bugün

mehmet akif ersoy'un yazmış olduğu şiirlerdir;

(bkz: bülbül)
(bkz: cenk marşı)
(bkz: çanakkale şehitlerine)
(bkz: hüsran)
(bkz: istiklal marşı)
(bkz: itiraf)
(bkz: kissadan hisse)
(bkz: mahalle kahvesi)
(bkz: safahat için)
(bkz: şeytan)
(bkz: necid çöllerinde)
hepsi "safahat" kitabında toplanmış şiirlerdir.genelde ağdalı bir dilleri olduğu için de günümüzde pek fazla revaçta değildirler.ama mesela çanakkale şehitleri için yazdığı şiiirinin ilk beyiti hala her yerde kulağınıza çalınacak cinstendir.
mehmet akif'in iki kız çocuğu olan feride ve cemile 5 ve 7 yaşındadırlar bir gün başlarından geçen bir olayı anlatmaktadır.içinde derin anlamları olmasına rağman masum bir anı olarak görülür!!!

BEBEK YÂHUD HAKK-ı KARÂR

Bizim Cemîle Ferîde'yle bir sabah gelerek,
"Unutma beybaba, akşam birer hotozlu bebek,
Getir, kuzum... " dediler. Ben de kızların keyfi
Kırılmasın diye reddetmedim şu teklîfi.
Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki
Edâlı yosma getirdim. Aman o akşamki,
Sevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!
Durup oturmadılar hiç, dedim: "Yatın da yarın,
Bütün gün oynayınız... " Nerde! Kim yatar? O gece,
- Yemekte sızmaya me'lûf olan - Ferîde'mce
Kabûl olunmıyacak söz olursa, yatmaktı.
Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.
Ferîde'nin yaşı beş yok; Cemîle'ninki yedi;
şu var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.
Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;
Küçük sabâha kadar hep bebeğini hoplattı.
Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan...
"Işıl ışıl bakıyor â! bebek değil, afacan!"
Sabaha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun:
Mışıl mışıl uyuyor... Değmeyin aman uyusun.
Benim bulunmadığım bir zamanda kız uyanır;
Bebeği uyutmak için evde üç saat kapanır.
- Aman da pek yaramaz, uyku sıçramış başına.
Bakın beşik de getirdim, bakın yatar mı şuna?
Yatar mısın seni maymun? Kapar mısın gözünü?
Acık da dinlesen olmaz mı annenin sözünü?
Kapandı işte gözün... Oh, şimdi artık yat!
Bebek ne yaptı bilinmez ki, sonradan, pat pat,
Dayak sadâları akseylemiş öbür odaya,
Güzel güzel uyumuş olsa kız da dövmez ya.
Gelince akşama, baktım, Ferîde pek düşkün.
Durur mu, ablası? Ben sormadan atıldı:
- Bugün Ne yaptı, beybaba, bilsen... Zavallıcık bebeğe?
- Ne yaptı?
- Dövdü bir âlâ, sonunda kırdı.
- Niye?
-Bilir miyim, ona sor... Kız, getir bebeğini hadi!
Ferîde kaçtı yanımdan, getirmek istemedi.
Çiçek çıkarmışa dönmüş, getirdiler ki, yüzü;
Birer kafes gibi kalmış o kuş bakışlı gözü.
Başında saçtan eser yok, ayak topal, kollar
Omuzdan oynamıyor, kim bilir, ne illeti var?
O kanlı canlı bebek şimdi işte bir kötürüm..
- Bu ölmüş artık ayol, göm, götür de, hem ne ölüm.
Ferîde kaldı bebeksiz, Cemîle'ninki fakat,
Güzel güzel duruyor, olmuyor ne kör, ne sakat.
Günün birinde berâberce oynuyorlarken,
Alıp Ferîde hazin bir niyâz tavrı hemen
- Bebeğini ver, acıcık oynayım, kuzum abla...
Demez mi? Kız ne diyor?.. Galibâ:
- inâyet ola!
Verir miyim sana ben hiç bebeğimi, yağma mı var?
- Hasislik etme kızım, ver!
-Alırsa sonra kırar:
- Nasıl kırar a canım? Etme oynasın, veriver!
- Olur mu beybaba?
-elbet olur:
- Kırarsa eğer?
- Yarın sabah sana ben başka bir bebek alırım.
Bizim müdâhaleden sonra, "Oyna al bakalım!.. "
Deyip Feride'ye kerhen uzattı kız bebeği.
Ferîde'nin yüzü gülmüştü, baktım, iyden iyi.
Sevindi, oynadı, lâkin bu müsteâr sürûr
Süreksiz oldu...
- Ver artık!
-Acık, daha, ne olur!..
- Bakındı beybaba?
- Kız, ver de sonradan yine al,
Mal olmaz insana, âdet değil, emânet mal.
Tekerrür etti birazdan şu yolda aynı niyâz:
- Bebeğni ver yine olmaz mı? Oynayım.
- Olmaz!...
Ben iltimâsı dirîğ etmedim ikinci sefer:
- Çok oldu beybaba, ya! Sonra her zaman ister!
- Demin de aldı, hemen verdi, içlenir, yapma!
Sen ablasın ne kadar olsa...
- Başka vermem ama,
Çabuk verirsen eğer al da oyna kız, haydi..
Ferîde'nin bu sefer keyfı pek yolundaydı.
Epeyce dandiniler yaptı, hayli hoplattı;
Bebek kolunda, hasırlarda bir zaman yattı.
Fakat ne çâre! Gelip çattı vakt-i istirdâd,
Kızın nazarları beyhûde etti istimdâd.
Cemîle istedi ısrâr edip emânetini,
Çocuk da verdi, fakat görmeliydi, hiddetini!
Büyük kızın eziyordu gurûr-i masûmu,
Bebek elinde gezerken, şu tıfl-ı mahrûmu.
Ağır gelir ona elbette karşıdan bakmak.
Sokuldu bak yine, hiç şüphe yok ki: Yalvaracak,
"Bebeğini ver" diye, lâkin ben eylemem ibrâm.
Hayır, değil bu edâ, bir edâ-yı istirhâm:
"Bebeğimi ver!" demesin mi üçüncüsünde kıza.
Meğer hukuk da bilirmiş bakın şu saygısıza!..
meyhane
köse imam
asım
küfe
leyla
seyfi baba
tevhid yahud feryad
kocakarı ile ömer
hasta
geçinme belası
fatih camii
süleymaniye kürsüsü'nde
dirvas
bayram
alınlar terlemeli
berlin hatıraları
kari
zulmü alkışlayamam
(bkz: safahat okuyucusuna)
cenk marşı

ey sürüden arkaya kalmış yiğit
arkadaşın gitti haydi sen de git
bak ne diyor ceddi şehidin işit
haydi git evladım uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
uğurun açık olsun uğurlar ola.

eşele bir yerleri örten karı
ot değil onlar dedenin saçları
dinle şehit sesleridir rüzgarı
haydi git evladım uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek on safa geçmiş bulun
uğurun açık olsun uğurlar ola
haydi levent asker uğurlar ola

yerleri yırtan sel olup taşmalı
dağ demeyip taş demeyip aşmalı
sende ki coşkunluğa er şaşmalı
kahraman askerim uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
haydi levent asker uğurlar ola
haydi git evladım uğurlar ola.
okumadan zihniyetin anlaşıldığı şiirlerdir . zira hangi şair bu kadar dini semboller kullanmıştır.?
büyük bir düşünürün işleri.
“Eşin var, âşiyânın var, baharın var ki beklerdin;
Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.
Bugün, bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânumanın şen, için şen, kâinâtın şen.
Hazansız bir bahar isterse, şâyet rûh-i serbâzın,
Ufuklar, bû’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.

“Sorunuz şimdi de Japonlar nasıl millettir?
Onu tasvire zafer-yâb olamam hayrettir.

Şu kadar söyleyeyim; din-i mübinin orada,
Ruh-u feyyazı yayılmış yalnız şekli: Buda.

Siz gidin saffet-i islam’ı Japonlarda görün.
O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün.

Müslümanlıktaki erkan-ı sıyanette ferid.
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid.”

“Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada
Sâde, Osmanlıların gayreti lazım arada.”

Mehmet Akif Ersoy
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat
mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne
belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el,
ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, islam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

tartışmasız istiklal marşından sonra ki en güzel şiiri budur.