bugün

30 lu yaslari gecmis olanlar bilir, bogaz eskiden bugünkü gibi değildi. pek çok açıdan hemde. avrupa yakasında arnavutköyden denizin diğer yakasında karşı tepelere baktığınızda , yemyeşil görürdünüz oraları. boğazın ön görünüm bölgeleri o yıllarda henüz bu denli talan edilmemişti. şimdi iyi ki belirli yerleri askeriyeye devretmişler diyorum. en azindan oralar yeşil...

kışlar herzamankinden daha soğuk geçerdi istanbulda. aralık ayında deniz kıyısında jogging yapmak öyle bugünkü gibi kolay olmazdı. zaten oyle bir moda da yoktu o yillarda. ben spor yapan pek gormezdim sabahlari. kalın anoraklar fayda etmezdi o poyraza. 80 lerde kar yağdı mı, en az 10 gün kalkmazdı yerden. kar altında deniz kıyısında yürümek ne güzeldir bilir misiniz? sahil yolundan yoldan tek bir araç geçmezken , huzur içinde deniz kıyısında yurumek?

Çok alakasız bir yerden girdim konuya, fazla dağıtmadan konuyu şöyle bağlıyım. balıkçılık da eskiden böyle değildi boğazda. çok değişik türlerde balık çıkardı. şimdi kıyıdan lüfer tutmak çok zor. ben o tutulanlara lüfer demiyorum. artık sarıkanatları lüfer diye satıyorlar ya çok gülüyorum...zaman geçtikçe balıkların boyları da ufaldı desene.

ben babamla 1979 dan beri kıyıdan balık tutarım. farklı boy ve esnekliklerde kamışlarımız, hepsine gözümüz gibi baktığımız makinelerimiz var. bilye düzenekleri olan bu makinaların çıkardıkları ses hala ilk günkü gibidir. eskiden bu iş zordu, internet yoktu. şimdi istediğini ismarla. o zamanlar bir tek köprü altı var. köprü altındaki dükkanları ayda bir ziyaret eder, oradaki katalogları incelerdik. pahalı olurdu tabi orada. yurt dışına giden bir tanıdık olursa, makinayı ona sipariş ederdik. balıkçılıkta kullanılan tüm malzemeleri kendimiz hazirlardik. degisik kalinliklarda misinalardan, firdondulere, kursunlardan ignelere, tavuk veya kaz tuyunden mantara , sıyırtmaya kadar herşeyi alıp bu malzemeleri çaparilere, mantarlı zokalara, sıyırtmalara çevirirdik. bizim de hobimiz buydu o yillarda.

o yillarda bogazda lufer akini oldugunu nasil anlardik biliyor musunuz? ağustos oldu mu, çapariyle gelen istavritler yarım yarım gelmeye başlardı. çaparide 8 tane istavrit var ama 2 tanesinin sadece kafası gelmiş. gerisini lufer yolda götürmüş... ağustos-eylül oldu mu deniz kenarında uzun bekleyişler başlardı kıyı balıkçıları için. sabah 4 de kalkar termosa çayımızı hazırlar, 4:30 da sarıyer börekçisinden kürt böreklerimizi alır, otobüsle kireçburnu sahilinde veya façyo lokantasının önünde saf tutardık.

yem olarak bir gün önce tutulmuş istavrit, izmarit veya zarganayı güzelce keser, mantarın ucundaki 2 iğneden oluşan düzeneğe takardık. Burası çok önemli. çünkü lüfer en kurnaz balıklardan biri. o yüzden onu avlamak zor. o zaman tutulan balıklar da şu ankilerden daha büyüktü. o zamanın lüferine şimdi kofana diyorlar... neyse... iğneye yem takmak büyük ustalık ister demiştim. eğer doğru takamazsanız gun dogana kadar luferleri besleyip eve eli boş dönersiniz. düzenekte 2 iğne var. bir tanesi anaç iğne.mantarın tam ortasından başlar ve mantara sabitlenmiştir. diğeri de daha küçük olan hırsız iğne. sigorta yani... tek iğne çoğu zaman lüfere yetmez. kusar çünkü, ağzını parçalamak uğruna debelenir ve kurtulur iğneden. o yüzden 2. iğne şarttır. hırsız iğne, yaklaşık 2cm uzunluğunda sağlam bir misina ile ana iğneye bağlıdır. yeni nesil zokalarda artık hırsızın bağlantısı çelik tel ile yapılıyor çoğu yerde. çünkü lüfer akıllı, sadece hırsıza yakalanmışsa, hemen dişleriyle kesiyor aradaki misinayı kurtuluyor. dişleri çok keskindir lüferin. elinizi kanatır...

yemi taktıktan sonra kamışı savurup uygun bir yere zokayı gönderirsiniz. fazla açığa atmanıza gerek yok. 20-25 metre yeterli o yıllarda. sonra yapmanız gereken zoka dibe çokünce misinayı gerdirip kamışı gergin bir biçimde uygun bir destek vasıtasıyla yerle 30-40 derece açı yapacak şekilde yere sabitlemek. sonra beklersiniz, muhabbet eder çayınızı yudumlarsınız, böreğinizi yersiniz. o böreğin lezzeti bir başkadır deniz kıyısında yendiginde. hava hala karanlıktır.

birden kamışın ucunda bir hareket görürsünüz. lüfer yemle oynamaya başlamıştır. hemen atlamaz yeme, önce ucundan tırtıklar. asıl saldırıyı yapmadan önce 1-2 saniyeniz var. hemen kamışı yerinden elinize alıp misina gergin biçimde beklemelisiniz. öldürücü darbeyi vurmak için yeme yapacağı 2. saldırıda kamışı yukarı doğru asılttırıp lüferi tasmaladınız mı, en az birinci kısım kadar zor ikinci kısma geçersiniz. burada vakit kaybetmeden makineyi sarmanız lazım. burada teknik şu. kamışın uc tarafi denize eğik olmalı. eğer kamış yukarda sararsanız lüfer kıyıya 15 metre kala yüzeye cikar. lufer, su yuzune carparken, misinada oluşacak bosluktan faydalanip misinayi kesebilir veya igneyi kusabilir. buna izin vermemelisiniz. ve sararken asla boşluk da vermemeniz gerek.

balık kıyıya yaklaştığında o karanlıkta ışıltısınız gorursunuz, o güzel görüntü eşsizdir. hızlı bir hamle ile onu kıyıya alırsınız. baş ve işaret parmağınızı solungaçlarına sokar ağzını açmasını sağlarsınız ve iğneleri dikkatlice çıkartırsınız.

böyle işte... o yıllarda çapariyle palamut tutanı da gördüm, sarıkanat kadar büyük eşek istavriti tutanı da. eşek istavriti, büyük istavritlere verilen isimdir. şimdi kirlilikten mi, plansız avlanmadan mı yoksa trollerden mi bilinmez. artık boğazda eskisi gibi balık yok. eskiden eylülde gidip ocakta geri donen luferleri kıyıdan avlamak olanaksız. arada bir istavrite gideriz babamla. ayda yılda bir. keyfi kalmadi cunku. hep yeni yüzler o sahillerde. metrekareye 2 kişi düşüyor kıyıda. balık tutmaktan çok, yanınızdaki adama dolaştırdığınız misinalari açmaya çalışıyorsunuz. etraf acemiden geçilmiyor... eskiden façyo sahilinin kadrosu belliydi. osman amca, halit ağabey, oltacı necmettin , ikizileri olan renault 11 le gelen abi ve çok iyi hatırlayamadığım 8-10 kişi daha... şimdi balık az, balık tutan ise çok...eee hayat pahalı, onlar da haklı.