret

Yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
Hürriyet Kavgası

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
Dalga dalga aydınlık oldular,
Yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.

Beyazıt'ta şehit düşen
Silkinip kalktı kabrinden,
Ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
Yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
kendi başlıklarına da yazılabilirler. isterseniz bir tane de "sözlük entryleri" başlığı açalım, oraya yazın.
nazım hikmetin yazdığı şiirimsi şeyler için söylenen mubala üzerine kurulu tanım.
gelmiş dünyanın dört bir ucundan
ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
yeşil dallarız dünya ağacından
gençlik denen bir millet var, ondanız.
şair kendi şiirlerini kötü okur. ancak yazarken harflerin uyumuna dahi dikkat ederek yazar. örnek vermek gerekirse "beyaz, siyah, kırmızı" demek yerine "ak, kara, kırmızı" demeyi tercih eder. böylece k harfinin baskınlığını kullanmış olur.

duyguları anlatırken son derece coşkundur. "çalaydın, çırpınaydın vapura binerken memed'le anası" diyerek istanbul boğazı sularına seslenişi çok etkilidir.

ve yine duyguları ifade ederken somut örnekler vermeyi sever.

"seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzını dayayıp musluğa su içer gibi"

denizdeki köpük, havadaki bulut gibi daha simgeci örnekler verebilirdi. oysa verdiği daha somut ve herkesin bildiği örnekler sayesinde duygunun coşkusunu çok daha derin ifade edebilmiştir.

aferin 10.
kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

nazım hikmet ran
1956
sahte bir vatansever olduğu için içimden okumak gelmeyen şiirlerdir. aslında olması gereken görüşlerin sanata karıştırılmamasıdır; ama gel gör ki türküz kanımıza dokunuyor.
nazım hikmet ran'ın yazdığı şiirlerdir. mesela aşağıda bulunan şiir yakın bir zamanda ortaya çıkmıştır.

Dördümüze.

Názım Hikmet.

iSTANBUL. TEVKiFHANESi. 1938

geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
Su mahpusane yalağındaydı.
ve güneş
güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.

* * *

girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine.
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine.

* * *

Güvercinler hep beraber
güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
Durdurmaz onları demir ve duvar.
Güvercinlerin yumuşak kanatları var.
Ve kanatlar
Şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
insanların kanatları yok
insanların kanatları yüreklerinde.

* * *

Dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan.
Tuna Üstüne Söylenmiştir

Gökte bulut yok,
Söğütler yağmurlu,
Tuna'ya rastladım,
Akıyor çamurlu çamurlu..
Hey Hikmet'in oğlu, Hikmet'in oğlu!
Tuna'nın suyu olaydın,
Karaorman'dan geleydin,
Karadeniz'e döküleydin,
Mavileşeydin, mavileşeydin, mavileşeydin..
Geçeydin Boğaziçi'nden,
Başında istanbul havası,
Çarpaydın Kadıköy iskelesi'ne,
Çarpaydın, çırpınaydın,
Vapura binerken Memet'le anası...
Ağlamak Meselesi

Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?

Neylersin alışkanlık,
için kan ağlarken yüzün güler,
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?
Aşk Mönüsü

Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
sen ülkemin yaz geceleri gibisin
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında,
beni unutma.
Ah! Saklı gülüm
sen hem zor hem güzelsin.
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen memleketim kadar güzelsin,
ve güzel kal...