bugün

Okunması gereken 12 eylulu birde bu yönüyle baktıran eser.
12 eylül ülkücülere dokunmadı yalanını çürüten en gerçekçi eser.
harbiye işkence evindeki bir hatırası tüyleri diken diken eder.
+ bir yudum su verin bari.
- ağzını aç.
bu sözü duyduğumda sevinçten uçacaktım neredeyse. fakat oda ne! ağzıma tuz basıyorlar. tükürmeye çalıştıkça engel olup bir yandan tuz takviyesine devam ediyorlardı. bir müddet sonra ağzımdan kebap kokusu gelmeye başladı. yanıyordum... dudağımın biri bir yerde, diğeri gökteydi adeta. aman Allah'ım ne haldeyim.

bu kitapta nice işkence anıları daha vardır, okunduğunda soğuk terler döktüren.

o dönem sadece solculara işkence edildi diye inim inim inleyen dar ağacında üç fidanı hatim etmiş insanların bu kitabı da okumasını rica ederim.
arpacık ın kendi mapus hayatını, açlık grevlerini, gardiyanlara isyanlarıni, sevk olaylarını, şehit düşen ülküdaşlarının hayatlarını anlattığı kitabıdır.

o parmaklıklar ardında bir o kadar mahkum bir o kadar da hür bir dava adamıydı.

kitabında yer verdiği bir anısında; ateş istediğinde ona kibriti değil ucunu tutuşturduğu gazete kağıdını uzatan gardiyana sorar:

+neden bana kibriti vermedin? diye, garidyanda:

-sana kibriti uzatsaydım beni kolumdan yakalayıp parmaklıklara çarpabilirdin. der.

evet o belki içerde tutukluydu ama özgürdü, bazıları ise dışarda esirdi.

yine kitapda yer alan atatürk ile ilgili bir olay ders verici niteliktedir.

bir gün atatürk amasya gezisindeyken şeyhin birini görür, kırk yıllık kesmediği sakalları göbeğine kadar gelen şeyhe atatürk der ki:

+imanın ölçüsü sakalın boyu değildir. şunu en azından peygamber efendimizin ki gibi kısaltsan. der.

şeyh:

-emrin olur paşam. der.

aradan zaman geçer ve atatürk tekrar şeyhi hatırlar, sordurur naptı diye. şeyhin sakal boyunda en küçük bir kısalma olmadığı söylenir.

atatürk hemen telgraf çektirir, şeyhi afyon valisi atadığını yazar ve onu huzurunda görmek ister. ertesi gün şeyh atanın huzuruna çıkar. saçlar kesilmiş, sakallar sinek kaydı traş olunmuş, kıyafetler değiştirilmiş...

ata ise onu gerisin geri yolcu eder.

sorarlar bu şeyhin ne yanlışı oldu da geri yolladınız diye. atatürk:

+buğün koltuk için kırk yıllık sakalından vazgeçen yarın başka şeyler uğruna milletinden bile vazgeçebilir. der...
yusuf ziya arpacık eseridir...

DERT SOFRASINDAN BAL YEDiLER,
BAŞ VERDiLER, BAŞ EĞMEDiLER...

"işte Gardiyan Muzo'nun cevabıyla beraber bana uzattığı bu alev alev yanan gazete kağıdı, hayatımın her noktasına ışık tutacak bir enerji kaynağı olmuştu sanki. Ben hücrede özgür, gardiyan dışarda esirdi. O dışarda korkudan titrerken, ben içerde zafer kazanmış orduların mağrur askeri gibi bir ileri, bir geri yürüyordum. Meşale gibi tuttuğum gazete kağıdı yanarak, ateşi elime dayanmıştı. Kalan parçayı bir hamlede hücre kapısından dışarıya fırlattım.
Artık özgürdüm. Esaret bedende değil, ruhta yaşanırdı. Dışarıda dolaşan milyonlarca esiri düşündüm. Kimi akşam sofrasına koyacağı bir rakı şişesinin, kimi bir çift yeşil gözün, kimi de bir arabanın. Maddeye esir olmuş ruh mahkûmları için yandı yüreğim. Acıdım... Onlar için duyduğum endişe bütün duygularımı bastırdı. Çıkış yolu bulunmayan bir esaret halkası kuşatmıştı insanoğlunu. Özgür esirler... Kafamda kıvılcım gibi çakan kavramlar mana itibarı ile yine allak bullak olmuştu."