bugün

itiraf etmek gerekirse bu adam benim. hayatımın aşkını arıyorum. gezmediğim kitapçı, girmediğim kütüphane kalmadı. nasıl bir şey istiyorum biliyor musun? elbette bilmiyorsun. dur anlatayım:

yalnızlık içinde geçen bir haftadan sonra cumartesi sabahı kalktığımda televizyon hala açıktı. gece 3 te yattığım için açık kalmıştı herhalde. aslında uyuyamam ses varsa ve evde hiçbir zaman benim sesimden başka bir ses olmadığı için sıkıntı olmaz. nasıl uyudum bilmiyorum ama tek bildiğim sabah kalktığımda içimde garip bir sevincin olması. takımı 5 farkla yenilirken herkesi çalımlayıp gol atan futbolcunu sevinci gibi bir sevinç vardı üstümde. kalktım elimi yüzümü yıkayıp kahvaltılıkları hazırladım. yemeden çıktım evden umarsızcasına. arabama baktım her gün arabanın ön camına pisleyen kuşlar yine pislemişti. olum derdiniz ne lan benimle. başka araba mı yok?

bindim 15 dakikaya milli kütüphanenin önüne geldim. yaklaşık 2 haftadır cumartesileri gidiyorum milli kütüphaneye. üyelik kartını daha önceden almıştım. alıştım artık her cumartesi, her cumartesi. aslında derdim kitap falan değil. hayatımın aşkını arıyorum. ne bileyim işte, raflarda kitap bakarken hayatımın aşkıyla göz göze gelmeyi, hayatımın aşkıyla aynı anda aynı kitabı tutmayı ve sonrasında tanışmayı, hayatımın aşkıyla kütüphanede çarpışıp yere düşen kitaplarını toplarken gözlerindeki sevgiyi görmek, hayatımın aşkının ilgilendiği bir kitabı okurken yanıma gelip benden kitap hakkında bilgi istemesi ve sonrasında onunla tanışmak istiyorum.

girdim kütaüphaneye, her zaman orada bulunan top sakallı gence üyelik kartımı gösterip daldım kütüphaneye. ilk önce tek tek bütün konularda birer kitap almaya başladım. ilk önce felsefi kitaplardan başladım. sırası ile romantik, psikolojik, dram türlerine ait kitaplar seçtim. kütüphanede en göze batan yere otudum ve kitapları yanıma koyup hayatımın aşkını beklemeye başladım.

harbiden millet olarak okuma alışkanlığımız yok falan diyorlar ama pek katılmıyorum. her saat tıklım tıklım. gerçi gelen üniversite öğrencilerinin çoğu gırgır peşinde ama sonuçta su testisi su yolunda kırılır. böylelikle okuma alışkanlığı kazanırlar diye umuyorum.

neyse efenim dediğim gibi avını bekleyen pusuya yatmış bir aslan gibi kuruldum kütüphanenin ortasına. bekledim bekledim bekledim. tavanın kenarlarındaki güzel süslemelere kafam takılmıştı ki önümden geçen kahverengi saçlı kızı görmemle kendime geldim. hemen kitapları alıp ayağa kaltım. kitapla da amma ağırdı. kolum çıkıyordu az kalsın. kızı takip etmeye başladım. gözüme kestirdiğim bir noktada önüne çıkıp dalgın bir imaj çizerek onunla çarpışmayı tasarladım. nadir eserler müzesi gibi bir yer var milli kütüphanede. bu müzemsi yerin karşısındaki merdivene gelince atladım kızın önüne. kızın önüne atladım ama kız herhalde sporcuymuş birden çekilince büyük bir hata yaptığımı anladım. merdivenlerden sürüklenip aşağı kata kadar düştüm. kafamı kaldırıp kıza baktığımda bana bakıp kıkır kıkır gülüyordu. millet de sanki bir bok varmış gibi bana bakıyor bir allahın kulu yardım edeyim tut kolumdan demiyordu. utangaçlık ve mahcubiyet üstümde zor bela kalktım yerden.

yanımda geçen top sakallı görevli beni tanımış yanıma gelmişti. "gel abi dur dikkat et tut kolumdan." deyip bana yardım etti. kitaplar da merdivene dağılmış bir vaziyette kalmışlardı. görevlinin yardımıyla arabama kadar geldim. bendeki şans da bu. kolumdan tutmaya ayşeler sinemler gelmez. ancak mahmutlar ekremler gelir.
şansıma da sövdüm o anda. arabaya girdim bir süre ayağımın ağrısının geçmesini bekledim.

anlayacağın sözlük, hayatın aşkını kütüphalerde aramanın sonunda elinizde kalan tek şey bacağınızda ve kıçınızın sol lobunda oluşan morluklardır.

____________________________________________________________________
tanım: hayatının aşkını kütüphanelerde arayan adamın hazin biten öyküsüdür.
______________________________________________________________________
hayatının aşkını belli bir yerde arama gibi yalnış bir yargıya kapılmış insandır.

hayatımızın aşkı belki okulda.
belki iş yerinde
belki bir kafede.
belki bir kerhanede.

ne bileceksin işte. o hazzı sana yaşatacak kızın nerde olduğunu. eline cps i alıp sokak arayan adamlar gibi de aranmaz ki bu.

ama bu da güzeldir zevklidir. kütüphanede tanışılan kızla çılgınca bir kültür muhabbetinden sonra, büyük bir seviye düşüşü yaşayarak,
yılların cinsel hazlarının birikimini söndürmek için kütüphanenin tuvaletinde aşk a bir devir atlatmakta iyidir.
balzac'a aşık olucak adamdır.
(bkz: şu koridora bakmadım)
aşk tesadüfleri seviyorsa bu kadar planlanmış bir şekilde gelmezdi kesinlikle.
kitaplar en yakın dostlarımız olduğu gibi...öhöm...
(bkz: yeminlen üzüldüm)
vize ve final öncesi kütüphanelerde aşkı bulma ihtimali dahada artıyor.
kızla konuşamayınca çantasına not bırakan adamdır.
kitap seçimi yaparken;raflardaki kitabın bir kaçını düşüren kıza yardım etmek için eğildiğinde göz göze gelmesiyle oluşacak aşktır.
farklı bir tip.
heteroseksüel ise çok zorlanacaktır.
mümkünse lütfen kütüpanedeki her kızı hayatının aşkıyla karıştırmamasını rica ettiğim adamdır. ders çalışırken birilerinin bakışları altında olman dikkatini fazlasıyla dağıtabiliyor.
bu adam benim babam değilde onun çocuğu.
ulan 2 yıldır kütüphanede görev yapıyorum, kitaplar ile içli dışlıyım ama aşık olacağım bir kız gelmedi.

(kız kapıdan girer)
ben: (iç ses: aha galiba bu kıza aşık olabilirim, dur gelsin bakayım muhabbet kurayım).
-merhaba.
ben: merhaba.
-hımmm (kitaplara bir göz atar).
ben: yardımcı olayım isterseniz.
-?
ben: bakın o kitap güzel değil, o aşkı anlatmıyor.
-aşkı anlatan kitap aradığımıda nereden çıkardınız?
ben: ya ben anlarım. sizde tam aşık olunacak bir tip varda.
-ne diyorsun sen ya?
ben: bakın şu tarafta daha güzel kitaplar var, onlarda aşk kitabı.
-ya rahat bırakırmısın?
ben: ama olmaz size burada aşk kitabı arıyorum, biraz okuyun ve beni aklınıza getirin.
-o zaman bir fabl kitabı bulun lütfen.
ben:!?

durumlar hep böyledir azizim, şans yok bizde.
itiraf etmek gerekirse bu adam benim. hayatımın aşkını arıyorum. gezmediğim kitapçı, girmediğim kütüphane kalmadı. nasıl bir şey istiyorum biliyor musun? elbette bilmiyorsun. dur anlatayım:

yalnızlık içinde geçen bir haftadan sonra cumartesi sabahı kalktığımda televizyon hala açıktı. gece 3 te yattığım için açık kalmıştı herhalde. aslında uyuyamam ses varsa ve evde hiçbir zaman benim sesimden başka bir ses olmadığı için sıkıntı olmaz. nasıl uyudum bilmiyorum ama tek bildiğim sabah kalktığımda içimde garip bir sevincin olması. takımı 5 farkla yenilirken herkesi çalımlayıp gol atan futbolcunu sevinci gibi bir sevinç vardı üstümde. kalktım elimi yüzümü yıkayıp kahvaltılıkları hazırladım. yemeden çıktım evden umarsızcasına. arabama baktım her gün arabanın ön camına pisleyen kuşlar yine pislemişti. olum derdiniz ne lan benimle. başka araba mı yok?

bindim 15 dakikaya milli kütüphanenin önüne geldim. yaklaşık 2 haftadır cumartesileri gidiyorum milli kütüphaneye. üyelik kartını daha önceden almıştım. alıştım artık her cumartesi, her cumartesi. aslında derdim kitap falan değil. hayatımın aşkını arıyorum. ne bileyim işte, raflarda kitap bakarken hayatımın aşkıyla göz göze gelmeyi, hayatımın aşkıyla aynı anda aynı kitabı tutmayı ve sonrasında tanışmayı, hayatımın aşkıyla kütüphanede çarpışıp yere düşen kitaplarını toplarken gözlerindeki sevgiyi görmek, hayatımın aşkının ilgilendiği bir kitabı okurken yanıma gelip benden kitap hakkında bilgi istemesi ve sonrasında onunla tanışmak istiyorum.

girdim kütaüphaneye, her zaman orada bulunan top sakallı gence üyelik kartımı gösterip daldım kütüphaneye. ilk önce tek tek bütün konularda birer kitap almaya başladım. ilk önce felsefi kitaplardan başladım. sırası ile romantik, psikolojik, dram türlerine ait kitaplar seçtim. kütüphanede en göze batan yere otudum ve kitapları yanıma koyup hayatımın aşkını beklemeye başladım.

harbiden millet olarak okuma alışkanlığımız yok falan diyorlar ama pek katılmıyorum. her saat tıklım tıklım. gerçi gelen üniversite öğrencilerinin çoğu gırgır peşinde ama sonuçta su testisi su yolunda kırılır. böylelikle okuma alışkanlığı kazanırlar diye umuyorum.

neyse efenim dediğim gibi avını bekleyen pusuya yatmış bir aslan gibi kuruldum kütüphanenin ortasına. bekledim bekledim bekledim. tavanın kenarlarındaki güzel süslemelere kafam takılmıştı ki önümden geçen kahverengi saçlı kızı görmemle kendime geldim. hemen kitapları alıp ayağa kaltım. kitapla da amma ağırdı. kolum çıkıyordu az kalsın. kızı takip etmeye başladım. gözüme kestirdiğim bir noktada önüne çıkıp dalgın bir imaj çizerek onunla çarpışmayı tasarladım. nadir eserler müzesi gibi bir yer var milli kütüphanede. bu müzemsi yerin karşısındaki merdivene gelince atladım kızın önüne. kızın önüne atladım ama kız herhalde sporcuymuş birden çekilince büyük bir hata yaptığımı anladım. merdivenlerden sürüklenip aşağı kata kadar düştüm. kafamı kaldırıp kıza baktığımda bana bakıp kıkır kıkır gülüyordu. millet de sanki bir bok varmış gibi bana bakıyor bir allahın kulu yardım edeyim tut kolumdan demiyordu. utangaçlık ve mahcubiyet üstümde zor bela kalktım yerden.

yanımda geçen top sakallı görevli beni tanımış yanıma gelmişti. "gel abi dur dikkat et tut kolumdan." deyip bana yardım etti. kitaplar da merdivene dağılmış bir vaziyette kalmışlardı. görevlinin yardımıyla arabama kadar geldim. bendeki şans da bu. kolumdan tutmaya ayşeler sinemler gelmez. ancak mahmutlar ekremler gelir.
şansıma da sövdüm o anda. arabaya girdim bir süre ayağımın ağrısının geçmesini bekledim.

anlayacağın sözlük, hayatın aşkını kütüphalerde aramanın sonunda elinizde kalan tek şey bacağınızda ve kıçınızın sol lobunda oluşan morluklardır.

***4 hafta sonra***

4 hafta kütüphaneye devam ettikten sonra hayatının aşkını bulmuş olan adamdır ya da bulduğunu sanıyordur.

neredeyse 4 hafta olmuştu kütüphanelere devam edeli. aslında hayatımın aşkını bulamasam da genel kültür olarak en yakın rakibime bir sürü kitap fark atmıştım. bu süre zarfında 20 tane kitap okudum. hemem hemen hepsi 400 500 sayfalık kitaplardan. sil baştan diye bir kitap var, okuduğum en güzel kitaptı aralarındaki.
yine cumartesi günü kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltımı hazırladım. artık alışverişin zamanı geldiğini bildiren buzdolabı tam takır kuru bakır hesabı bomboştu. çay suyu koydum, çay içemeden evden çıktım.

okula giderken ara ara simit aldığım köşe başındaki simitçi çocuk bugün yoktu. bilmiyordum ne olduğunu ama son günlerde ortalarda görünmüyordu zaten. karşı caddede bulunan simit sarayında bir simit ve bir çay alarak sabah kahvaştımı yaptım. hele şu içinde peynirin aktığı simit yok mu? çayla beraber tadına doyum olmaz. işte ben de böyle birini arıyordum, peynirli simit ile çay arasındaki ilişki kadar sağlam bir ilişki arıyordum.

kahvaltımı yaptım simit sarayından çıktım. tekrar evin önüne gelip arabamın kapısını açmak için anahtarlarımı çıkartacaktım ki anahtarları evde unutmuştum. bir off çektim, neyse dedim eve kadar çıkmaya üşenip ilk gelen egoya binmek amacıyla durağa geldim. durakta her zamanki insanlar vardı, yaşlı bir teyze, hop dedik çıtı pıtı bir kız ve geçkin yaşına rağmen kulaklıkta metal dinleyen adam. ben de tipik üniversite öğrencisi olarak duraktaki eksiği tamamladım.

ego geldi, ilk girip son yeri kapan ben olduysam da yaşlı teyzeye yer verdim. sağol evladım çantanı ver bana dedi. çantam yoktu, belli ki teyze klişeleşmiş ve ezberlemiş olduğu bir takım sözleri kendisine yer veren her öğrenci tipliye söylüyordu. teşekkür ettim çantayı koyarmış gibi yaptım. ego milli kütüphanenin önüne gelince benimli birlikte çıtı pıtı bol parfüm sıkmıl olan itici kız da indi. hay şansımı dedim devam etmeden hzılı adımlarla kütüphaneye girdim.

artık top sakallı görevli ile kanka olmuştuk, bana olası hayatımın aşklarını gösterip bu nasıl falan diyordu. lan dedim olum dedim, ayakkabı mı alıyoruz bu nasıl diyorsun dedim. hayatının aşkını bulmak öyle ayakkabı almaya benzemez dedim. ilk görüştü içinde bir çarpıntı, çırpıntı, şırfıntı pardon şırfıntı değil şatırtı, patırtı olacak aşık öyle olursun, hayatının aşkını öyle bulursun dedim. tamam dedi ne halin varsa gör dedi. zaten 4 haftadır bir kız bulamadın dedi moralimi sıfırın altına çekip gitti yanımdan.

her zamanki yerimi almak yerine daha değişik yerler aramaya başladım kütüphanede. girişin hemen yanında gazeteleri olduğu yere oturup gazete okumaya başladım ki bir kız gazetemi çevirdi ve spor sayfası okuduğumu görüp "biraz yan tutarsanız beraber okuyabiliriz" dedi. "elbette" dedim, "neden olmasın" dedim. saçları siyah olan bu kızın gözlerine bakmamla vurulmam bir oldu. sporla ilgilenmesi de cabası. lan dedim işte hayatımın aşkı. biraz okuduk adını sordum adı sevgi ymiş. ilkokul aşkımın adı. uuu dedim içimden okulunu sordum şansa bak gaziden miş, lan o kadar kampüste dolaşıyoruz hiç mi rastlanmaz aynı üniversitede olup da. sonra muhabbet aldı başını yürüdü. 3. sınıfmış, galatasaraylıymış, futbolu takip edermiş. hayatımın aşkı olduğuna iyice aklım yatmaya başlamıştı.

spor sayfasını bitirdik, gel beraber çay içelim dedim, kütüphanenin kafesine gittik. sonrasında efem, bayağı samami olduk denilebilir.

ayrılırken sonra görüşürüz dedim keşke arabamı getirseydim evine bırakırdım diye düşündüm. içimde alev alev yanan aşk ateşiyle egoya binip eve geldim, yattım uyudum, hala kendime gelemedim.
aşağıdaki durumdan bihaber olan adamdır heralde.

(bkz: boş zamanlarında kütüphaneye giden güzel kız)
adam olamadım bari marjinal olayım diyen kişidir.
en güzel duyguların insanıdır ama amacına ulaşması çok zordur...
heartbreak library filminden fazlaca etkilenmiş olması muhtemel adam.
attila ilhan la zaman içinde yolculuk vardı dinlemekten çok büyük zevk alırdım o zamanlar beni çok etkilemişti, programında gençliğindeki bir anısını anlatmıştı attila ilhan; bir kızın peşine takılmış kız kitapçıya girince o da girmiş sonra kızla değil de orada bir kitapla tanışmıştı... diyeceğim neden olmasın aşkını ararken kitapların içene düşersin ya da kitapları ararken aşkın içine.
kitap gibi kadın arayan adamdır.
(bkz: aşık olunan roman karakterleri)
bu arayışın haliyle haklı sebepleri olmaktadır. bu gibi tipler genelde kendilerini okuyan zümrede görürler ve ilişkilerine anlam katmak için bu yola başvurmuş olabilirler.
ya sanat tarihi okuyordur ya da gaydir.
hem romantik hem itici bir davranıştır. yine de:

(bkz: serin hikaye birader)