bugün

atilla ilhanin şiiri..
"sen benim hiçbir şeyimsin
sen benim hicbir seyimsin
yazdiklarimdan cok daha az
hic kimse misin bilmem ki nesin
luzumundan fazla beyaz
sen benim hicbir seyimsin
varligin yoklugun anlasilmaz
galiba eski liman uzerindesin
nasil karanligima bir yildiz olmak
dudaklarinla cama cizdigin
en fazla sonbahar otellerinde
universiteli bir kiz uykusu bulmak
yalnizligi olduresiye cirkin
sabaha karsi olduresiye korkak
kulagi cabucak telefon zillerinde

sen benim hicbir seyimsin
hicbir sevismek yasamisligim
henuz bos bir roman sahifesinde
hic kimse misin bilmem ki nesin
ne cok cigliklarin silemedigi
zaten yok bir tren penceresinde

sen benim hicbir seyimsin
yabanci bir sarki gibi yarim
yagmurlu bir agac gibi islak
hic kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasinda cagirdigim
cocukluk sesinle aglayarak

sen benim hicbir seyimsin" * *
Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle
içimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Bazan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
işte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle.
Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle 
Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle 
Hani her çocuğu başka bir çocuğa 
Yaklaştıran bir şarkı vardır ya 
Kıyıya yanaşan bir gemi gibi. 

O akşam ay Işıl’a sığışmıştı, Işıl çocukluğuna, 
Çocukluğumuz mor bir zambağa 
Hani her çocuk zaman zaman 
Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya 
Sonra iki çocuk birbirine gülümser, sonra 
Zambağın içine bir çiy tanesi düşer 

Koşuşan iki ateş gibi konuşmuştuk 
iki küçük geveze gece sineğiydik 
Düşlerimiz el ele tutuşmuştu, 
el ele tutuşmuş iki kelebek gibi. 
Gidecektik, kaçacaktık buralardan 
Uzak ülkeler düşlemiştik. 
Büyük gemiler yüzmüştü ruhumuzda 
Ben Işıl’ın yelkenini üflememiştim 
Bensiz uzaklara gitmesin diye 
Pirinç taneleri savurmuştuk havaya, 
Grapon kağıtları, konfetiler... 
Fener alayı geçmişti gözlerimden 
Işıl sevinçle alkışlamıştı. 

Bir daha hiç ay Işıl’a sığışmamıştı. 
O akşamki gibi, o akşamki kadar büyük 
Siyah saçlı bir mucizeydi sanki ay 
Ateşe atmıştık biz onu 
ince ve beyaz bir kemik gibi 
Susmuştuk, peygamberler inmişti hayatımıza, 
donuk fotoğraflar, yalanlar, kitaplar... 
Susmuştuk, bir baykuş 
Kapı aralığına sıkışmış bir ruh gibi bağırmıştı 
Susmuştuk, bir daha hiç 
Ay Işıl’a sığışmamıştı. 

Ayın yerinde kara bir delik kalmıştı. 
"(...)
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı." *
-nazım hikmet-
özlemin soğuk kışı, ırmağa karışan arzu
dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş
sudaki billuru düşleyen ankâ
seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda
ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz
kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik
ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü
eski bir şarabı taşıran esrik anılar
bahçelerden akardı ince bir kanûn renginde
güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr

ağaç yağmurun biçimini alırdı uzaktan baksak yanılırdık
günlerin karaya çıktığı yerde dururdun
sıcak falında izlerin ve kumun
bir ses bir sese yansıtırdı pırıltısını
bir dağ bir dağı gölgelerdi ve o ıssız sürünün
tozları dağılınca başlardı gün
uzayıp giderdi yollar boyunca
ağacın ağaca fısıldadığı sürgün

zaman sesini yükseltiyor şimdi seyrelmiş otların arasından
kıyıya yanaşan kayıklardan iniyor
kalabalık, gölgesini ardında bırakıp
usulca bir imgeye dönüşüyor
ırmağın buzları erirken ötelerde
son kez dönüp bak, geride bıraktığın izleri topluyor çocuklar
eski bir evden, zümrüt bir kuleden
sevdiğimiz ve unuttuğumuz kadınların sözlerini uçuruyor rüzgâr

yaşamın acısı geçmiş buradan bir iz gibi sürüp toprağı
geçtik biz de çatısında binlerce ses çınlayan o ıssız geceden
karşılamak için seni: bilinmeyeni
artık susmalıyız, konuşsak bile
bizim acımızı kim anlayabilir
sen, sudaki rengine külünü savuran ankâ
ırmak akıp gitti, çoktan
küllerimiz küllerimizi arıyor hâlâ

Tuğrul Tanyol / Sudaki Ankâ
Güneş tarasa saçlarını
Gölge olup aranıza giresim var.

Aşk`ın,
Yokluğundan değil ey can
Çokluğundan şikayet eyle.
"kırk yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadığı duygusunda.

ölüm düşüncesi izliyor beni.
gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum.
bunun ...
belli bir nedeni yok.
yaşansa da olur, yaşanmasa da.
bir kaygı yalnız.
beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı.
karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum.
herkes her geceki uykusunu uyuyor.
ev soğuk.
çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum.
günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum.
kusmamak için üstüne reçelli ekmek yiyiyorum.
genç bir kızım.
ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum.
sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var.
karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var.
karşı çıkmak istediğim kurallar var.
bir haykırış!
küçük dünyanız sizin olsun.
bir haykırış!
sessizce yatağa dönüyorum.
ölümü ve yokluğu üzerine uzun süre düşünmeye zaman kalmıyor.
şimdi gözümün önündeki görüntüler renkli kırları andırıyor.
korkacak birşey yok.
kırlarda koşuyorum.
sanki bir deniz kentinde yaşamıyorum.
hep kırlar.
esintiyle birlikte eğilen otlar arasında bir başımayım.
birazdan ölüm beni alacak

Tezer özlü
hayırsız evladı için
hiç bir anne hak etmez
''orospu'' kelimesini.
en güzel şiirlerin sahibinden özdemir asaf'dan;

görsel
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Cahit Sıktı Tarancı.
görsel
cemal süreya/ uçurumda açan

"Belki de biraz geç rastladım sana
Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza
1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi
Eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa "

sadece bir dörtlük ama olsun.
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?

Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.

cahit Sıtkı tarancı
içimde bir alev,
sana tutuşuyorum.
uyuyamıyor,
nefesimi tutuyor,
gözyaşlarımı saklıyorum.
dün ödüldün,
bugün yasak;
niye, bilmiyorum.
dönsen
mucizelere inanırdım.
gök kubbeyi
yeniden maviye boyardım.
güneş de doğmuyor hem.
gülüşümle
onu utandırırdım.
su serp hadi içime.
dinsin bu çile.
bir gelsen
dönerdim deliye.
delicesine severdim seni.
ve bir de ölürcesine...
bir taş üstüne oturup
dağlara baktım
üzerine güneş vurmuş dağların
nedense birden
bakıp bakıp dağlara
türkü söylemek geldi içimden
ama ne bir dost var yanımda dinleyecek
ne yolcu ne bir düşman. *
"Saat On ikiyi Beş Geçiyordu"

Zaman can çekişirken,
Akrep yelkovan arasında;
Bir adım öteye gidemezken geceden,
Ay, ışığını çekerken sinesine,
Yıldızlar çekilirken kuytu karanlıklara,
Hüzün, Bakır bir çaydanlıkta demleniyordu,
Ve ben, son sigaramdaki dumanları da hapsediyordum içime,
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
Ekmek bıçağında dilimleniyordu ömrüm,
Masum, yalınayak çocukluğum,
Umudun kıyısından geçmeyen gençliğim,
Ulu orta seriliyordu harami sofrasına,
Düş bahçelerim yağmalanıyordu,
Her kes payına düşeni alıp giderken.
Bütün kimsesizliğimle,
Bütün çaresizliğimle,
Bütün çıplaklığımla kalıyordum karanlığın koynunda.
Üşüyordum,
Tepeden tırnağa buz kesiyordu yalnızlık.
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
Dişlerimle, şafağı sökmek isterken karanlığın göğsünden,
Gün ağarıyordu saçlarıma,
Tel tel.
Raylarımdan çıkıyordum,
Vagonlarım kopuyordu bir biri ardına,
Savruluyordum.
Bir cinayete kurban gidiyordum,
Kaza süsü verilmiş.
Faili meçhul bir ölüm biçiyordu terzi, masasında.
Bir tabuta çivileniyordum.
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
yaradılış üç nokta

ve gelmez akla mutsuzluğun iç açıları toplamı avuçiçi öpülürken,
anasının ağzından beslenen güvercin o an düşünemez özgür olamamayı,
tükenmez denilen kalem yıllarca aynı kutuda başı dik durur da
bilmez yılların mürekkebi kurutacağını.

bir yandan gül koklanılayım diye açmaz,
ilhan berk ünlü olayım diye yazmaz,
ateş ısınsınlar diye kendini yakmaz,
bunlardan hüsn-ü talil falan olmaz.

güvercine özgürlüğün değerini unuttu diye,
insana avuçiçi büyüsüyle açı hesaplayamadı diye kızılmaz...
çünkü biz biliriz;
ateşin, güvercinin, insanın tabiatını da sonunda
''Allah'' deriz ki hikmetinden sual olunmaz.
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Edip CANSEVER
ölümü tez gönderme tanrrım,
yaşamla didişeyim.
dişi gönder azrailimi,
ölümle sevişeyim.

neyzen tevfik
Ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil,
Keşke yalnız bunu için sevseydim seni.

Cemal süreya.
saçları uzun kadınları
çok sevin azizim
her telinde bir şiir yatar o saçların

uzun saçlarını kesen kadınları
daha çok sevin
her telinde bir acı yatar saçların

hele ki
bir kadini saçlarını kestirecek kadar
yıktı iseniz
siz bir zahmet kadınları sevmeyin.
Sende Herkes Gibisin...
http://galeri.uludagsozlu...ecenin-%C5%9Fiiri-635864/
sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.

inan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.

ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
öylesine boş öylesine açık kaldıki elim,
yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim." -miş.
Seni bulmaktan önce aramak isterim
Seni sevmekten önce anlamak isterim
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
Sana hep hep yeniden başlamak isterim
Seni öylesine düsündüm ki
Öylesine, yasamadan önce.
Senden baska bir sey yok sanki
Ama nasil da varsin derim sana,
Düsüncelerimce...
Seni öylesine buldum ki
Öylesine, kendimden fazla.
Yalniz sensin gölgesiz
Ayrilmamacasina, yanimda…
Aklarin arasinda karan,
Karalarin ortasinda akinla
Öylesine istedim ki seni
Senden önce…
Öylesine, her seyin içinde,
Öylesine disinda
Gün, gece
Seni öylesine yasadim ki,
Inan…
Artik nereye baktigim belli degil,
Ne yaptigim belli degil,
Vardigim sonrasizliktan.