bugün

başrollerini michelle pfeiffer, alison lohman ve renée zellweger in oynadığı 2002 yapımı bir dram filmi.
buz dağının postmodern versiyonu.

eskiden bir buz dağıydın.
sonra küresel ısınma geldi az biraz eridin.
şimdi bir beyaz zakkum oldun.
cehennem çiçeğim viran ettin yüreğimi.

ne seninle ne sensiz

beyaza döndün her şekilde
her şekilde varlığın ölümdür bana.
yokluğun ise sanma ki hayat.

sevmeyi seçerken seni
karşılık görürüm demedim zaten

sadece erisen benim gibi dedim bir tebessüm ile.

şimdi zaman unutmak değil seni her gün düşünmek zamanı

elbet geçecek beyaz zakkumum sen uçuk pembeye döndüğünde
ben bir sarı gül olup avuçlarında solacağım

sen erimediğin için susuzluktan öleceğim

üzülme buz dağım

koca dağ olup bir damla aşk sunamamak senin suçun değil

söz dinletemediğim yüreğimin suçu.

ben anladım ....
yazarı janet fitch'in tahlil gücüne hayran bırakan, diğerlerinde olduğu gibi filmi kitabının yanında kelaynak gibi kalmış, kendimi bilinçli/bilinçsiz şekillendirirken muhakkak etkide bulunduğunu düşündüğüm eser. güzel ve başına buyruk şair annesinin, sevgilisini öldürerek müebbet hapse mahkum olmasından sonra, ondan başka kimsesi olmayan kızı astrid'in, koruyucu ailelerle geçirdiği yılları ve hayatla tanışmasını, annesinden öğrendikleri ile edindiği deneyimlerinin çatışmasını, kendini bulma ve annesinden ayrıştırma çabasını anlatır. aforizmalarla doludur, çok çok güzeldir.

--spoiler--
doğumhanedeki bütün kadınlar annelerini çağırıyorlardı, yanında kocası olanlar bile. kocaman yetişkin bir kadın hüngür hüngür ağlamıştı. farklı dillerde, ana, anne, anneciğim... ama sonra bu kadınların aslında kendi annelerini açğırmadıklarını anladım. o güçsüz kadınları, kader kurbanlarını, ilaç bağımlılarını, alışveriş hastalarını, işleri güçleri kurabiye pişirmek olanları kastetmiyorlardı. onları döven, kadınlığa geçişlerinde onlara yardım etmeyen, erkek arkadaşlarının üzerinde trencilik oynamasına izin veren kadınlar değildi kastettikleri. alemcileri, aynada kendine gülümseyenleri, korse giyenleri, bar taburelerinde sabahlayanları çağırmıyorlardı. sürekli şikayet eden, anlamsız dergiler okuyan, üzerlerinde kontrol kurmaya çalışan, yemek yaparken televizyon seyreden, kapalı kapılar ardında saçlarını boyayıp 23 yaşındaymış gibi görünmeye çalışan kadınlardan yardım istemiyorlardı.nerden de evlendim diye söylene söylene bulaşık yıkayan, dayak yiyip merdivenden düştüm diyen, hapishanede yalnızlığın insanlığın temel koşulu olduğunu ve buna alışmak geektiğini söyleyen kadınlar değildi, anne diye seslendikleri.

kan bağıyla bağlı oldukları, rahminde yattıkları, anneliği bir tutku olarak gören, bütün acıları üstlenecek, sonra da ortadan kaldıracak kadar güçlü anneleri istiyorlardı. bir tarla kadar derin ve zengin, insanı ürkütecek kadar sınırsız, yumuşak kanepeler kadar yüksek, bizi saklayabilecek kadar geniş anneler. biz soluk alamadığımızda bizim yerimize soluk alacak, bizim için kavga edecek, bizim için ölecek, bizim için öldürecek anneler.
--spoiler--