bugün

şu başlığa gömdüğünüz kızları bulsak amdan kale yapardık, derdinizi sikeyim başka bişey demiyorum.

x kişiye yazılan yazılardır.
gözüne sokasıca başlıktır.
biliyorum.
çok kızgınsın bana. ama inan bana başka çarem yok. seni hayatım boyunca unutmayacağım. buna yemin edebilirim. ve yine en kıymetli varlığımın üstüne yemin ederim ki sana hiç yalan söylemedim. isterdim ki senle olayım. isterdim ki yanında uyanayım. ama ne yazık ki yok bende o cesaret. keşke başka türlü olsaydı her şey. mesela sadece bir defaya mahsus elimde bir imkan olsa. tıpkı sihirbazlar gibi. parmağımı şıklatsam ve yanında olsam. geçmişimden istediğim tek şey var biliyorsun. onunla birlikte gelsem yanına.

ama bil ki ben de sana çok kırgınım. ve çok kızgın. söylediğin şeyler canımı nasıl acıttı bilmen imkansız. yine de çıkmıyorsun aklımdan. 3 gündür salak gibiyim. hem beni ara istiyorum. hem sonsuza kadar çıkma karşıma. whatsapp tan sürekli kontrol ediyorum. o günden beri hiç girmedin.

şu aralar çok üzgünsün tahmin edebiliyorum. acını paylaşmak için yanında olmak isterdim. fırat çakıroğlu nun ölmü senin için kardeşini kaybetmek gibi. eminim. onun için de kalpten rahmet diliyorum. keşke hiç kimse hiç bir genç daha bahar bile gelmeden ömürlerine görülecek günleri yaşanacak aşkları varken ölmese. öldürülmese.

şimdilik sana söyleyeceklerim bu kadar. hoşçakal.
gecenin ışığında aya gitmemesi için dizlerimin üstünde yalvarıyorum

kalbim kırık

bazense kötüye kullanılmış

eğer beni bu halde yalnız bırakırsan affetmeyeceğim

rüzgar gibi git

her şeyi canlandır

ve beni deli et.
ara beni.
eğer aramazsan, hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğim.
bana, hayatına giren tüm kadınlardan daha fazla bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek tek bir lafım yok.
onlardan biriyim çünkü.
ama kahretsin, çok güzel çay yapıyorsun,
ve sobalı sıcak bir yuva gibi kokuyorsun.
aramızda neler oluyor bilmiyorum ama..
sev beni,
ağlayacağım.
Bu günde mevlanadan yazayım dedim. Mevlanayı çok sevdiğini tahmin ediyorum.

Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı.
Ey, dostlarının canına can katan,
Gülistana böyle bensiz gitme istemem.

istemem, ey gökkubbe, bensiz dönme
istemem, ey ay, bensiz doğma.
istemem, ey yeryüzü, bensiz durma
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.

Sen benimle beraberken
Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel.
istemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
O dünyaya bensiz gitme, istemem.

istemem, ey dizgin, bensiz at sürme.
istemem, ey dil, bensiz okuma.
istemem, ey göz, bensiz görme.
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.

Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.

Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün, bense senin dikeninim madem,
Gül bahçesine bensiz gitme, istemem.

Senin gözün bende iken
Ben senin çevganın önündeyimdir.
Ne olur, öylece bak dur bana,
Bırakıp gitme beni, istemem.

O güzelle berabersen, sen ey neşe ,
istemem, sakın içme bensiz.
Hünkarın damına çıkarsan, ey bekçi,
Sakın bensiz çıkma, istemem

Bir şey yoksa bu yolda senden,
Bitik bu yola düş enlerin hali.
Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost,
Bensiz gitme, istemem.

Onlar sadece aşk diyorlar sana,
Oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
Bensiz gitme, istemem.

Yani kısaca diyorum ki sana: bensiz hiç bir bok yeme emi!
Özür dilemek birine yanlışlıkla çarptığınızda yapılacak bir şeydir, derin yaralar açtığınızda değil.
olmayacak bişey biliyorum

ve olmaya olmaya da bekliyorum..

beni unutmadığını biliyorum, ben de seni unutmadım..

sen benim yaşanmamış, yaşanmayacak gizli ve yasak aşkım..

kimse masum değil belki ama sen ne kadar siyaha yakın bi griysen, ben de beyaza o kadar yakın bi griyim..

apayrı 2 ton, apayrı 2 dünya, kilometrelerce mesafeler..

beni unut sana zarar veririm diye kendinden korumaya çalışman..

olacak şey değil ama insan bekliyor işte..
tutmuş kolumdan "yaşıtların çoktan evlendi, sen niye evlenmiyorsun" diyor teyze.. biz sana "yaşıtların çoktan öldü, sen niye ölmüyorsun" diyor muyum.
Ben bu yazıyı sana yazdım;

Ben bu yazıyı Brahms'ın 3. senfonisinini dinlerken, hiç tanımadığım sana yazdım. Sende onu dinlerken oku rica ediyorum.(bkz: https://www.youtube.com/watch?v=1trE3ms3AGo) Ben bu yazıyı son bir senedir canım sıkıldığında okuduğum, hiç tanımadığım o entrynin sahibine de yazdım. (#13278116)

Ben bu yazıyı o küçük zipbag' in sonuna dil atan sana yazdım.Yada, o küçük taneleri çiğneyen, araya karışınca baş ağrısı yapıyor diye söylenen sana yazdım.

Ben bu yazıyı mütemadiyen şişenin dibini görme ihtiyacı hisseden, hemde ortada pek bir sebep yokken hani, sadece içmek için içen sana yazdım. Ben bu yazıyı fiziksel hangoverı takmayan ama emotional hangoverdan nalet etmiş olan sana yazdım.

Ben bu yazıyı dibe doğru giden, veya dipte olduğunu inanan sana yazdım.

Sevdiklerinin mutluluğu adına kendi hayallerinden vazgeçen sana yazdım.

Ben bu yazıyı yalnız değilsin demek adına yazdım.

Ve ben bu yazıyı en çokta kendime yazdım.

Not: aradaki inceyi yakalayan arkadaş, bahsi geçenler kötüdür pistir. Ben bir arkadaştan gördüm ordan biliyorum.swh
Bu gün sırada can Yücel var.
Bu şiiri ister baba nasihati say, ister sevgili zırvası.
Ama yaşamaya dair rehberdir inan.

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

işte öyle bebeğim hayat çok garip böyle nasihatlar öğütler neyim var.
özledim seni ama rahatsız etmicem.
yazabilirim... hiç durmadan, teklemeden yazabilirim... öylesine yazarım belki, belki de bir amacım vardır, belki içimi dökemediğimden yazarım, belki de anlatsam da kimse dinlemediği için artık...

bekleyin bir sigara yakayım.

bir duble de rakı koyduk mu başlayabiliriz...

yazabilirim. çünkü en iyi yaptığım iş yazmak. mesleğim, hayatım, ekmeğim yazmak benim. herşeyi yazabilirim aslında. ağaçları, kuşları, çiçekleri, kadınımı...

en çok da o'nu yazabilirim ama. en çok o var çünkü aklımda...

yazmak dostlar, yazabilmek o kadar büyük bir nimet ki. insanlara değil de satırlara dökmek içini, derdini boş kafalara değil de bembeyaz bir kar tanesine anlatmak. öylesine büyük bir nimetki yazabilmek...

nereden başlasam ki seni anlatmaya. övdüm kendimi o kadar, şöyle yazarım böyle yazarım dedim ama, seni anlatacak bir cümle yok ki sevgilim. harfler ne kadar bir araya gelirse gelsin, anlatamaz ki senin güzelliğini hiçbir şekilde. seni anlatmayayım en iyisi ben. benden bahsedeyim onun yerine. ben... ben okyanusa bırakılmış mektup şişesi misali, dalga nereye çekerse oraya gidiyorum bu aralar. kendimi tanımıyorum artık. günü kurtarıyorum. aslında...

takvimler 14 aralık 2014'ü gösteriyordu. yağmurluydu, hatırlıyorum. bardaktan boşalırcasına desem az olur. sanki biri damacanayı ters çevirmişte onun içinden boşalıyormuş gibi yağıyordu yağmur. her sabah ritüelimiz vardı. günaydın aşkım, günaydın bitanem derdik birbirimize. o gün günaydınlar soğuktu. mecburiyettendi sanki. gerçi o güne kadar neredeyse 6 aydır öyleymiş o günaydınlar, ama benim haberim yokmuş ya. neyse... o gün, 14 aralık günü, sevdiğim kadın itiraf etti en sonunda. "soğudum senden, artık düzeltemiyorum bunu, ben seninle yapamıyorum" dedi. iş yerindeydim. birisi sanki gelip göğsüme bıçak saplamış gibi oldu. çalışamadım o gün. kendisi bilmez ama ben o gün sadece duvara baktım. kımıldayamadım. "gel o zaman yanıma, daha fazla işkence yapmayalım birbirimize. konuşalım" dedim. gelemeyeceğini söyledi. ertesi gün oldu. ayın 15'i, 15 aralık. yoğun bir gündü. öyle yoğundu ki, sabah 8'den akşam 10'a kadar 6 ilçede 15'ten fazla programa katıldım. gazeteciyim ben, işimiz çok. merkeze döndüğümde aradım kadınımı, gel dedim. yorgunum ama konuşalım, yapma bu işkenceyi bana. yanıma geldi. oturduk. konuştuk uzun uzun. uzun dediğime bakma, en başta "seni artık sevmiyorum" dedi gözümün içine bakarak. ben orada takıldım zaten. gerisine katılamadım konuşmanın. sonra öpüştük kadınımla. son kez dudakları, dudaklarıma değdi, ve gitti.

kırgındım, kızgındım, üzgündüm, hüzünlüydüm, yorgundum... bir yüzük ayırtmıştım kuyumcuya. iki hafta sabredebilse ikinci taksidi ödeyip evlilik teklif edecektim. bilmiyordu, çok sonra öğrendi. iş işten geçmişti tabi. sürprizlerim vardı ona. saf liseli aşıklar gibi küçük sürprizler hazırlıyordum. yapamadım hiçbirini.

he tabi şimdi burada "lan ne gerizekalıymışsın, 6 ayda kızın senden uzaklaştığını anlamadın mı?" diyebilirsiniz. o konunun başlangıcı ağustos ayının başlarına denk geliyor. sevgilim ve ben aynı evde yaşama kararı aldık kendimizce. konuyu ailelerimize açtığımızda, kadınım ailesine bir şekilde kabul ettirmeyi başarabildi. ama ben başaramadım. çok yara aldım bu süreçte, çok yıprandım. ailem ve sevgilimin arasında kaldım. o aradan da çıkamadım işte. çok detaya girmeyeceğim ama hatanın aslan payı bende. büyük hatalar yaptım o süreçte. kabul ediyorum bunu. ama sonrasında dilediğim özürler umursanmadı, işte o çok yaraladı beni, ilişkimizi. sevdiğim aslında o zaman gitmişti benden. o zamandan sonra, sadece alışkanlıktım ben. ama saflık işte, ya da kör aşıktım bilemiyorum. göremedim bu kadar uzağa gittiğini. bir şekilde atlatırız diye düşünüp hayallerimi büyüttüm. devam ettirdim.

çok sevdim. 3 ay oldu neredeyse kadınım gideli. sırılsıklam aşığım hala. pişman mıyım? evet, hem de fazlasıyla. ama o ağustos ayında yaptığım hatalardan dolayı değil. bu kadar uzağa gittiğini göremediğim için pişmanım. kadınımın, beraber yaşlanmak istediğim yol arkadaşımın, hayat arkadaşımın kollarımdan kayıp gitmesini izlediğim için pişmanım.

sonra mesajlaştık bol bol, nadiren telefonda konuştuk onunla. bazen yine kavga ettik, bazen de ne kadar çok sevdiğimizi söyledik. iki defa da görüştük yüzyüze. son 3 ayın en güzel iki anıydı zaten onlar. başka güzel bir şey gelmedi başıma. tabi, ben olmayınca alıştı yalnızlığa. biraz da rahat etti tabi. özgürlük güzel şey en nihayetinde. ben yaşayamasam da o özgürlüğü, kadınım yaşadı. beni düşünmeyi bıraktı en başta. ne yapar, ne yer, ne içer derdinden kurtuldu. istediği saatte evden çıkıp, istediği saatte eve girebildi. kafasına göre otostop çekti, kimse kızmadı ona. istediği bara gidip, istediği içkiyi içti. "oraya gitme torbacıların mekanı orası" diye başında dır dır eden biri yoktu artık. istediğiyle konuştu, kafasına eseni yaptı. bensizliğe kendini alıştırdı.

ben, bende değişen bişey yok. sabah sevdiğimle uyanıp gece yine onunla uyuyorum. arada işe falan gidiyorum işte. fotoğraf çek, metin yaz, yayına ver falan. yaptığım işlerin yarısından fazlasını hatırlamıyorum bile. boşluktayım. hayatımın içine birisi elektrik süpürgesi sokup ne var ne yoksa çekmiş gibi. evden çıktığı zaman bazen gizlice takip ediyorum onu. paranoyak oldum resmen. nereye gitti, ne yaptı, kiminle buluştu. nerede oturdu, ne yedi, ne içti... bazı geceler kapısının önüne gidiyorum. odasının ışığı sönene kadar oturuyorum orada. o uyuyunca dönüyorum eve. hatta bir seferinde mahalleli şüphelenip polisi aramış, gelen ekip tanıdık çıktı da kurtardım paçayı, yoksa bir de hırsızlıktan nezarete düşecektim. bu da bizim mesleğin artısı işte.

uzun lafın kısası, ben özledim. hem de deli gibi özledim. eve geldiğimde bana sarılmasından dolayı ayakkabılarımı çözememeyi özledim. saçlarının kokusunda bütün günün yorgunluğunu unutmayı özledim. mutfakta birlikte çok zor bişeymiş gibi makarna yapmayı özledim. geceleri saçlarında kaybolup, onun kokusuyla uyumayı özledim. ben yaşamayı özledim...

Aslında şu an ki durumumu en iyi üstat nazım özetliyor tahir ile zühre de...

yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?

25.02.2015 / 01:53
uyuyorsun..
belki ben varım rüyanda kimbilir,
usulca öpüp kaçıyorum uyandırmamak için,
nasılsa yanında uyuyacağım biliyorsun..

hiç uyumasam bile sabah olduğunda başucunda olacağım yine de,
seni izlerim uyurken;
gözlerini açtığında ilk gördüğün olmak için sadece..

ellerin üşür belki, tutarım sımsıkı,
üstün açılır, örterim..
kabus görürsen sarılırım kocaman!

saçma olduğunu biliyorum,
tüm hayatımız saçma zaten..
mesele sadece inanmak ya da inanmamak..

ben inanmayı seçtim bu kez..
sen bir orospusun sen bir orospuçocuğusun. çok açık ve net söylüyorum bak sen süzme orospuçocuğusun hayatımın içine sıçtın mahvettin rezil rüsva ettin beni eğer ucunda birileri olmasaydı senin ecdadını sikmesinide bilirdim ben hem de öyle bi sikerdim ki tüm sülalen geberirdi ama yapmayacağım hatamın bedelini ödüyorum allah beni affetsin benim cezamı allah verdi ben tövbe ettim rabbim inşallah beni bu zor günlerimden kurtarır.
genelde sevgilisinden ayrılmış insanların ruh hallerini aktararak içlerini dökebildikleri bir başlık altı bu.

genel olarak buradaki "sen" öznesi bir kadındır.
Sevgili trafik akşamın içine ettin. tenk yu.
Seni seviyorum lys fizik.
eyy hafif çekik gözlü esmerim seni gerçekten çok seviyorum.senin gözlerine bakınca kayboluyorum. 1 yaş benden büyük olmanın bir önemi yok. ne olur artık bana inan gel bana.
tek sevenim sen ol.
geri kalan dünya nüfusuna konuyu ben açıklarım..
bütün erkekler ve bütün kadınlar aynı.....
eee senin beynine sokayım ben. kendi beynime de sokayım.
(bkz: ben bu yazıyı kendime yazdım)

(bkz: postmodern ikinci nesil yazar)
çok mutluyum haberin olsun .
(bkz: denize atılması gereken mektuplar)

Cemrelere karşı bir ilgin vardı ve her defasında onlardan bahsederdin. ilk cemre havaya düştüğünde için içine sığmazdı. ikinci cemre suya düştüğünde sen mumları üflerdin. Çünkü o gün yani 28 şubat senin doğum günündü. Tesadüfe bak ki 3. cemre yani 6 mart ise benim doğum günümdü. Ama ben doğum günlerinden nefret ederdim. Ne kendi doğum günümü kutladım ne de sen dahil bir başkasının. Yine sen benim inadımı kırmak için uğraşırdın ama başaramazdın.

ileride hep bir kızın olsun isterdin ve adını da Cemre olarak planlardın. Ama benim gönlümde hep Eylül vardı. Bunun için inatlaşırdık. Hatta bir hayalin vardı ve Cemre yi ilk cemre havaya düştüğünde doğsun isterdin. Ben yine senin hevesini kırardım. Sağlılkı olsun da ne zaman doğarsa doğsun derdim. Kızardın...

Bugün 2. cemre suya düştü ve bugün senin doğum günün. Yanımda olsaydın sadece kuru bir Doğum Günün Kutlu Olsun ile günü idare ederim. Bir hafta sonra ise senin benden beklediğini bana mislisiyle yapardın. Her zaman ki gibi "Aman be ne gereği vardı" gibisinde veryansın serzeniş üşengeç kombinasyonuyla karşılık verirdim.

Yine yoksun ve bunları ben yine buruşturup buruşturup denize atamayacağım. Çünkü Ankara da deniz yok. Melih başkan sözünü tutamadı. Bende yazdıklarımı parça pinçi edip rüzgara savurmakla yetiniyorum.

Sıradaki Doğum günü temalı şarkılar sana gelsin ve senin dediğin gibi.

DOĞUŞ GÜNÜN KUTLU OLSUN...