bugün

GEÇENLERDE ayakta bira, meyve suyu, ayran içilen; sahanda yumurta, sosis, sandviç yenilen o malum ekspres lokantalardan birinin kasası arkasında bir müddet durdum.
Molière'in insanları incelemek için gidip oturduğu berber dükkânındaki meşhur koltuk, olsa olsa bu kasanın arkası kadar enteresan olabilir.
Herkes kendine göre bir jestle geliyor, kendine göre bir jestle parayı ödüyordu.
***
işte bir bücür boylu adam... Yaşı otuz beş, kırk civarında. Kafası dik, göğsü ileri doğru çıkık, elinde şapkası... Sert adımlarla yürüdü, bacaklarını perger gibi gererek durdu. Parayı verdi. Cümle âlem kendisiyle meşgulmüş de, o kimseye aldırmıyormuş gibi gene aynı eda ile sağa sola bakmadan pür azamet kasıla kasıla çıktı gitti.
Bir yerde şef muavini falan olmalı.
Yapısının küçüklüğünü hazmedecek kadar zekâ ve olgunluk gösteremeyenler, ekseriye tavırlarının büyüklüğü ile bunu telafi etmeye uğraşırlar.
***
işte kamburumsu, tıraşı uzamış, ütüsüz elbiseli biri daha... Kasaya gölge gibi sokuldu. Yok olmaya, silinmeye yatkın bir hali var. Parayı elinde önceden hazırlamış. Ne bir kuruş eksik, ne bir kuruş fazla. Besbelli dükkâna girerken mali takatini şöyle bir yoklamış; ne yiyip ne içeceğini hesaplamış.
Başı önünde, mütevekkil uzaklaştı.
Arkasından baktım, pabuçlarının ökçesi yenmiş, pantolon paçaları tifillenmişti. Sırtında ellinci sınıf bir memurun bezgin damgası vardı.
***
iki kız gülerek geldiler.
Biri çantasını açtı. Öteki:
- A bırak kardeş, vallahi olmaz, dedi.
O da çantasını açtı.
Birincisi:
- iki sandviç, iki ayran, ne kadar, dedi.
- iki lira.
Bir iki buçukluk uzattı:
- Buyurun.
Paranın üstünü hiç önem vermiyormuş gibi alıp çantasına attı. Kıkırtılı konuşmalarına devam ederek çıktılar.
***
Uzun boylu bir genç geldi. Bir kaşı kalkıktı, ağzında sigara vardı. Kasaya yan duruyor, meyve suyu içen başka kızları süzüyordu. iki elini cebine soktu, omuzlarını dalgalandırarak yürüdü. Klark çeken bir artist gibiydi. Kendinden emin olduğu için herkese sözde boş veriyordu.
***
Kasketli palabıyık biri yaklaştı. Aksi, herkesi dövecekmiş gibi bakıyordu. Şişkin bir cüzdan çıkardı. Bir elli kâğıt ayırdı, uzattı:
- Hele al bakalım şunu.
Garson seyirtti saymaya başladı:
- Üç votka limon, bir şiş kebabı, bir pilaki...
- Kebap kötüydü ha bilesin... Haydi eyvallah.
Bahşiş falan vermedi yürüdü.
***
Tombalakça bir adamla, gözlüklü sıska arkadaşı hesap münakaşası yaptılar:
- A müsaade buyurun beyefendiciğim, istirham ederim.
- Canım ısrar etme Raif Bey, bu sefer sıra bende.
Parayı ikincisi verdi.
***
iki yedek subay talebesi, hiç konuşmadan borçlarını ayrı ayrı ödediler.
Müşterilerin çoğu asık yüzlüydü. Gözlerinde ışıksız bir boşluk vardı. Çoğunda da kalabalığa karşı suni bir poz hissediliyordu.

çetin altan