bugün

gece boyunca evde olsun dışarıda olsun içilir gülünür eğlenilir. hatta daha birçok aktivite yapılınır. ama eve gelince insanın üzerine bir mutsuzluk, bir hüzün kaplar. ve bu mutsuzluk bütün günün mutluluğunu emer.
eğlence anlayışına göre ivmesi ve değeri değişen mutsuzluktur.

gece 2 suları taksim' den geçiyoruz,
caddenin ortasında birden beiriveren 5-6 kişilik bir travesti grubuna rastlanılması da gayet doğaldır.

tamam taksim sizin travesti kardeşlerim eyvallah, ama o tipler de nedir öyle yahu..
süper mini eteklerin altında birer çırpıcık bacak, adeta futbolcu bacağı..
kaşlar alınmış, makyajlar yapılmış eyallah da, o erkeksi yüz hatlarını kapatmaya yetmiş mi yahu..
Evlat olsa sevilmez tipine bürünmek için bunca uğraş, bunca para dökülmüş ama.
saygı duyulmalı, bu sanat eseri kadının önünde eğilmeli derken..

sanırım canına susamış olan arkadaşımız,
canımızı emanet ettiğimiz direksiyon başındaki arkadaşımız,
arabayı yaklaştırır yavaş yavaş travesti grubuna.
camdan çıkarır kafasını ve:

- abbiiii, abbiiii, atteşş var mı abbbiiii...

o ayollar, o çıtkırıldım tavırlar, hanımefendi hareketler gidiverdi bir anda travestilerden.
attıkları taşların gazabına maruz kalmamak adına bas gaza tadında kaçıldı oradan..

tehlikeyi atlattıktan sonra düşündüm,
yahu bir kadın sinirlenince ya çantasıyla, ya da topuklu ayakabısıyla saldırıya geçmez mi?
taş da neyin nesiydi?
haa, doğru ya..
erkekti bunlar, bildiğin erkek, kıllı mıllı adamlardı bunlar yahu...

ve dış görünüşlerini ne kadar bir kadına benzetirlerse benzetsinler,
asla bir kadının hassasiyetinde, bir kadının reflekslerine sahip olamayacaklardı.

hep bir arada kalmışlık, hep bir boşlukta yaşayacaklardı.
ne tam anlamıyla bir kadın,
ne de bir erkek olabileceklerdi.

ve bu gece onlara bu acıyı bir kez daha hatırlatmış olmanın,
onların yüzlerine acı gerçeği, ne yaparlarsa yapsınlar "erkek" olduklarını vurmuş olmanın,
belki de bir kırmızı ruj sürerken unuttukları bu hazin durumu hatırlatmış olmanın..

mutsuzluğunu, suçluluğunu yaşar insan, gecenin sonunda..
geçirilen mutlu/huzurlu saatlerden sonra, yalnızlığına mahküm olduğun hissine kapıldın mı? sıçtın demektir.
yaşanan pembelikler yerini karanlıklara bırakırken, boğulursun..
o eğlenme sırasında, bir orgazm olma durumu, 31 çekme durumu olduysa gayet normaldir.
(bkz: mastürbasyonun yan etkileri)
sevgilinizden ayrıldığınız için, bir gece arkadaşlarınız sizi gezmeye çıkartır. eğlenir coşarsınız, fakat evinize geldiğinizde yine aklınıza gelir ve hüzünlenirsiniz.
Yorgunluktan kaynaklıdır, sızarsınız bir yerde, sabah yoktur öyle bir mutsuzluk
insanın hiç Eğlenmemesine yol açar. Hele tek çocuksanız tam birileriyle samimi olacakken iyi vakit geçirirken gece biter sonra o adamları gördüğünüzde insanın günü gününü tutmadığında aynı frekans yakalanamaz ve bıkarsınız artık o süreçten ve hiç bulaşmazsınız eğlenceye.
ne zaman güzel bir akşam, gece geçirip eve gelsem salonun koltuğunda dakikalarca boşluğu izler düşünür dururum. Gece sonlanmış herkes evine dağılmış belki yatıp uyumuşlarken ben nedenini bilmeden boşluğu izlerim belki tüm mutluluklar gülüp eğlenmeler geriye çekilip yalnızlık hissi hahahaah bak ben yine burda seninleyim dediği içindir. Bu gece sanki en az ben eğlendim, en az ben mi keyif alıyorum bu hayattan ya da ben bu ışıltısı sönen gecenin ardından kendi boktan hayatıma dönmek istiyor muyum acaba. özellikle ne zaman bi tiyatrodan eve gelsem izlediğim boşluğa tiyatrocu olmaya cesaret edemediğimden kendimi suçlayan sesler dahil olur. bu hüzün bazen direkt eve gelen yolda çöker bazen tam uykuya dalacakken ne bileyim çöker bir ara mutlaka bu olaya izmir sendromu, taksim sendromu diyenler olmuş bi istanbullu olarak bence düpedüz taksim sendromu
yine de en kötü gecemiz böyle olsun be sözlük!
Eğlence denen olayın hiçbir anlamı olmamasından kaynaklı durum.