bugün

türkiye ekonomisi büyüme dönemine girdiğinde büyümenin sürdürülebilir olması sürecinde ortaya çıkan kavramlardır.

şöyleki ;

büyüme üst üste 2-3 yıl devam ettiğinde üretim anlık hemen çabuk intibak edemediği için doğan üretim açığı doğal olarak ithalat ile karşılanıyor ve cari açık oluşuyor.

meydana gelen üretim açığını kapatmak için de üretim artırılması gerekir. üretim artırıldıkça cari açık da kapanacaktır.

tabii burda da tasarruf açığı ortaya çıkıyor.

üst üste 2-3 yıl büyüme sürecinde tasarrufların büyük kısmı ilk 2 yıl kullanılmış oluyor. 3. yıldan itibaren üretimi artırabilemk için tasarruflar yeterli olmamaya başlıyor.

tasarruflar yeterli olmayınca da özel sektör yurtdışı tasarrufları kullanmaya başlıyor.özel sektörün son dönemde artan borçları bu sebepten dolayıdır.

eğer türkiye 4-5 yıl veya daha fazla sürdürülebilir büyüme gerçekleştirmek istiyorsa tasarruf açığı problemini çözmelidir.
büyümenin sonu hiç hayırlı değildir. bir yandan vergilerle büyümeyi sürdürülür kılma, bi' yandan da ihracatı arttırmak için yapılan kaynakların a$ırı kullanımı ülke içindeki genel fiyat seviyesi üzerinde olumsuz etki yaratarak eflasyonun o kadar dü$ük gözükmemesinden mütevellit yakın dönemlerde büyümenin önceki yıllara göre fazla artmayacağı görü$ü hakimdir. tabiki bende.. tabi ülken hala petrol rezerv ediyor ve araba lastiği dahi üretemiyorsan tabiki cari açık olacaktır.
para politikası kurulu'nun aldığı karar ilemunzam karşılık oranları içindeki altının payı yüzde 10'dan yüzde 20'ye çıkarıldı. inşallah atıl fonların ekonomiye kazandırılması, tasarrufların artması gibi olumlu sonuçları olucaktır. ayrıca bu kararın dolaylı yoldan kredi maliyetlerini düşürerek yatırımları arttırma ve dolayısıyla üretimi arttırma gibi etkileri de olabilir.
agır sanayi ve yuksek teknoloji mamullerının uretımı ve ihracatı saglanırsa ıhracat ithalat dengesının duzelecegını umit etmekteyım. buna baglı enerji ve enerjiden tasarruf ihtıyacı artacaktır bunu cozmek yada en azından dengelemek nukleer enerji ile mumkun olur.
saçmalayı ekonomik terimlerle süslemektir.

ona üretim açığı denmez, tüketim fazlası denir.

mesela benim araba açığım var, yat açığım var, hatun açığım var. oldu mu şimdi?
tasarruf oranlarının milli gelire oranının % 23 civarında olması dünya ölçeğinde iyi sayılabilir bir göstergeyken, türkiye' de bu oran eskiden daha iyiken şimdilerde % 15-16 civarında yani komik bir düzeydedir. kapitalist ekonominin kaldıracı ve gelişmenin en önemli, hatta tek göstergesi olan tasarruf oranlarının bu düzeyde olduğu bir ekonomide yatırımlar borçla finanse edilir. bu yolla bir büyümenin ise ne kadar gerçekçi bir büyüme olduğu oldukça şüphelidir.

fakat daha üretim ayağını gerçekleştirememiş bir ekonide, ithalatın ve tüketimin bu kadar çılgınca teşvik edilmesinin başka bir sonucu olması beklenemez.
(bkz: Türkiye nin carî açık meselesi)

2001 krizinden sonra Türkiye’nin iktisâdî anlamda bir değişim sürecine girdiği hepimizin malumu… Bilhassa AKP iktidarı ile birlikte özel-dış yatırımcı ve tüketim odaklı Derviş – Fischer modeli tam gaz uygulanmaya başlandı.

Son dönemlerde Türkiye’nin iktisadi açıdan bir evrilme sürecine girerek bunun neticesinde atılımlar yaptığı yazılır, çizilir oldu. Bu durumun büyüme oranına yansıması ile birlikte Türkiye dünyada “Çin’den sonra en hızlı büyüyen ekonomi” ünvanını kazandı. Gerek dış basında gerekse yurt içinde Türkiye’nin ekonomi politikalarına methiyeler yapıldı.

Evet, ciddi bir büyüme oranı var; fakat buna rağmen Türkiye’nin ciddi bir de cari açık problemiyle karşı karşıya olması, bizi bu büyüme oranına aldanmama konusunda ihtar etmektedir. işte burada bu büyüme oranına rağmen verilen cari açık bir soruya sebep oluyor: Türkiye ekonomisi sağlıklı bir büyüme mi yaşıyor, yoksa şişiyor mu?

Ekonomik büyümenin, ülke ekonomisindeki kapital sirkülasyonu olduğunu düşünürsek, karşılığını ihracat ve ithalat toplamı olarak buluyor. Ekonomi büyürken ithalat ve ihracat toplamı baz alınıyor. Büyüyen ekonomiye rağmen yüksek miktarda bir cari açık verilmesinin sebebi de ihracat ve ithalat dengesizliği olarak ister istemez beliriveriyor. Çok basit bir düşünceyle bu çıkarımı yapabiliyoruz. ihracatımız ithalatımızı karşılayamıyor. Yani bu büyüme tüketim endeksli bir büyüme, yani zarar odaklı.
Bir soru daha geliyor akla; bu ihracat ithalat dengesizliğinin sebebi ne?

Tam da bu noktada Türkiye’nin dengesiz iktisâdi sisteminin irdelemek gerekiyor ve son dönemde Türkiyeyi “küçük ABD” yapan tüketim toplumu olgusunu…

Türkiye tüketim toplumu olma yolunda büyük adımlarla ilerliyor. Tüketirken üretim yapılmaması da ekonomik dengesizliği körüklüyor.

Türkiye üretim yapmıyor. Hemen hemen hiçbir dalda hiçbir üründe patent sahibi değiliz. “I-pod” üretiyoruz; fakat bunu orjinaliyle bire bir yapıp yeni bir özellik katamayınca patent alamıyoruz. Hal böyleyken Türkiye üretim konusunda “fason ürün cenneti”nden başka bir vasfa bürünemiyor.

ihracat rakamların ithalat rakamlarını karşılamamasının bir diğer sebebi de Türkiye’nin niteliksiz ve katma değeri düşük mallar ihraç edip, katma değeri yüksek mallar ithal etmesinden kaynaklanıyor. Tekstilde ihracat yaparken, elektronik eşyada ithalat yapıyoruz misali verilebilir.

Türkiye’nin cari açık verdiği kalemlere bakıldığında ise durum komik bir hal alıyor. ilerlemiş gibi göründüğümüz inşaat sektörü, “ihracat şampiyonu” olduğumuz otomotiv sektörü şeklinde birçok misal verebiliriz. Hadi enerji ve sağlık sektöründe üretim yapamadığımızı düşünerek bunları hesaba bile katmayalım.

Peki, “ihracat şampiyonu” olunan otomotiv sektöründe nasıl açık veriyoruz? Çok basit; Türkiye’nin kuruluşundan beri hastalığı olan ham madde işleyememe durumu… Otomotiv sektöründe, araçların ana maddelerini işleyemiyor. Ham madde olarak sattığımız çeliği, demiri vs. işlenmiş vaziyette kat kat fazla ücret ödeyerek geri alıyoruz. ithal ettiğimiz bu ürünlerin götürüsü, ihraç ettiğimiz aracın getirisinden daha fazla tutuyor. O halde ham maddesini işleyemediğin sektöre bu kadar yatırım yapmanın ne mânâsı var. Yanlış politikanın daniskası… 2012 yılına girerken ham madde işleyemememize mi yanalım; yoksa böyle bir iktisadi yanlış yapılmasına mı?

Yeni bir seneye adım atarken, şişen Türkiye ekonomisinin böyle giderse patlayacağı görünüyor. Batı kopyası iktisadî sistem baştanbaşa ele alınıp değiştirilmezse acı sona katlanmak zorunda kalabiliriz.

Maksat iç karartmak değil, doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış” diyebilmek…
bu tamamen hükümet politikalarıyla giderilebilecek bi durumdur.
Hükümetin üretime vereceği teşviklerle; topluma da "alın verin ekonomiye can verin" yerine tasarrufa özendirici çalışmalar, sloganlar yapmalıdır.

bunun için en etkilisi sanal reklam uygulamaları gibi diziler de tasarrufun faydaları ve girişimci gençlerin başarısını ön plana çıkartan senaryolarla olmalıdır.

Keza Amerika dizilerle toplumu yönetiyor. Zenci vatandaşlarının ülkeyi terk etmemelerine engel olmak için cosby ailesi çektiler ve büyük bir başarı örneğidir.

Mustafa Kemal Atatürk'te dünya toplumlarını yönetecek şeylerin başında sinemanın olacağını söylemiştir.

Sinema ve TV ile toplumu tasarrufa ve girişimciliğe özendirmeleri gereklidir. bu kadar basittir süreç, karmaşık ekonomik modellerle de işin teorik kısmı desteklenirse "Çekilin Türkler Geliyor" diyebiliriz.
daha teorik gidersek keynesin ve "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" mantığı ile A.Smith'ın teorilerinden de faydalanabiliriz. ama A.Smith serbest ekonomiyi savunup gümrük memuru olarak çalışmasını o dönemden itibaren, hala bile büyük yankı buluyor. bu çelişkiyi de göz önüne alarak değerlendirmede fayda vardır.
(bkz: hayallerde yaşıyor bazı ibneler)

hangi büyüme?
(bkz: başlıktan yazar tahmini yapmak)
cari açıkla ilgili son açıklamalar ara mal ithalatının doruk noktaya çıkmasından dolayı olduğunu gösteriyor.
ara mal ülke genelinde yapılacabilecek şeyleri de içermekte.
dışardıdan malzeme alımının azalması ülke içi üretimle olacağından buna yönelik yatırımlara fırsat verilmelidir.
şu ana kadar cari açığın katlanarak artması üretimin yeterli düzeyde artmadığını gösterir ki
bu para politikalarıyla çözülemez..

herhangi bir kriz senaryosunda borçlanma düzeyleri giderek artan şirketler acaba ne yapacak..
fazla patronları mı işten çıkarak yoksa kamyonlara tüp mü taktıracak..
avrupa da kriz daha da derinleşirken büyüme beklemeyiniz..
türkiye ekonomisinin dengede durmasını sağlayacak konudur.
(bkz: diego dur allahını seversen zaten ortalık karışık)
türkiye'nin ısrarla üzerinde durması gereken konudur.
ilgili başlığın açılmasından sonra aradan iki yıl geçmesine rağmen hala çözülemeyen, tam tersi derinleşen sorundur (bkz: yurt içi tasarruf oranı).

bu arada, iki yıl önce "perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" diyerek, ekonominin rezil ve umutsuz halini gördüğünü itiraf eden yandaşların, neden hala yandaşlıkta ısrar ettikleri merak konusudur.