bugün

kardeştir bu ikisi.

gecenin kardeşidir hüzün. dünyanın ölümü gibidir gece.

geçen zamana inat hep yeni kalmak ya da eskimek istememek gibi gece de gündüz ile bir mücadele içerisinde gibidir. kazanan ise aslında belli değildir. çünkü ortada gecenin gündüze ya da gündüzün geceye kavuşması gibi bir ikilik var.

o halde biz ilk önce gündüzün geldiğini ya da gecenin geldiğini de iddia edemeyiz. bunu bir şekilde saatle anlaşır kılmaya çalışmışız. ama bu bir çözüm olmamış dediğim gibi.

her neyse;

hüzün denince akla gelen şeylere bakarsak ya da resmetmeye çalışırsak, yaptığımız resimde koyu tonlu renkler kullanırız. ve bu koyu renklerin en baskını da siyah olur. siyah her ne kadar hüzünü temsil etse de gerçekleri de temsil eder.

gerçeklerden en büyüğü ise sondur. son bize en yakın şeydir. gözümüzü kapattığımız anda bize gözükecek olan şey sondur. dolayısıyla insanlar her gün sonlarını binlerce kez görüyorlar. ama bundan ziyade insanlar sonlarından bir o kadar da habersizler.

gece ise dünyanın sonudur. ama başlangıcıdır da. başlangıç ve son aynı düzlemdedir o zaman. sadece yaşanan o kısım renk bakımından zikzaklar çizer. ve asıl son olan siyaha ulaşır.

gece ve hüzün kardeştir evet. ikisi de bize gerçekleri göstermekle yükümlü gibidir. belki de görevlerinden habersiz görevini yerine getiren canlılar gibi onlar da bize farkında olmadan hizmet ediyorlar. en mantıklısı bu.

peki o zaman. gece yani siyah bize gerçekleri göstermek istiyorsa ve hüzün de onun kardeşiyse bir insan neden gerçeklerden nefret eder olmuştur?

korkudan dolayı. peki insan neden korkar? gerçeklerden. peki neden gerçeklerden korkarız? çünkü yaptığımız şeylere güvenmeyiz.

yaptığımız şeylere güvenmediğimizden dolayı olsa gerektir ki bize gerçekleri gösteren şeyleri düşman görür ve onları hayatımızdan dışlamaya çalışırız.

oysa ki hayat sadece güzel ve doğru şeylerden ibaret değil. yani hüzün ve hata da hayatın bir parçası ve yüzde olarak bir değer ifade ediyor. o zaman biz bunları dışlayarak hayatımızın belirli bir yüzdesinden vazgeçmiş olmuyor muyuz?

yani hayatımız yaşanması gereken süreden daha az bir yer kaplamış oluyor. böylece daralan hayatımız bizi daha da sıkmaya başlıyor. yani kendi elimizle daralttığımız hayatımız yine bizi sıkıyor. ve biz her defasında hayat çok zor deme saçmalığına düşüyoruz.

hayatı daraltan ve onu olduğundan farklı bir şekle büründüren bizler yine ona hakaret ediyor ve onu anlamsız ve değersizmiş gibi görüyoruz.

buradan varmamız gereken nokta şudur;

bir insan hayatını tam anlamıyla yani büsbütün bir şekilde kabul edip yaşayabilir mi? belki. yaşayanlar var açıkçası. mesela imanın şartlarından birisi de kaderin hayır ve şerrin allahtan olduğunu kabul etmek

velhasıl hayat, hüznüyle, şerriyle, iyilikleri ve kötülükleriyle, gecesiyle, sabahıyla birdir. hüzün ise bizi frenleyen en büyük etkendir. gerçekleri gösterendir. budur kısaca

vesselam
(bkz: çift yumurta ikizleri) * * *
"gece midir seni bana düşündüren, yoksa ben miyim hüzünlenmek için geceyi bekleyen".... o derin sessizlik ve karanlığın çağrışımlarıdır hüzün... insan kendi yalnızlığında, perdeleri kapatıp başbaşa kaldığında hüzünleri çağırır geceler....