bilim altında ezilen insanın ve toplumun çöküşünü anlatan romandır. Ulrich niteliksizdir, çünkü artık büyük düşünceler hiçbir işe yaramamaktadır ve düşünmek eylemi belli uzmanlara, "nitelikli" insanlara bırakılmıştır. Ulrich, polis tarafından sorguya çekildiğinde kendisinin "serbest çalışan bir bilim adamı" olduğunu söyleyemez, çünkü içinde yaşadığı topluma göre bu bir nitelik değildir. Önceden insan yaşıyorken, artık olayların karşısında edilgen bir konumda bulunan hayvandan farksızdır. Bilim durmadan ilerlemektedir ve insan sadece tanımlamalarla, açıklamalarla yetinir. Artık bir Goethe, Shakespeare gibi büyük düşüncelere sahip olup büyük şeyler yaratmanın zamanı geçmiştir. Onlar birer delidirler. Musil'in isyanı ise bu edilgenlik durumuna ilişkindir. Ona göre insan tarihin ürettiği bir varlık ya da suların sürüklediği bir kütük olmamalı; tarihi bizzat insan yazmalıdır. Ancak kahramanlıklar çağı geride kaldığına göre bu nasıl yapılacaktır? Bence Musil'in aradığı cevap budur.

Peki insanlar artık neleri nitelik diye adlandırıyorlardı? Pratik hayatlarında işlerine yarayacak bilgiye sahip olmayı, kendilerine para kazandıracak işlerde çalışmayı vs. Bu yüzden ki, büyük düşünceler felsefe, edebiyat gibi alanlarda kendi uzmanlarının ellerine bırakılmıştır. Eğitim denen şey ise, insanlara pratik bilgi dediğimiz şeyleri aşılamaya çalışan kurumlardır. Ve işte bütün eğitimine, onca bilgisine rağmen en insanca üretimi anlamsız bulan bu toplumsal hayvan, insanlığını yitirmiş bir "nitelik"ler yığınıdır.
"...oysa olasılık yalnızca sinirleri zayıf kişilerin düşlerini değil, fakat tanrının henüz uyanmamış niyetlerini de kapsar."

"insanlık, incilleri ve tüfekleri, tüberkülozu ve tüberkülini üretir. demokratiktir, kralları ve soylularıyla birlikte; kliseler inşa eder, kliselere karşı üniversiteler kurar; manastırları kışlalara dönüştürür ama kışlalarda askeri rahipler görevlendirir."
romanın başında, "ki ilginç ama buradan bir sonuç çıkmayacak" bölümündeki kazanın ardından iki insanın konuşması, kadının kazayı teknik bir sorun olarak içine sindirmesi ve dahası rahatlaması beni en etkileyen anlatıdır:

"hanımla ona eşlik eden bey de yaklaşıp, kafaların ve eğik sırtların üzerinden yerde yatana bakmışlardı. sonra geri çekildiler ve duraladılar. hanım, kalbiyle midesi arasındaki boşlukta acıma diye nitelendirmekte haklı olduğu, nahoş bir şey hissetmekteydi; bu, ne olduğu belirsiz, felce uğratıcı bir duyguydu. bey, bir süre sustuktan sonra ona şöyle dedi: "burada kullanılan bu ağır kamyonların fren mesafesi çok uzun." hanım, bunu duyunca rahatladığını duyumsadı ve sıcak bir bakışla teşekkür etti. bu sözcüğü herhalde daha önce de duyduğu olmuştu, fakat fren mesafesinin ne olduğunu bilmiyordu ve bilmek de istemiyordu; bu iğrenç olayın böylece belli bir düzene sokulması ve kendisini artık doğrudan ilgilendirmeyen bir "teknik soruna" dönüşmesi, ona yetiyordu. şu anda ambülansın canavar düdükleri de duyulmaktaydı; arabanın gelişindeki çabukluk, bekleşenlerde bir tatmin olmuşluk duygusuyla doldurmuştu.bu toplumsal düzenekler hayranlık uyandırıcıdır. -görevliler yaralıyı ambulansa alır, ambulansın içi hastane gibidir- orada bulunanlar, neredeyse yasalara ve düzene uygun bir olayın gerçekleştiği yolunda haklı bir izlenimle ayrıldılar."

konuyla ilgili ernst fisher'in denemesi -aynı zamanda kitabın önsözü- mevzuyu çok güzel analiz etmiş:

anlamını kavramadığı ama kendisine tanıdık gelen herhangi bir söylem, onu rahatlatabilmektedir. tedirginliğin sesi bastırılmaktadır ve burjuva insanı, sorumluluğundan kurtarılmıştır. iğrenç olan, artık onu ilgilendirmemektedir. iğrençlik teknik bir soruna dönüşmüştür. bu sorun konusunda yetkili olanlar, artık uzmanlardır, teknisyenler, politikacılar, bürokratlardır, herhangi biridir. sorumlu olmayan tek kişi burjuva "bireyidir"! "
atlantiğin üzerinde barometrik bir minimum vardı; bu minimum doğuya, rusya üzerinde biriken bir maksimuma doğru yol aldı ve kuzeyden dolanıp bu maksimumdan kaçınmak gibi bir eğilim sergilemedi. izotermler ve izoterler de kendilerine düşeni yaptılar. hava sıcaklığı, ortalama yıllık sıcaklıkla, yani en soğuk ve en sıcak ayların dereceleriyle ve aylık düzensiz hava sıcaklığı dalgalanmalarıyla doğru orantılıydı. güneşin ve ayın doğuş ve batışları, aydaki, venüsteki, satürnün halelerindeki ışık değişimleri ve daha pek çok önemli olay, astronomik yıllıklardaki ön belirlemelere uygundu. havadaki su buharı en yüksek yoğunluk noktasındaydı, nem derecesiyse düşüktü. biraz eski moda olmakla birlikte, gerçek durumu oldukça iyi dile getiren bir cümleyle söylemek gerekirse; 1913 yılının güzel bir ağustos günüydü.

klasiklerle nasıl taşak geçilir? işte böyle geçilir demiş ve girişinde neden "modern" edebiyata dahil olduğunu açıkça gösterir robert bizleere.
(bkz: niteliksiz adam)
robert musil imzalı bir roman.

"hayalete dönüşmüş bir toplumun gerçekliği karşısında kuşkular içinde kalan bireyci insan, bunun arkasında daha derinlikli, daha gerçek başka bir gerçekliği; yaşamın artık tükenmiş 'normal' durumun ötesindeki anlamını, bütünlüğünü ve zenginliğini arar."

ernst fischer