bugün

eski sevgilinin senden başkasına aşık olabildiğini görmek. üstteki entyden sonra çok basit oldu sanırım ama ateş düştüğü yeri yakar işte.
taksicinin ışıklarda durmaya imtina edip son sürat bir sokak köpeğine çarpması. köpeğin metrelerce uçması.

başka bir köpeğinse durumu farketmesi. trafiği aksatacak derecede etrafında dolaşması, yürüyenlerin yanına gitmesi, yardım dilenmesi, kimsenin durmaması, dinlememesi.

kendine insan diyen vicdansızların annelerine çok selam burdan.
(bkz: bana kendimi özel hissettiriyorsun diyen taksici)
seni dünyalar kadar seven, her daim karnını doyurup harçlığını eksik etmeyen, çocukluktan alıp terbiye ve ahlak eğitimi veren babaannenin günün birinde ölmesi.
beraber yüzlerce anınızın olmasına rağmen, kadıncağızı götürüp toprağın altına gömmek, bir de yetmezmiş gibi üzerine ellerinle toprak atmak.
cenaze töreni bitip de eve geldiğinde, tırnaklarının arasında hala babaanne toprağının kalması
ellerini yıkamamak, yıkayamamak...
saatlerce çalıştıktan sonra son sayfada "ulaan bu da çıkmaz bee" dediğiniz formülün sınavın ilk sorusunda çıkması.
(bkz: msn e girildiği an hoşlanılan kızın çıkması)
yıllar yıllar sonra facebooka girersiniz. üniversite arkadaşlarınızı eklersiniz. bir bakarsınız ki hepsi sözlenmiş, nişanlanmış, evlenmiş. bitek siz kalmışsınız.
msnde tek online kişinin genelde ergen kuzen ve teyzenin olması.
14 şubatta halihazırda var olan sevgilinin birtürlü varlık gösterememesi.
tamda sevgililer gununde cift vardiya calismak zorunda olmak. sevgiliyi anca ruyada gormek zorunda kalmak.
telefonun işlevini kaybettiği andır. tüm gün çalmaz o telefon. üstelik sadece bildirim mesajı gelir o gün ne hikmetse. *
yapayanlız olmak.
sokakta araba çarpmış kedinin başında toplanan diğer kediler, ve o kedilerin, cesetin başından saatlerce ayrılmaması, hatta o kedi için yas tutmaları.
down sendromu olmasına rağmen hayata tutunmuş biri gelip sizinle basket oynarsa ciddi anlamda kendini sorguluyor insan.
20 liralık kontörün 3 ay yetmesi ..
(bkz: içbükey detaylar) *
bugün bir alış veriş merkezinde karşılaştığım durumdur.

eve giderken yiyecek bir şeyler alıp evde yemeyi daha çok seven biri olarak asansörle üst kata çıkıyordum. 15-16 yaşlarında bir çocuk üstü başı biraz yırtık pırtık bir vaziyette benim durduğum kata geldiğinde asansörün içindeydi. bir gülümsemeyle selamladı beni önce ben de güldüm. aslında çok temkinli yaklaşırım malum istanbul burası hırlısı hırsızı tinercisi her şeyi var... bir üst kata çıktığımızda asansör durdu. çocuk bana " abi her yerde basıyorlar bir çıkamadık üst kata" dedi, bir şey söylemedim onayladım kafamla aynen gibilerinden. daha sonra günümün içine eden cümleyi sarfetti " buraya hep çalışmak için geliyorum inşallah bir gün gezmek için gelicem o da olcak bir gün". o an bir şey söyleyemedim o indi bir sonraki katta. ben de en üst bölüme çıktım yemeklerin alındığı kısma. kafamda bir sürü düşünce, herkesin derdi başka dedim içimden. ne denir ki, hayat bu işte..
detayların taa kendisidir. artık detayları atıp, ana konuyla ilgilenme vakti...
kalabalığın içinde birden onu gördüm. gözleri masmaviydi. tıpkı okyanus gibi. bana baktı gülümsedi.bedensel engelli, sevimli mi sevimli küçük bir kız çocuğuydu o. yanında annesi babası ve ondan biraz daha küçük bir kız kardeşi vardı. babası sürekli diğer kızla ilgileniyordu. onu kucağına alıyordu, onu öpüyordu,ona gülüyordu. o babasına beni de al kucağına dercesine bakıyordu, bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama adam ona dönüp bakmıyordu bile. işte o an tutamadım kendimi yaşlar istemsizce aktı gözlerimden.
''ah dünya kupasını da kaçıracağız burada''

hala kulaklarımda bu söz. ve her dünya kupasında aklıma gelecek buna eminim.

genel cerrahi. haziran sıcağında bir hastahane odası. 3 kişilik bir oda. emekli vergi dairesi müdürü.. bakıcısı vardı ikide birde kaybolan geri geldiğindede azarı yiyen. uzatmaları oynuyor, hareket etmekte zorlanıyor ama kafa hala zehir gibi. diğeri emekli polis. aklı fikri oğlunun üniversite sınavında. sürekli bir o yana bir bu yana devriliyor yatağında. canı sıkılıyor belli.

ve dayım.. daha hayatının baharında. saatler önce yoğun bakımdan çıkmış. çok kritik bir ameliyat olacağı söyleniyordu. herşeye kendinizi alıştırın denmez hastanelerde ama bu sözü bir şekilde duyar gibi olursunuz o latince yığının içinde seçerek. midede yaygın tümör, bağırsakta da. herşeye alıştırmak ha? kolay mı sanır doktorlar bunu. laf işte. dayım o benim.

java motorsikletiyle görününce sokağın başında, çığlıklar attığım dayım.
motorsiklet özgürlüktü benim için, 15 dakikalık bir dünya turu gibiydi kasabada attığımız tur. 5 yaşındaydım.
beraber izlediğimiz halı saha turnuvaları dün gibi aklımda. şampiyonlar ligi ne ki?
çok yaşayan mı bilir? hayır. belki dükkanının olduğu ufak kasabanın dışına pek çıkmadı ama çok bilirdi.
pul,türk sineması,futbol,müzik.
tüm yazar ve şairlerin doğum ve ölüm tarihlerini bilirdi mesela *. hepsini tuvalette okurken öğrenmişti hem de.
o kadar çok şeyi ayrıntısıyla hatırlar ve anlatırdı ki, sıkılmazdınız dinlemekten saatlerce. gençti. genç ruhluydu.

hastalığını bilmiyordu ama korkuyordu. hissettirmezdi ama anlardınız durgunluğundan. ölmek. kim korkmaz ki? ameliyat masası sonuçta. ne derler hep. masada kalmakta var. 20 gün önce sapasağlam görünürken bu hastane odasında taş yastığa kafasını uzatacağını ve zırt pırt kan almaya gelen hemşirelerle muhattap olacağını nereden tahmin ederdi ki?

86 dünya kupası dün gibi hatrındaydı. 82 de öyle. belki de tüm zamanların en iyi dünya kupalarını izlemişti halit kıvançlı yıllarda. ama yine aynı heyecan içinde.
hep kupa sözü ağzında. dünya kupasını kaçırmak.. ne üzücüydü onun için.

televizyon sokamam, yasak. cep televizyonları da nerde satılır nerde vardır bulmak zor gibi. hem para da yok pek üstte başta. derken bir anda..
evet. olabilir niye olmasın?
arkadaşı hediye etmişti, bir çakma iphone'dan beklenecek her şeye sahipti. fazlasına bile. antenini çıkarıp, televizyon oluyordu mesela. ki zaten hiç bir özellik bu kadar önemli olamazdı benim için şu anda. üstün çin teknolojisi.
dolaylı şekilde ulaştım ona. lafı mı olur dedi. hemencecik aldırdım arkadaşımla mucize aleti. aracı arkadaşım getirdi hastahanenin önüne.

dayı demokrasilerde çareler tükenmez biliyorsun değil mi?
-nasıl yani?
- işte böyle.

kuzey kore-brezilya maçı. hafiften de antene dokunduğumda çok güzel çekiyor. işte bu.

belki vasat bir maç oldu herkes için. ama benim için maradonalı kempesli finallere bile değişemeyeceğim bir andı hastane odasında çakma iphone'un ekranından izlediğim o maç. kaçırmamıştı dayım hastanedeyken maçı.

o an'ı yaşatan o güzel insan (bkz: rakinfish) ti. ve izleyebileceği son dünya kupasının başlangıcını izlemesini sağlamıştı dayımın.

teşekkürler güzel dost bir kez daha.
patride herkes kız arkadaşıyla dans ederken sizin harmandalı oynamanız. kulağa hoş gelebilir ama içim yanıyor sözlük.
annemin çektiği amansız hastalığa rağmen sahte gülüşüne sahte gülüşümle eşlik ediyorum, ikimizde birbirimizi kandırıyoruz, rol yapmak çok zor.
14 yaşındaki çocuğun eve iki kız atması marifet gibi sömürülmüş mor yanağını marifet gibi göstermesi.
bugün ziyarete gittiğimiz huzurevindeki amcaların ettikleri sözler.

o kadar iç burkan şeyler söylediler ki tarifi yok bunun. herkesle oturduk teker teker konuştuk. yanlız ordaki iki tane amcanın sözleri hepimizin gözlerini doldurdu. biri bize baktı ve şöyle söyledi "aferim yavrularım. bizleri o kadar mutlu ettiniz ki tarifi yok. sizin sayenizde yüzümüz gülüyor. bizi ziyaret eden yok sizin gibi öğrencilerden başka. ee naparsınız ana baba 10 tane yavruya bakmışta 10 tane yavru bir ana babaya bakamamış" o an herkesin nefeslerini tuttuğu ve gözlerinin dolduğu andı.

bir amca daha çok ilgimizi çekti. elini öptürmedi. "ben daha gencim ya 60 yaşındayım ne el öpmesi?" dedi gülüştük. "biz burda el sanatları yapıyoruz. sonra onları odama götürüp asıyorum masamın üstüne koyuyorum. ahşap boyama, yağlı boya tablo yapıyoruz. bir göz boyamayı biz yapmıyoruz onu da devlet bizim yerimize yapıyor zaten " dedi.

gözyaşları kahkahalar birbirine karıştı. düşünüyorum da nerde onların zamanındaki gençlik nerde şimdiki gençlik. yazık bize ya, valla.
insanlar sosyalliği partiden gezmeye coşup kopmak sanıyor ya ona üzülüyorum. Biz orda nerden geldiğimizi unutmuşuz.

Asıl bu değil mi iç burkan detay?
Kaybedilen yakınlara söylenecek son sözün içinde ukte olarak kalması...
hani canının yandığı bakışlarından belli insanlar vardır, başları diktir, burunları havada... ama boyunları eğik, hani dokunsan ağlayacak gibidir. sorsan derdini anlatmaz, kendine saklar. işte o insanlara yardım edememek.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar