bugün

melamilik tarikatinden olan kişi.
eleştirisi için (bkz: kalenderi)
içerden hakka yakın dışardan halka yakın tarikat ehli.
nihat genç in "giZLENMiŞ AHLAK USTALARI: MELAMiLER" başlığı ile leman dergisinde ve karanlığa okunan ezanlar adlı kitabında yayınlanan melamiler konusundaki yazısı:

(Not: Melamiler hakkında doyurucu bilgileri Ali Bolat'ın Melametilik adlı kitabında bulabilirsiniz. Ali Bolat'ın. Melametilik kitabı mükemmele yakın bir doktora çalışmasıdır. Melamiler üzerine ilk büyük çalışma 1930 gibi erken tarihte Abdülbaki Gölpınarlı'nın Melamiler ve Melametilik kitabıdır. Yeni baskısı yapılmamıştır. Zaten Gölpınarlı hoca, Melamiler hakkında yeni bilgiler olduğunu, bu yüzden kitabın baştan toparlanması gerektiğini yakın arkadaşlarına söylemiş. Ancak I930'lu gibi erken tarihte Melamiliği ayrıntısıyla kitap haline getirmesi bilimsel bir başarıdır. Ancak küçük bir sorun var, Gölpınarlı hocanın sonraki kitabi fazlasıyla eski Türkçe. Bu araştırmacılar için sorun değil, genç okuyucu için güçlük oluşturuyor.)

Tabii ki melamilik gibi karmaşık bir ahlak felsefesini yazar Nihal Genç, bu kitapların dili ve yoğunluğuyla kaleme almayacak. Geniş kitlelere herkesin anlayacağı bir dille anlatabilmem için konuyu basitçe özetleyebilmem gere melamilik topraklarımızda yaşayan öğretidir. Öğreti nedir? Mesela Konfüçyüs'ün bugün sadece hikmetli, güzel sözleri kitap olarak vardır. Konfüçyüzme mensup insanlar, bu bilge, hikmetli güzel sözleri hayatlarına dini ilkelermiş gibi yansıtıp yaşamaya çalışır. Ama Konfüçyüzm bir din değildir. Kurum da değildir, tarikat hiç değildir, yani. camisi, tarikatı yoktur. Sadece söylenmiş ve çağların yıpratamadığı güzel hikmetli, bilge sözler vardır. Sizler o sözleri yüce, değerli, üstün, derin, hayatın büyük bilgileri kabul edip kendinize ahlak edinebilirsiniz.

işte bu yüzden din değil, öğreti, deriz. Melamilik de bir ahlak öğretidir. Melamiliği tarikatlaştırma girişimleri de olmuştur, ayrıntıları kitaplarda yazılır, ama değildir. Peki tarikattan farkı nedir? Tarikat bir kurumdur. Yani okuldur. Tarikatta örgütlenmiş bir ahlaki disiplin/terbiye vardır. Yani sistemi var, bir ahlak disiplinidir.
Birçok tarikat ismi duymuşsunuzdur, Mevlevi, Bektaşi, Kadiri, Nakşi gibi. Bu tarikatların önce bir mekanları vardır. Yani, şurası Bektaşi tekkesidir, dersiniz. Sonra burada hiyerarşik bir kadro düzeni vardır ve başlarında mutlaka bir şeyh vardır.

Kapıdan ilk giren talebe sempatizandır, buna, muhip denir, dost, arkadaş, heveslenen, ilgi gösteren, anlamında.
Muhiplikten sonraki aşama, dervişlikti ki dervişlik intisap etmekle olur. Yani, bir nevi tarikata kaydolursunuz.
Dervişlikten sonra çavuşluğa yükselir, sonra halifeliğe.. Halifelikten sonra sıra şeyhliğe gelir. Şeyhlik için, ya şeyhin ölümüyle halifelerden biri yerine geçer. Ya da halife icazet (izin) alarak başka yerde kendi başına geçeceği tekkeyi kurar.

Ancak bu hiyerarşik düzen, dışarıdan görülen rütbelemedir. Asıl rütbeler, manevidir. Tarikatlarda rütbeler manevi olgunluk mertebeleriyle oluşur. Öyle ki, bazen, dervişlerin aldığı manevi yol şeyhlerin çok üstündedir. Yani, Allah yolunda kimin üstün olduğu bilinmez.
Bu manevi yol nasıl alınır? Dünyada ne kadar çeşit insan varsa, Allah'ı aramanın o kadar çeşit yolu vardır. Ancak zaman içinde tarikatlar Allah'ı aramanın metodlarını geliştirmişler ve bir ahlak terbiyesini dersleştirmişlerdir.
Bu derslerle, dervişlerin/mûridlerin içlerinde ve dışlarında (batın ve zahirlerinde) hal ve hareketlerinde birtakım değişiklikler olur. Dervişlerin toplum içindeki ya da dünyaya, Allah'a kendilerine bakışlarında olgunlaşmalar, derin manevi haller meydana gelir.

Bu manevi hallerin de hakikat, marifet vs. gibi rütbeleri vardır. Ama bu manevi hallerin nasıl oluştuğunu kimse bilemez. Ancak tarikatların ortak bir ders tekniği vardır.
Mesela her tarikat perşembe günleri toplu zikr düzenler. Yani tekkede toplanılıp bir halka gibi daire olunup (halaka) zikr edilir. Tabii ki dualar, ilahiler eşliğinde.
Başka şeyler de vardır, düzenli namazlar, kaza namazlan. gece namazları gibi.. Ya da tesbih çekme gibi... Şu kadar teşbih çekilir, şu günler çekilir gibi.. Bu dersleri veren şeyhtir. Müridin hallerine göre onun nasıl bir ibadet yöntemi izleyeceğini belirtir.

Tarikatların okul tekniği budur.
Tarikatların islam topraklarını sarmasının sebepleri çoktur. Ama çıkışı Hallacçı Mansur'un "ben Tanrı’yım" diyerek cezbeye kapılmasıdır. Sonrasında bu sözüyle kafir ilan edilip derisi soyulup yakılarak öldürülür.
Ben Tanrıyım ne demektir? işte tarikatların ana felsefesi burada devreye girer. Çünkü bu "vahdeti vucut" felsefesinin tezahürüdür. Vahdeti Vücud felsefi ne demektir?
Şudur: Bütün dünyayı, kainatı, insanları hayvanları. iyilikleri, kötülükleri, yaratan herşey Tanrı'nın bir parçasıdır

Onun vücududur Böylelikle bizler de Tanrı'nın bir parçasıyızdır. O halde biz de Tanrı’yız denmek istenir.
Ancak bu düşünce yüzyıllar boyu, şeriat dediğimiz Kur'an hükümleriyle islam'ı yaşayanlar taralından tehlikeli bulunmuş, bazen çok uç düşünceler olarak kabul edilmiş ve çoğu zaman yasaklanmıştır Ve tarikatlar vahdeti vücud felsefesini çok defa halktan gizlemiştir.
Ancak, kabul edelim ki Osmanlı'nın son dönemlerinde eline def alan her derviş ben Tanrıyım diyerek zikre başlamışlar.

Tarikat hakkında kısa genel bilgiler verdik, şimdi Melamiliğe geçelim.
Melamiliğin okulu, tarikatı yoktur. Ancak tüccarlar arasında yaygınlaştığı sonucuna ulaşılmıştır diyelim Hacı Bayram Veli zamanında ve etrafında Melamiliğe meyledenlerin çoğunun dokumacı, kumaşçı gibi işler yaptığı kesindir.
' Zaman içinde melamiliğe bir tekke, tarikat yapma girişimleri de olmuş. Ancak melamilik gizli kalmış bir felsefedir.

Gizlenmek esas olduğu için de bugün melamilerin kimler olduğunu bulup çıkartmak zordur.
Horasan'dan yayıldı ve ipek Yolu'nun kervan yollarının izini sürüp islam topraklarında her şehre ulaşıp, Melamiliği taşıyanların Ahi Birlikleri (esnaf locaları) olduğu söyleniyor.
Melami, kelime anlamı, "kınanma" demektir.
Sizi, başkaları kınasın, istiyorsunuz.

Bu şu demek, birisi, benim iyi bir insan olduğumu söylemesin. Çok çalıştığımı, söylemesin. iyi müslüman olduğumu söylemesin. Tam tersine, benim kotu, bozuk, günahkar ya da bu iyi sözleri hiç haketmediğimi düşünsün, istiyorsun..
Peki melamiler neden kınanmak istediler. Şundan!.

iyilikler ve ibadetler insan nefsini/egosunu şişirir. mesela tarikatlar içinde insanlar kendilerini evliya, mertebesine koyar. Hatta 'keramet" gösterir. Ya da haklarında manevi rütbeler verilir, evliya gibi, Allah'n sevgilisi gibi.
Melamiler tam tersi... Bir melami sözüdür, "Bize evliya diyeceklerine hacamatçı desinler".. Hacamatçı,
kan alma işini yapandır.

Yani. size kumaşçı, boyacı desinler ama evliya demesinler. Çünkü, manevi rütbelerin insanı böbürlendirdiğini gururlandırdığını, bu da insanın da ibadetlerini temizlik ve safiyetle yerine getiremeyeceklerini düşünürler.
Bunun için iyilikler ve ibadetleri gizlemek için bir çok "taktiğe" başvururlar.
işte melamilerin en büyük özelliği: iyilikleri ve ibadetleri gizli yaparlar.

Hadi, gündelik farz namazlarım gizli yaptınız, peki, cuma namazı gibi toplu kılınması farz namazlarını nasıl yapacaklar? Melamilerin taktiği, her cumayı, başka bir camide kılmaktır. Çünkü onun her cuma sektirmeden camiye gitmesi övülebilir...
Görüldüğü gibi melamilik tarikat dışında ve hatta, tarikata karşı bir öğretidir. Rüyalara, kerametlere hiç inanmazlar, hepsini uydurma, kandırmaca görürler.

Çünkü tarikat manevi rütbeleri gösterir. Melami için "rütbe" "manevi mertebe" çok tehlikeli bir ahlak bozukluğudur.
Hatta, mesela, bu yüzden melamiler, bir lokma bir hırka deyip elinde tas dilenen dervişleri hiç sevmezler.
iki türlü sevmezler: Birincisi bu dervişler Allah yoluna baş koyduklarını halka ilan ederler. Melamiler için Allah yolu içerden, gizli ve saklı bir yolculuktur, asla söylenmez.

ikincisi, dervişlerin çalışmamasını doğru bulmazlar. Çünkü melamiler "rızk" peşinde koşmalı, çok çalışılmalı düşüncesindedirler. Müslümanların dervişlikle aylaklık, tembellik, beleşten yaşamasını sevmezler..
Dervişlerin içlerinde yaşadığı cezbe, keramet gibi halleri dışlarına vurmaları, topluma aksettirmelerinden hiç hoşlanmazlar, çocukça ve bozuk bulurlar.

Melamiler "batini" yönlerine önem verir. Bilindiği gibi, batini, iç, içerde, anlamındadır. Bir de "zahiri" yönümüz vardır, dışan demek, dışımızda olup biten anlamında.
işte melami için ahlak denen şey batini tarafımızda olup biter. Batini, yani, içimiz. Orası özeldir, gizlidir, asla söylenmemelidir. insanın Tann'yla ibadetle iyiliklerle ilişkisi içinde ve gizli kalmalıdır.
içinizde ne olup bittiği sizi ilgilendirir. Sakın ola ki içinizde olup biten güzellikleri, halleri, cezbeleri, ışığı, zahire söylemeyin, yani, dışarı çaktırmayın.

Bu yüzden melamiler on asırdır kınanmak istediler. Batınlerinde olup bitenleri zahirlerine taşımadılar.
Bunun derin sebepleri üzerine insanoğlu yüzlerce yıl daha tartışacak. Bu bir ahlak felsefesinin tezahürüdür.

Çünkü melamiler. kendi içlerinde, sadece kendilerinin bildiği bir iç neşenin, ilahı neşenin peşindedir Beni Tanri bilsin, toplum bilmesin, isterler
iç neşe. ilahi neşe. sakinlik, sadelik gibi bir hayat anlayışının tezahürüdür. içinizde bu denli yüksek ilahi bir neşe coştuğu halde hala nasıl dışarıdan "sakin" görünebilirsiniz? işte melami, içindeki büyük yangınlara rağmen, dışarıdan sade görünebilen insandır.

Çünkü Melamiler, cezbelerin,, tasavvufi hallerini göstermemek için uğraşırlar Yaşadıkları ilahi mertebeleri hiçbir zaman abartmazlar ve abartanları sevmezler.
iç dünyalarında olup bitenleri herkesten gizlemek için de melamilik öğretisini yüzyıllarca gizlice benimsemişler, yani, ben melamiyim, dahi dememişlerdir.

Hatta melamiler kendilerini öyle gizlemişlerdir ki. bugün Melamiler üzerine kayıt bulmamız zordur. Şunlar şunlar melamıdir dememiz zordur. Bugün melamiler üzerine çalışma yapanlar, çok derinden ve başka kaynaklardan, yani, melami olmayanların melamiler üzerine söylediklerinden yola çıkarak iz sürerler.
Özetlersek, melamilik. gizli iyiliklerin ve gizli ibaretlerin ilahi neşesidir
Yaptıklarını herkesten gizleyerek, iyiliklerini sadece kendine saklayarak, bir iç huzur yakalayacaklarına inanmışlardır.
iyilikleri ve ibadetlerini abartmayarak, hiç göstermeyerek, en yüce ahlakla donanacaklarını düşünmüşlerdir
Buraya tekrar döneriz.

Bunu neden yaptılar Çünkü melamiliğe göre insanın en büyük düşmanı "kibir"dır. Burnu büyük, şişmen, kibirli, boş gurur, övünen, evliyalık taslayan, dervişim diye dolaşan insanlar melamiler için ahlaki zayıflıktır.
Melaminin savaşı "nefsiyledir" Bu ego savaşı tarihin en büyük savaşıdır. Topraklarımızda on asır nefs terbiyesi üzerine yüksek matematik denklemleri gibi ahlak matematiğiyle uğraştılar. Şöyle mi yapmalıyım, böyle mi yapmalıyım, diyerek, ahlak sorununu fazlasıyla ciddiye almış ve günümüze kadar taşımışlardır.

Peki, herşeyleri gizlemiş ve herkes gizlenmişse, bugüne kadar bu öğreti nasıl geldi.
Ve melamilerin tasavvufi bir hiyerarşik kurum olmadığını, sistemden uzak olduğunu söylemiştik. Peki bunca bilgi, hikmeti söz, ahlaki davranış, nasıl taşındı, nasıl öğrendiler.
Melamiler "sohbete" değer verirdi. Denilebilir ki, ve muhtemeldir ki, arkadaş ve dostlarıyla kurulan sohbetler zaman içinde, sosyal bir okula dönmüştür.

Melamilik ahi birlikleri, yani, esnaf arasında yaygındı. Sohbetin ya da bu kardeşliğin hangi kurumlar içinde devam edegeldi,
Ahi birlikleri, yani, esnafın olduğu her yerde doğudaki sıra geceleri gibi özel toplantıları vardır. islam coğrafyasının her kasabasına kadar yaygındır ve her bölgenin kendi ait başka başka türlüdür. Ancak, sohbet toplantıları ger4çekleşir, sonradan çalgı, saz, söz araya girmiş, ya da şakalar, fıkralar, ya da bu hikmetli sözlerin anlatıldığı "meclisler" her bölgemizde kurulmuştur.

Bugün tamamen saz ve eğlenceye dönüşmüş sıra gecelerinin bir melami sohbetinin uzantısı ya da sosyal kurumu olduğu görünmene. Her bölgede esnafın kardeşlik, dayanışması için kurulmuş sıra gecesi benzeri, birlikler demekler benzeri eğlencelerle düzenlenmiş özellikler gösterir. Bu kurumlara bakıp bu yakıştırmaları biz uyduruyoruz.
Saz ve eğlenceye düşkünlük, melamilerin kendilerini gizlemekte ya da topluma kendilerini kınandırmak için bir taktik olabilir. Yani, bakın bunlar zikirde, namazda, duada, tespihte değil, bunlar oyunda oynaştılar, dedirtmek için..

Ancak, sohbetin törenleşmesi, sohbetin ' gelenekselleşmesi zaruriydi. Bu melami öğretisinin nesilden nesile anlatılacağı, hikmetli sözlerin, geçmiş bilgelerin neler söylediği, neler yaptığı bu sohbetler vasıtasıyla kuşaktan kuşağa aktarıyor olabilir. Sohbet ayrı bir hadisedir, başka bir yazıda değiniriz. Sohbet, topraklarımız üstünde en çok durmamız gerektiren kültürel bir hadisedir. sohbet birbirleriyle oturup kalkmanın terbiyesinin yaşandığı ortamların kurulmasıyla olur. Yani, sohbet, vaaz değildir, birşeyi ders gibi anlatmak değildir. Güzel insanların oturup kalkmaları, alışverişleri, hiç konuşmasalar da, davranışlarında etrafa bir anlayış yayarlar. Anadolu'da her kasabamızda, Kemaliye Eğin'den Kula'ya kadar kurulmuş "sohbet" kurumlarımız vardır ve hemen hepsinde saz, söz, eğlence baş köşededir.
Konumuza dönelim.

"Bir elin verdiğini diğer el görmeyecek" Kur'an'da yazılı bir ayettir. Bu emre en çok itaat eden melamilerdi.
Kardeşlerim, ibadet ve iyiliklerini gizlilikle yaşamaya çalışan bu güzel adamlar bugün bize ne söylemeye çalıştılar?
Bir mutluluk formülü mü verdiler? Çağımızın ruh hastalıklarına, kişilik çıkmazlarına, komplekslerine, depresyonlarına ve ne yapsa tatmin olmayan, neyi olsa tatmin olmayan, ne kadar çok parası, şöhreti olsa yine tatmin olmayan günümüz insanının sıkıntılarına asırlardır bu topraklarda birşeyler söylendi...
Şöhreti gizlemek. Ruh hallerini gizlemek. Ve kardeşlik ve sohbeti sürüklemek. ibadetleri, iyilikleri gizlemek. Ama çok çalışmayı yüceltmek ve üretmeyi hayat felsefesi yapmak, işte esnafımızın ahlakı...

Mesela, Allah yolunda onlar da herşeylerini terk edebilir, maldan, dünyadan vazgeçebilirlerdi. Tam tersine, dünyadan vazgeçmediler, dünya malını gizlice başkalarına yardım için çok ürettiler. Rızka, çalışmaya, kazanmaya fazla önem verdiler ama bu dünyalıklarıyla övünmediler, şişinmediler.
Kendi gururlarını kendileri kırdılar. Kibre düşman oldular. Tanrı'yla aralarına kimseyi almak" istemediler
Eric Fromm "sahip olmak" kitabında doğu felsefelerini inceleyip "özgürleşme" için, sahip olduklarımızdan ev, araba, para, ne varsa sıyrılmayı önerir.
Tam tersine melamiler, dervişçe dünyadan ellerini ayaklarını çekmeden, sahip olduklarıyla bu iç özgürlüğü yakalamak ister.

Malını terketmek başka birşey. malını göstermemek, malınla övünmemek başka bir şey…
işte insanlık, birgün dönüp dolaşıp topraklarımızda; tam bin yıl hüküm sürmüş bu melami felsefesiyle günde taşıyacak. Herşeyini gösteren bu gösteriş toplumu birgün iç güzelliği melamilik felsefesiyle anlamaya çalışacak..
Terbiye kurallarını topluma değil, insanın kendin öğretmesi, övgünün, şaşaanın, böbürlenmenin edepte olmadığını yavaş yavaş konuşacağız.
Çok paralar kazanan insanın zaferler kazanmış hali bugün içler acısıdır. Melami işte bu soruyu sorduğu egosuna/nefsine. Sahip olduklarımız benliğimiz için tehlikelidir, dedi. Sizi, yanlış hırs, yanlış ihtiras, yanlış tutkular içinde süründürür, dedi..

insanın öz toprağı Tanrıdır, insanın içini ısıtan ora kurulan sessiz, dingin, sakin düzendir, iste bu ilahi sedir, bu kadar güzel şeyi de başkasına söylemeyin onun özel sıcaklığıyla siz yaşayın…
içinizdeki bu güzel çocuğun karnı tok olmalı, yoksa dünyanın sahte oyuncaktan sizi köleleştirir. gurura, kibre, böbürlenmeye kaptırır, insan olmaktan çıkarsınız, dediler, çünkü Allah sevgisi. içimizde gizlenmiş neşe çiçekleridir.
Nefsimizin kaba sabalığıma bakımsızlığına, kabarmışlığına ahlak olarak dikkat etmeliyiz.
Çünkü, içimizde Allah'la kurduğumuz özel. gizli ilişki, zamanı durmaksızın döndüren müzikli duvar saati gibidir.
Bakımsız kalırsa saat durur. Artık yelkovanı elle çalıştırmaya ilaçla, psikolojik desteğiyle döndürmeye başlarız.
Çünkü eşyaların düzeni, burjuva düzenidir, eşyalar, gösterişe, çalıma, şaşaaya, gurura, övünmeye, hava atmaya bizi zorlar. Bu düzen "gülünçtür" insan nefsi için gösteriş tehlikelidir. Ve melami için dünyanın en büyük kötülüğü, boş gururdur. Sizi en acayip kaprislerin, en tuhaf arzuların kurbanı yapar.
Yani şunu dediler. Yaptığımız herşeyi gösterir ve söylersek, bilinçaltının iyiliklerle dolu kısmı boşaltılmış olur. Billinçaltındaki iyiliklerin boşaltılması insanın kendini tasfiyesi gibidir. iyiliklerinizi anlatırsanız sinenizi ısıtacak hiçbir şey kalmaz. Bilinçaltına gizli iyiliklerin neşesiyle doldurulmuşsa. bu bilinçaltı size sıkıntı, telaş, panik basıncıyla tereddütlere sokmayacak. Aksine, bilinçaltı gizli iyiliklerle doldurulmuş insanları bu gizli iyilikler ısıtabilir.

Yani, insanların Bilinçaltlarında Allah'ın kurduğu sağlam çelik kasalar olmalı.
Ancak böyle yapmıyoruz, beş yaşındaki çocuğumuzun dahi karşısına çıkıp, ben senin için şunu yaptım, bunu yaptım diye Öfkeden kuduran anneler babaların dünyasındayız.
iyilikleri ve ibadetleri beş yaşındaki çocuklarımızın dahi üstüne haşlanmış sular gibi kezzap gibi boşatıyoruz.
Hepimizin bildiği birşey. hastanede müdür muavinlik yaptığım sırada, bir lions kulübü hastaneye bir çorba tenceresi hediye etti.. Hem tencerenin üstüne bu tencere şu (lions kulübünün armağanıdır yazısı çakarak). Hem de koridorun başına, bu hastaneye lions kulübü bu tencereyi armağan ettiğinin bakır levhası asıldı.
Bu ve benzeri davranışlar, Anadolu toprağının ruh modeli değildir. Bu topraklarda insanın içini ısıtan sıcacık çay gibi iç neşesine aykırıdır.
Batı dediğin ikiyüz, uçyüz yıllık zengindir, bu topraklar, onlarca asır zengindi, o zengin tüccarlarımızın ruh halleri, ahlak felsefesi işte buydu

Topraklarımızda ahlakın değirmenleri yüksek matematik formülleri gibi. binlerce yıl dönüp durdu. Boş gurur, kibrin, insan için baştan çıkarıcı ve hatta sapık bir şehvetin ürünü olduğu binlerce yıl söylenegeldi.
Simdi, söylermisiniz kendinize, dışınızdaki bu koca dünya bugün nereden batıyor, söyleyeyim, gösterişten.
Oysa, herkesin, kimsenin bilmediği özel çiçekleri olmalı. Allah’ın çiçekleri içimizde kalmalı. Göstermek kötülüktür, şeytanidir. Sizin melek gülümseyişini yok eder. Hatta, sakinliğini ve sadeliğini parçalar.
Topluma yaptığımız iyilikleri söylemek, o toplumu tekme tokat dövmek, kırbaçlamak, o topluma tecavüz etmek gibidir.
insan, önce kendi içinde kanaatkarlığın neşesini bulabilmeli. Eşyalar ve sahip olduklarımız toplum ve kendimiz için bir problem, sorun haline gelmemeli. Sahip olduklarımız bizi neden kudurtur? O halde, sahip olduklarımızla sade. sakin, rahat bir oyun oynayabiliriz. Bu oyunu herkesten gizleyerek, Allah'ın bilebileceği bir gizlilikte yapabiliriz. Belki de cennet denilen şey, gizlenilen bu iyilik ve ibadetlerin ülkesidir.

Melamiler, nefslerine/egolarına, bir hasta gibi davrandı. Bu ağır ölümcül hastaya bir ömür gizlice su, ilaç, merhem taşıdılar. Çünkü hastanın gözü toplumda, gururda, kibirde ve gösterişteydi.
Ancak, ince bir matematik denklemi gibi, bu hastayı hemen iyileştirip toplum içine salmadılar Çünkü nefs iyileşmez. sürekli kontrol, hergün bakım ister. Hatta o nefsi boğazlayıp öldürmek de istemediler. Çünkü nefs ayar hergün yapılan terazi gibidir. Onu yokedip ondan kurtulmak mümkün değildir Onun taşıdığı hastalıkları hergün muayene edip. hergün kontrol edip, hergün nabzını alıp, hergün tansiyonunu ölçüp, ölçülü bir düzen kurmaya çalıştılar.
Bu çok yüksek matematik problemi gibi ahlak anlayışını binlerce sayfa konuşsak yine de anlayamayız.
Mesela, diyelim, insanın içini ısıtan o Hali iç neşe ısısıyla sizi yakıp kavuruyorsa, bu özel hal de sizi böbürlenmeye götürebilir. 0 halde bu özel hali. parlatmaya çalışmamalıyız.. Bu özel alan küçük ışık huzmeleri gibi orada kendi başlarına bırakmalıyız.
O özel iç neşe insanı sakinleştirmeli. iste dünyamız, toplum, kendimiz, kendiliğinden böyle "durulabilir" ve neşe, bu duruluktan fışkırır.

işte bu yüzden, insan coşturan ve kudurtan manevi ve resmi her türlü kariyer, rütbeler, ahlak mertebeleriyle melamiler binlerce yıl uğraştı..
Yani, nefs, hergün ahlak terazisine çıkmalı. Bu dünyanın en büyük silahlı güçleriyle savaştan beterdir.
Ne onu, tam esir alıp ezip silip yok edeceksin, ne de bu büyük güce teslim olacaksın.
Ama, hal bir ahlaki endişe, size evrensel bir kudret verecek. Bu kudret kas, silah, güç değil, sabır ve sakinliktir. Ve bu kudretin sahibi siz değil, sizi, dünyayı yaratan Allah’tır. O halde, bizler, tereddütü bitmemiş canlılarız.

Kökünüzden kopmamak, solmamak,. yolumuzu kaybetmemek için bu ahlaki tereddütlerle nefsimizle savaşı sürdüreceğiz.
işte melamiler. uzun ince ve parlak yolda binlerce ayrıntılı trafik levhaları gibi ahlaki işaretler bırakıp gittiler. Ruh alametleri her bir işarete saklandı. Allah'a giden yolda Allah için duyulan ateşi, kendilerinden ve toplumdan gizleyerek. Bu yakıcı istiaplarla bir ömür kavrularak bu ilahi içkiyi edebiyle içmeye çalıştılar.
Çıldırmış, kudurmuş insanlığa işte bu ahlaki öğretileri önce kendimize sonra başkalarına anlatmak isteriz. Bedenlerini bu dünyanın, kirli, irinli, çamurlu yatağında gösterip, içlerindeki o özel dünyayı şehvetin, coşkunun felaketlerinden korumak istediler.
Ortaya bir inanç ışığı parıldayarak çıkıyordu. Ama o inanç ışığını, mum alevi gibi kısıp, kendi içlerindeki özel, mahrem, derinliklerde kilitlediler.

Kendi özel gerçeklerini gizlediler Özel hallerinin itirafçısı olmadılar. Gerçek bir erdem sahibi olabilmek için kotu, çirkin, pis, görüntü vermeye çalışırlar.
Neden gizlediler kendilerini, bir güzel insana tohumlanmak için, yüce asil. ahlaki insani görevin derin terbiye olduğuna inandıkları için
Şu gösterişten çatlayan modem insanın yanına bir de melamileri koyun. Modem insan, suçluluğundan komplekslerinden spazmlarından kudurmuş şehvetinden kurtulamıyor.
Bu yüzden insan çürüyor. Bozulan şey insan'dır.
Yeryüzündeki en büyük kudret, neşe, fobum, mucize olan insani. Modern toplum binlerce bilimsel buluşu sonucunda insanı "depresyonun" konusu yapıverdi ve insandan tamamen depresyon üretti. Bugün insanı konuşmuyoruz, depresyonu konuşuyoruz..
Çünkü insanın el değmemiş dokunulmamış en derin katlarında gizlenmiş kandil ışığı gibi mangal közü gibi mum alevi gibi saf ışığı yok olmuştur. Kimsenin görmediği Tanrı'dan başka kimsenin dokunmasına müsaade edilmeyen o kandil yok olup parçalanmıştır.

Kardeşlerim. Allah'tan başka kimseye gösterilmeyen iyilikler ve ibadetlerin ne anlama geldiği faslı uzundur.. Ben kısa bir özel verdim..
Ama çalışırsak. insan kimdir, diye yeniden sormamız lazım. Ya da evrensel insan ne olmalıdır' diye sormalıyız..
Bu gergin, kudurmuş, gösterişçi, kibirli dünyadan "insan" çıkmayacağı açıktır..
Ancak, toprağımızı eşeledikçe orada saklanmış gerçek definelerin gerçek mutluluk formüllerinin kimyasına ulaşabiliriz
Bu mutluluk formülünü kendi hayatımızda deneyebiliriz, iyiliklerimizi gizleyerek büsbütün ve tamamen ve gittikçe şekilsiz bir hal almakta olan "ruh sağlığımızı'' psikoanalistlerden kurtarıp, ilahi neşenin iç hayatımızın iç güzelliğimizin saklanmış ışığıyla aydınlatabiliriz.
Yani, melami demek, bir nevi teşkilatı mahsusa demek. Teşkilatı mahsusa, özel. gizli teşkilat demek. insanı herkes dışarıdan görebilir. Ama içerden yaşadıklarını bir mit mensubu gibi herkesten gizleyebilmek..

Şimdi günümüzden bir hikaye anlatayım, sonra, yorumlarım.
Şehrimizde Amerikan üssü vardı. ilk gençlik yıllarında denize gitmek, top oynamak, sahile inmek, teknelere binmek, dağlara çıkıp bıldırcın avlamak dendiğinde canım çıkardı.
Birgün, bit pasajın iki kat altında bir ayakkabı tamircisi gördüm. Sadık amca. Hergun o pasajın iki kat altına giriyor ve o karanlık dehliz gibi yerde akşama kadar dükkanından çıkmıyor. Dükkanı avuç kadar ve eski ayakkabılarla dolu. işte onu görünce korkuya kapılıyordum. Bu küçük dükkanda çalışmak ödümü kopartıyor, boğulur gibi oluyordum Dar bir yerden çıkmadan bir ömür nasıl yaşanır? Benim için hayat asla böyle olmamalı, derdim..

Ama Sadık amca. sakin, endişesiz, her gün aynı dükkana giriyor. Yine de çözemiyordum kafamdaki soruyu, bir insan, dünya da gezmeden, dışarılarda dolaşmadan, bu kadarcık kirli, karanlık, pis, çamurlu bir dükkanın içinde nasıl bir ömür yaşayabilir. Onun sabrı, gizli neşesi, hergün hiç değişmeyen sadeliği, kafamı karıştırır? Orda bir başka hayat var ve ben onu görmüyor muyum, derim. Dünyadan uzak ve telaşsız ve işiyle meşgul bk hayat, bunu çözemedim.
Çocuk yuvasında tür çocuk vardı, babası bilinmiyor, ama Amerikalı bir çavuştan bir kaçamak sonucu olduğu söylenirdi. Ve çocuğu gören ona tembih ederdi, büyü ve para bul ve git Amerika ya babanı öldür, diye.. Ya da "oğlum baban seni niçin aramıyor, hiç haber yok mu?" derdi ahali.. Çocukta cevap olarak, birgün Amerika'ya gidip babamı bulacağım, ona şöyle yapacağım diye ütopik hikayeler anlatırdı.
işte Sadık amca, bu yetim çocuğu evlatlık gibi yanına çırak aldı, ama çıraklık yaptırtmadı, çocuğu okuttu. Üniversite bitirinceye kadar düzenli para ödedi.. Ve çocuğa, bu paranın, Amerikalı babasının kendisine verdiğini, okulun bitirene kadar taksit taksit ödemesini tenbih ettiğini, söyledi..

Hızla geçelim. Çocuk üniversiteyi bitirdi. Ve Sadık amca yaşlanıp öldu.. Çocuk. Amerika ya gidip babasını bulmak istedi Tabii ki paranın da kaynağına ulaşmak istiyordu Gitti, geldi, aradı, yılarını verdi babasını bulmak için.
Sonuç: Öyle bir baba hiç olmadı. Hikaye yalanmış. Amerika'dan para falan gönderen yok. Sadık amca çocuğu mahcup etmemek, ya da, borçlu kılmamak için, böyle bir bilinen yalanı, ya da şehrin inandığı bir yalana devam edip çocuğa bakıp, büyütüp, okutuverdi.
işte Sadık amcanın yaptığı, bir melami taktiğidir. Bu insanlardan bin çeşidi bu topraklarda hala yaşıyor!.

Tabii o yıllarda hepimiz top oynamak istiyor, teknelere binmek istiyor, balığa çıkmak istiyor, dağlara, ormanlara koşmak istiyoruz ve bu yüzden Sadık amcanın hiç çıkmadığı daracık tamirci dükkanından korkuyordum.
Sadık amca. topunu başka yerde oynuyordu. Bizim bilmediğimiz başka bir seyahate çıkıyordu, bizim anlayamadığınız başka ormanlara kaçıyordu, bizim göremeyeceğimiz denizlerde, balık avlıyordu!.
yahudi izleri yaşıyan akımlarla ile ilgisi olmayan öğreti. yaptıkları iyilikleri, iyi yönlerini çevresine ilan etmeye bayılan, hatta kendisini olduğunan daha iyi, daha güzel gösteren buna da onur diyen insanların melamileri anlaması söz konusu olamaz.
(bkz: derin olan kuyu değil kısa olan iptir)
"Hz. Ali, ilim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı" der, Muhammed Nurül Arabi
güncel Önemli Başlıklar