bugün

öykünün, fantastik, masalsı ama bir o kadar da bize çok tanıdık çıkmazlara belki de en temel insanlık sorununa büyülü bir dokunuşla bilgece parmak basan yönünü, felsefik alt metnini çok beğendim.

tabii yazarımızın hayal gücü, günlük ve de doğa ruhları arasındaki özel diyalogları ustaca kullanışı, araya da bir tutam baharat gibi cinselliği ve aile özlemini koyması ile yakaladığı; serin ticknock ormanından okuyucuya ısınarak gelen; atmosfer başımızı döndürmekte.

batı ve doğu bekçiliğini anlatırken; ekvator çizgisini kastederek yaptığı kuzey ve güney ayrımını; tam algılayamadım en başta; o paragrafta bir karışıklık hissettim ta ki sonlara doğru güney'i kötü bekçilerin sahte dinlerle ele geçirdiğini algılayana dek.

şu cümlelere ve günümüze de bilgece selamlar gönderen felsefik durum tespitine bayıldım:

--spoiler--
bunca zaman doğu ve batı olarak birbirimizi sadece bildik ama tanımadık. Ortak olmalıyız sizin ve bizim bekçilikten ayrılan hain bekçiler bile birleşmeyi düşünürken bizim ortak olmamamız aptalca değil mi?
--spoiler--

güney ve kuzey bence iki anlamda da kullanılmış; hem bağnazlıktan uzak kuzey olarak hem de kuzey ve güney yarımküre olarak düşünürsek zıt anlamda; tüm dünyaya hükmeden kuzey...

--spoiler--
iki temsilde kendi yerinde pineklediği için güney'de canımıza okuyan yapay dinlerin oluşmasına engel olamadık ve şuan tüm çabamız dünyayı saf haline getirmek ve arındırmak. Aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Ama ayrı hareket ediyoruz.
--spoiler--

ve tabii ki egzotik çiftin gelecek maceralarını hem merak etmekteyiz hem de içimizden, hem onlar hem kendimiz için güzel yaşantılar dilemekteyiz; belki de öyle bir zaman gelir ki bekçiye gerek kalmadan doğa ruhları tüm insanların bilinçaltını güzelleştirir ve kızılderili bilgeliğinde yaşanılası bir dünya mümkün olur... heyecanla beklemedeyiz...

yemyeşil ormanlar üstünden okyanuslara doğru sonsuz uçuşa geçen ilham perisi; hayatın temeli olan su gibi hem hayat hem de güzellik kaynağı olarak ruya avcısının tüm ruhunu kanatlandırmaya ve bizi de büyülemeye devam etsin...

gönülden teşekkürler ruya avcisi.

özel not: müziğe de bayıldım.
sabredersen keşfedersin
sabretmezsen merak edersin.
***

(Doğa ruhları, Doğayla yakınlığından dolayı batı bekçiliğine “Druidleri”; doğu bekçiliğineyse “Kam”ları uygun görmüşlerdi. batı ve doğu olmak üzere iki temsil oluşturup onları bu temsillerin bekçisi olarak atadıktan sonra bekçilerin bulunduğu coğrafyaya göre dünyayı kuzey kutbundan güney kutbuna kadar görünmez bir çizgiyle ikiye ayırıp bu iki alanda doğa ve iyilik adına kullanmaları için doğa ruhları tarafından Bekçilere Ölüp yeniden dünyaya gelmek, evrendeki tüm canlılarla hatta ölenlerin ruhlarıyla konuşmak ve işbirliği yapmak, suyu, ayı vb. bölmek gibi üstün özellikler bağışlanmıştı.
“Suyu da yarabiliyorlar mı yani?” sorusuna evet onu da yapabiliyorlar cevabını verdikten sonra onca şey arasından sadece buna takılmanıza çok şaşırdım. Neyse ben görevimi yerine getirip açıklamaya devam edeyim:
bu iki temsil layıkıyla kendilerine verilen görevi yerine getirmeye çalışırken (doğayı insanların eziyetinden korurken) maalesef her iki temsilde de ihanet edip aralarından kovulan “ bekçiler” olmuş ve o az önceki sorunuzdaki beceriyi birkaç kez kullanan kahramanlar doğunun ve batının iyi bekçileri değil onlardan kopan “kötü bekçiler”di. Yani Kötü bekçiler yapay dinlerin önderleridir. doğa ruhlarından edindikleri bilgiyi kötü emellerine alet ederek belli bir kitle oluşturdular; onların da yardımıyla şu an tüm insanlığı kontrol altına almanın peşindeler. böylece hedeflerindeki iyi bekçilerin ve doğa ruhlarının efendisi olmayı başarabileceklerine inanıyorlar)

*** istanbul ***

anne:gitmekte kararlı mısın kızım?
umay:evet anne.
anne:tahsilin için güzel bir çaba ama neden irlanda? ingiltere’yi neden tercih etmedin?
umay:ingiltere’yi istesem neden Amerika değil diye sorardın. irlanda benim rüyalarımı süsleyen tek ülke. nedendir bilmiyorum uzun zamandır merak ediyordum. bu yüzden tercihimi bu yönde kullandım.
anne:senin kararın, saygı duyarım. biliyorsun defalarca yurt dışına çıktın ve hep destek oldum ama bu sefer farklı. uzun bir süre seni göremeyeceğim.
( umay, yüzünü ekşiten annesini çevik bir hareketle çaydan ıslanmış dudaklarıyla şap diye öpüverdi. Annesini ikna etmek zordu ama imkansız değildi.)

***

(Bütün bunlar olurken "tanrı ne işle meşgul acaba?" diye merak ettiğinizi biliyorum. Şüphesiz ki “o” adalet dağıtandır. Bu yüzden “o” hiçbir şeye karışmaz. Çünkü adalet hiçbir şeye müdahale etmeyip olayların kendi halinde çözülmesiyle sağlanır; Her ne kadar insanların, doğa ruhlarının ve bekçilerin acı içinde kıvrandığına şahit olup bir an müdahale isteğinde olsa da hemen kendini toplar ve “adalet asası”na sıkıca tutunur. Yalnız bu hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmesin.

Başlangıçtan beri yanında olup ona çok fazla yardım eden çalışkan ve sadık “Yaratılış ruhu”nu (ismini, tanrıyla birlikte ilk günden beri var olmasından alır) arada bir dünyaya gönderip dolanmasını ister. Bu ruhu bulanlar onun yardımından gereğince yararlanırlar. Çünkü tanrının gücü "yaratılış ruhu"yla birliktedir. Bekçiler daha fazla güçle daha fazla iş yapabileceklerini bilirler. Tanrının gönlü kimden yana anlamışsınızdır ama “ Yaratılış ruhu”nun gönlü iyi veya kötü bekçilerden yana değil gerçekten kendisini arayandan yanadır. Siz de tanrıyla aynı hisleri paylaşıyorsunuz sanırım, ne de olsa onun evlatlarısınız anlıyorum. Unutmadan, Bazen bu arayışta üstün gelen kötü ya da hain bekçiler olabiliyor. Hala neden bekçi dediğimi bilmiyorum ağız alışkanlığı ne de olsa bir zamanlar doğanın kendisi için savaşmışlardı. Belki de sırf bunun hatrına yine de onlara bekçi demenin bir zararı olmayacağını düşünüyorum. Benim tarafım yok ben de bu yarışta tarafsız olmayı seçtim. Aranızda Benim kim olduğumu merak edenler var sanırım. Hikaye benim kim olduğumdan daha önemli, emin olun)

*** ticknock ormanı, Dublin ***

Adam kafasını yukarı, bulutlardan kapanmış dolunaya kaldırdı ve “ay”a baktı.
Önce “keltçe" uzun ve nağmeli bir dua okudu. ardından elbiselerini çıkartıp çırılçıplak kaldı. Ateşin etrafında dönüp duayı defalarca tekrarladıktan sonra, tüm kıyafetlerini ateşe attı. Ateşten yükselen duman göğe doğru yükselirken bulutlar ikna olmuş olmalı ki ayın önünden çekildiler. “Duacı druid”, bu ürkütücü karanlıkta ay ve ateşin ışığıyla aydınlanan halinden memnun suratıyla adeta bir tanrıya benziyordu.

(Yüksek sesle ulumaya başladı)
uuuuuumaaaaayyyyy!
***

*** istanbul ***

Umay ter içinde uyanmıştı. Bu çırılçıplak bedenin erotizmi mi yoksa kendisine bu kadar yürekten seslenen adamın romantikliğine mi hayran kaldığına karar veremeyerek rüyanın tatlı sarhoşluğuyla yatağından kalkıp Annesinin odasına gitti. mışıl mışıl uyuyan annesini uyandırmaya kıyamıyordu ama yanında yatmaktan da kendini alamadı.
babası öldükten sonra kendisine tek başına yeten ve çok iyi davranan annesine sevgiyle baktı. iyi ki de bu kadını seçmişti. Annesinin güzel kokusunu içine çekip bir yandan bunları düşünürken, bir yandan da son gördüğü Rüyayı düşünüyordu. Bu karmaşık duygularla uykuya daldı.

Ertesi gün,
Umay: anneciğim kalacağım yurdun, fakültenin, kütüphanenin hatta oradaki en meşhur “pub”ların numaralarını buldum ve not defterine kaydettim.
Anne: pab ne?
Umay: Ünlü irlanda biralarının sergilendiği yer( içten bir kahkaha atarak annesinin yanaklarını sıktı. ne kadar masum olduğunu düşündü bir an)
Anne:sakın içeyim deme, herkesle arkadaşlık kurma-yabancı insan bunlar bilemezsin huyunu suyunu. Kimseye güve..
Umay: tamam annecim, sen hiç merak etme.
***

(Druidler’in Avrupa kamlar’ınsa asya coğrafyasına alışkın olup güney ve kuzeye çok müdahale etmediklerini gayet iyi bilen kötü bekçiler (çünkü bir zamanlar onlar da batıda veya doğuda görev yapmışlardı) bu durumdan istifade edip güneye inerek afrika’da yapay din oluşturmayı başardılar; druidler ve kamlar zaman zaman “yaratılış ruhu”nu keşfedip himayelerine aldıktan sonra çok güçlü olup kendilerine ihanet eden hainleri geri püskürtebilmişlerse de işi bitip tanrının yanına varan “yaratılış ruhu” çok geçmeden geri dönünce kurnaz ve güç delisi hain bekçilerin büyük bir azimle onu keşfetmesiyle durumun druidler’in ve kam’ların aleyhine gelişmesine sebep oldu.
belki de kendi isteğiyle gelmiş olabilir. tanrının yüzü yumuşak, bazen macera peşinde koşan ruhları kontrol etmede zorlandığını duymuştuk ama yine de bir tahmin siz benim kadar şüpheci olmayın. tanrı böyle şeylere alınabiliyor)

*** ticknock ormanı, dublin***
Duacı druid: batı ve doğu’nun hain bekçileri Druidler’in ve kamların uyuşuklukları yüzünden üst üste yapay dinler icat ettiler ve biz hala doğaya uygun bir şekilde hareket edip onları alt etmenin peşindeyiz.
bilge druid: Kamlar ve druidler insan kanı dökmeden mücadele etmek zorunda yoksa bizim yüzümüzden yere düşen tek bir damla insan kanı toprak ana tarafından lanetlenmemize sebep olur. Bunu nasıl göze alabilirsin?
Duacı druid: laneti umursamayan kötü bekçilerin zararda olduklarını düşünmüyorum. katlederek ya da para teklif ederek insanları gittikçe yapay dinlerine çekiyorlar ve böylece büyük bir avantaja sahipler.
bilge druid: kötü bekçiler bir kere lanete bulaştılar. eminim ki pişman olmuşlardır ama geriye dönüşün olmadığını bildiklerinden doğaya egemen olmanın peşindeler.
Duacı druid: bu kurallar esneyemez mi bilge druid?
bilge druid: neden sabretmiyorsun?
Duacı druid: iyi durumda olmadığımız halde bu kadar iyimser olmanı anlayamıyorum. doğa ruhları, doğayı hem korumamızı hem de koyduğu kurallara uymamızı bekliyor. Bu bizi yavaşlatırken, Kötü bekçiler bu lanetten güç alıyorlar. ne kadar özgürce hareket ettiklerini görmüyor musun?
bilge druid: Arada ölüp tekrar dirilmek zorunda kalıp zaman kaybettiğimiz olmuştur ama yine de kötü bekçiler bizden iyi halde değiller. Eşitiz duacı druid. Korkma bu kadar. "Yaratılış ruhu"na odaklanalım ve onu bulduğumuzda daha akıllıca bir taktikle insanların kanını dökmeyeceğimiz uygun bir savaş ortamı hazırlayalım.
Duacı druid: son “yaratılış ruhu” faciasından sonra ben çok umutlu değilim. Tüm insanlar “yapay dinler”in etkisine girmeye başladı bile. Doğa ruhları kendinden uzaklaşan insanların gücünden mahrum kaldıkça bizi de koruyacak birileri olmayacak ve bir sinek gibi yok olacağız.
bilge druid: önerin ne?
Duacı druid: doğu kamlarıyla birleşmek. Yani tek tek kendi alanımızda savaşmak yerine birleşmek en güzeli.
bilge druid:unut bunu. bu kadar çaresiz olduğumuzu düşünmüyorum.
Duacı druid: bu acizlik değil, bilge druid. sen bunu kişiselleştiriyorsun. Kamlarla birleşip ortak olmalıyız tıpkı hain bekçilerin yaptığı gibi.
bilge druid: gerek yok duacı druid. sadece biraz daha gücüne ve zekana güvenmeyi dene ve başka şekilde odaklan. Bu kadar umutsuz konuşman yersiz.
Duacı druid: bence boş bir güven taşıyorsun.
bilge druid: duacı druid yetkilerini devretmek mi istiyorsun?
Duacı druid: Tehdit mi bu?
bilge druid: hayır çok yorgun ve çaresizsin dinlenmen iyi olur diye düşündüm.
bilge druid: teşekkürler gerek yok, oldukça iyiyim.

(evet yine ben, hikaye anlatıcısı. sıkılmazsanız birkaç şey daha ekleyeceğim. Doğayla bütünleşen ve fazla iyi olan bu doğu-batı iyi bekçilerinin biraz kötü olmaması büyük bir talihsizlik; doğruluğun, saflığın ve doğanın temsilcileri “druidler” ve “kamlar” -siz batı bekçisi veya doğu bekçisi demeye devam edebilirsiniz- arada sırada dünyaya gönderilen “yaratılış ruhu”nu kaptırmakla son zamanlarda( 3 bin yıldır) acı çekmekteler.
Şimdi her şeyin farkındalar. iki bekçilik tekrar “yaratılış ruhu”nu aramaya ve geç de olsa güney ve kuzey kısımla ilgilenmeye karar vermişlerdir.)

***Dublin üniversitesi, sanat tarihi bölümü, salon 3***

Umay fakülteyi ardından sınıfı bulayım derken 1. dersi çoktan kaçırmıştı. 7 nolu dersliğin önünde beklemeye karar vermişti ki aniden arkasında tok sesli, aksanlı bir ingilizceyle konuşan adam beliriverdi.

Umay: pardon, tam anlayamadım, tekrar eder misiniz?
Patrik: içerde kimse yok.(kapıyı açıp gösterdi)
(gerçekten içerde kimse yoktu. Umay Tekrar programa baktı ve şaşırdı)
Patrik: program değiştirilmiş. Ders 11:20’de başlayacak.
Umay: çok teşekkür ederim siz olmasanız belki de burada uzun bir süre öylece bekleyebilirdim.
Patrik: rica ederim, oldukça düzgün konuşuyorsun yabancı olmalısın?
Umay: efendim?
Patrik: ingilizceyi çok düzgün konuşuyorsun, sadece yabancılar bu kadar düzgün konuşup konuşulanı anlayamaz, hahahah.

( bu sinir bozucu gülüşten sonra umay)
Umay: anlaşılmaz bir aksanınız olduğunu düşünürsek bu da sizin oldukça yerli olduğunuz anlamına mı geliyor?
Patrik: hahaha, bunu sevdim, bu arada ben patrik.
Umay: ben de umay.
Patrik: omay?
Umay: hayır uuumaayy!
***

(Şimdi siz hikayenin aksiyon bölümüne geçelim diyorsunuz, evet fark ettim, son kez açıklamak istediğim bu hikaye sizin beklediğiniz gibi doğu-batı bekçileri ve bunlardan kopmuş doğu-batı kötü temsilcilerinin savaşını anlatmayacak. En azından şimdilik.
Bu bekçiler doğalarına aykırı olmasına rağmen hırslandılar. insanların arkasına gizlenip kirli oyunlarına başarıyla devam eden kötü bekçileri tek tek bulup cezalandırmak ve oyun dışı etmenin peşindeler. Her bekçilik kendi hainlerinin peşinde olunca “yaratılış ruhu” üzerinde kendi aralarında da belirsiz bir sürtüşme oluştu. biraz daha akıllı ve az gururlu olup birlikte hareket etmeyi deneseler belki daha iyi olacak ya da hiçbir şey değişmeyecek ama anladığımız şu ki insanlığın özü kibirden oluşuyor. Tanrı bir yandan yarattığıyla övünürken bir yandan birkaç yerde arıza olduğunu kabul edecek kadar dürüsttür. Çünkü o doğru olandır.)

***Dublin üniversitesi***

Patrik ve umay kampüsün muhteşem bahçesinde irlanda’ya yaraşır güzel ve oldukça görkemli bir ağacın altına oturup klasik öğrenci moduna geri dönmüş bir halde kendilerinden bahsetmeye başladılar. Bu arada, Patrik'in parfümünden olsa gerek okyanus ve meşe ağacının birbirine karışmış taptaze kokusu umay’ın başını döndürürken, patrik kendi sarı saçlarına inat simsiyah, uzun dalgalı saçların arasındaki beyaz, zarif bir yüz ve düzgün kaşlarla çevrili iri gözlere hayranlıkla bakıyordu. Umaysa patrik'in bronz tenine hayran bir şekilde köşeli çenesini, ince ve sıkıca kapalı dudaklarını inceliyordu.
birden gözlerindeki maviliğin derinlerinde boğulcakmış hissiyle içinin ürperdiğini fark etti.

Patrik: kaç yaşındasın?
Umay: bu soru evrensel bir biçimde tüm kadınlarca kaba bulunur. Annen bunu sana öğretmedi mi?
(Gülüşürler ve umay devam eder)
çok yaşlıyım. Ya Sen?
Patrik: senden daha yaşlıyımdır.

bunun üzerine gülüşerek ilk dersi kaçırmamak için ayağa kalktılar.
Aynı sırada oturdular ki bir sene boyunca aynı sırayı, aynı koltuğu hatta aynı yatağı paylaştılar.
Bu süre zarfında umay patrik'i, çevresini, dostlarını tüm hayatını çok yakından tanımıştı. Hatta patrik, umay’a biraz keltçe bile öğretmişti.

Patrik: Tá mo chroí istigh ionat. (seni seviyorum)
Umay: Is brea liom tú freisin, patrik. (ben de seni seviyorum, patrik)

Patrik'in tuhaf ama cana yakın ailesiyle bazen ormanda bir ateşin etrafında oturup “Uisze Beata” yani hayat suyu olan viskilerini yudumlarken bir yandan neşeyle keltçe şarkılar söylüyordu, her şey çok ama çok güzeldi. Annesi bile umay’ın yabancı bir ülkede bu kadar uzun süre kalmasına alışmıştı; Çünkü Umay’ın sesinden çok mutlu olduğu anlaşılıyordu. annesi daha ne isteyebilirdi ki?
***

*** ticknock ormanı, Dublin ***

Bilge druid: “yaratılış ruhu” görev bilincini toparladı mı?
duacı druid: henüz değil ama yakında Niye geldiğini hatırlayıp bize ısındıktan sonra “ay partisi”ne başlayabiliriz. yalnız çok dikkatli olmalıyız yoksa hain bekçiler onun bizle olduğundan şüphelenirse onu ikna etmek için tüm şeytanlıklarını kullanabilirler.
Bilge druid:senden daha şeytani olduklarını sanmam.
duacı druid: bilge druid bu lafını hemen geri al, rica ediyorum.
Bilge druid : tamam sadece takıldım duacı druid. yanlız kötü bekçilerden daha tehlikelisi doğudaki iyi bekçiler yani kamlar onların sırlarını öğrendikten sonra yaratılış ruhunu elde ettiğimizi anlarlarsa aramız kötü olabilir. Doğunun ve batının kutsal bekçileri ittifak içinde olmasalar da barış içinde olmak zorundalar, biliyorsun.
duacı druid: endişelenme. toplantılarında gözlem yapması için asya coğrafyasında bir benzeri bulunan haberci baykuşu görevlendirdim. Bir değişiklik olduğunu anlamadılar. bundan sonra da fark etmezler. Ama onların bu kadar hırslı olup enerjilerini doğru kullanmaları hayret verici.
Bilge druid: sen de en az onlar kadar hırslısın patrik. Ama senden tek ricam bu iş bittikten sonra lütfen gidecek olan "yaratılış ruhu"nu bir sonraki zamanda kendi çabalarımızla bulalım.
duacı druid: çabaladım ya?
Bilge druid: sadece çok iyi bir hırsızsın ve bu hiç hoşuma gitmedi.
duacı druid: Ne demek istiyorsun?
Bilge druid : sadece sırları çalmadın, benim rüya perilerimi de çalmışsın. “yaratılış ruhu”nun rüyalarına girip buraya çağırdığını biliyorum. Ağaç ruhları sır tutmaz!
duacı druid: onları senden isteseydim izin vermezdin. “yaratılış ruhu”nun yerini doğu bekçilerinden öğrendiğim için bu işi bırakmamı isterdin.
Bilge druid: doğru!
duacı druid: ama bu durumdan en az sen de benim kadar mutlusun!
Bilge druid: kelime oyunlarını bırak patrik, bu işi eline yüzüne bulaştırmaman için buna göz yumuyorum. istekli olmanı anlıyorum ama Bu hırs bize hiç yakışmıyor.

***patrik’in evi***

Umay, patrik’in dedesinden kalan Ormandaki bu küçük meşe ağacından yapılmış evi çok sevmişti. Yaşlı ama eski olmayan bir evdi. “irlanda ve içindeki her şey harikaymış. Güzel bir coğrafya” diye geçirdi içinden.

Patrik, evin girişinde asılı duran “ökse otu”nu göstererek:
Patrik: bu otun altında öpüşmenin ayak mantarlarını iyileştirmede iyi olduğunu biliyorsun değil mi?
Umay: ökse otu ve kutsal meşe ağacıyla ilgili birkaç şey öğrenmiştim ama ayak mantarını öğrenmemem büyük bir kayıpmış.
Patrik: o zaman var olan bilgilerini uygulasak mı?
Umay: ayak mantarım yok ki.

(Gülüşmeler eşliğinde birbirlerine sıkıca sarılıp öpüştüler ama bu ökse otu altındaki aşık öpüşmesinden daha fazlasını yaşamadıkları anlamına gelmesin.)
şehvetle dudaklarına yapışan Patrik’in baş döndürücü, ferah kokusuyla iyice başı dönen umay, patrik'i kendine daha da yaklaştırıp dudaklarını, çenesini ve kulak arkasından boğazına kadar devam eden kokusunu içine çekerek ufak ve ıslak öpücüklerle boynunu serinletti.
patrik aynı heyecanla umay’ın elbisesini sıyırıp bir yandan da sütyen giymediği için umay’a içten içe teşekkür etti. o da Her erkek gibi Sütyen kopçası açmakta pek başarılı değildi...

Patrik, Elbiseyi sıyırırken kısa süreliğine uzaklaştığı ıslak dudaklara büyük bir hırsla tekrar yapıştı. Bütün uzuvlar birleşmek ve tek vücut olmak için sabırsızca terlerken Umay patrik’i içine davet etti ve patrik büyük bir kibarlıkla bunu kabul etti.
***

Patrik: güzel bir geceydi. hey sırtını mı döndün sen?
Umay: her zaman erkekler mi sırtını döner zannediyorsun?
Patrik: şu ana kadar evet.
Umay: ama ben sarılasın diye döndüm.
(Umay patrik'e doğru sırtını çevirip bir kez daha dudaklarına uzandı ve onu öptü)
Umay: seni seviyorum
Patrik: ben de seni seviyorum, umay.

*** ticknock ormanı, Dublin ***
Bilge druid: tüm kurul açıklamanı bekliyor duacı druid.
Duacı druid(patrik): sevgili druidler, batının onurlu doğa bekçileri, “yaratılış ruhu"nu bizimle aynı hedef için, doğu ve batı coğrafyalarımızdaki etkin “yapay din” güçlerini kırmaya büyük yardımı dokunacağını yıllardır öğrenmiş olmamız gerekir. Ben “yaratılış ruhu”nun doğmuş olduğu aileyi belki pek de onurlu bir yoldan bulmamış olabilirim. Tamam açık konuşalım. “Muhbir baykuş”u, uzun zamandır asya’ya doğu bekçilerinin yani kamların toplantılarına gönderiyordum. En son toplantılarında” yaratılış ruhu”nun geleceği yeri ve aileyi tespit ettiklerini söylemişlerdi. Bütün bilgileri toplayıp geri gelen baykuş sayesinde “yaratılış ruhu”nun orta halli bir ailede bir kız kimliğiyle dünyaya gelmeyi tercih ettiğini öğrendim. Sadece bu soysuzlukla kalmadım onu buraya getirebilmek için bilge druid’in rüya perilerinden de yararlandım, yani izinsizce.
Ama bu hırsızlığı affettirecek güzel bir sonuçla başbaşayız. neden bunun üstünde bu kadar oyalanıyoruz ki ?
şifacı druid: o bir kammış!
Duacı druid(patrik): hayır yanılıyorsunuz!
Şaşkınlıkla bilge druid’e döndü ve yüzündeki nahoş ifadeden maalesef bunun doğru olduğunu anladı.

Bilge druid: şifacı druid haklı, o “yaratılış ruhu” değil bir kammış ve şimdi görev yerine doğru yola çıkmak üzere.
Duacı druid(patrik): nasıl olur? Ruh okumada benim kadar iyisi yok bunu biliyorsunuz. Ruhunun her zerresini dolaştım. Hiçbir şey yoktu! Nasıl bu kadar inandırıcı olabildi?
Bilge druid: çünkü kamların bulundukları coğrafyadan dolayı doğayla iletişimleri çok farklı ve bu farklılık bize çeşitli canlı türüyle baş başa olduğumuz coğrafyada bütün ruhları tanıma avantajını sağlarken, onlara da bozkırlarda bazen avlanırken bazense avlarken saklanması gereken varlıkların alışkanlıklarından öğrendikleri ruh saklayabilme yeteneğini kazandırmıştır.
Duacı druid(patrik): yani?
şifacı druid: yaklaşık 150 yıl kadar önce birkaç “şifacı kam”la karşılaşmıştım bu yüzden ben açıklayayım.
Onlar trans haline yani “ikinci dikkat” düzeyine geçtiklerinde sadece o anı yaşar, komut alır ve verirler. Bu tecrübeler bilinçlerinde değil bilinçaltlarında kayıtlı olduğu için gündelik hayata geri döndüklerinde bunları hatırlamazlar.
Duacı druid(patrik): taa ki bir sonraki transa kadar, anladım. Peki neden beni kandırdı?
Bilge druid: sanırım senin baykuşu ajanlık için gönderdiğini anladılar ve sana tuzak kurdular.
Duacı druid(patrik): ve biz burada doğu bekçisiyle sanki “yaratılış ruhuymuş” gibi ilgilenirken onlar da tüm güvenlik önlemlerini tamamladılar
Bilge druid: sanırım öyle. Şimdi doğu bekçilerinin zaferini bekleyelim, dolaylı yoldan bizi de etkileyecek unutma.
Duacı druid(patrik): hayır oradaki etkin yapay din çökerken buradaki yapay din ve kötü bekçiler daha da güçlenecekler.
şifacı druid: umarım artık bir şeyin peşinde değilsin?
Duacı druid(patrik): değilim, sadece yorum yaptım.

Tüm kurul ve diğer yardımcı heyet ormandan ayrılırken patrik’in omzuna dokunup biraz daha sabırlı ve inançlı olmasını istediler. Patrik de yavaşça başını eğip onayladığını gösterdi. Uslu duracağına söz vermiş gibiydi.

*** Londra istanbul uçağı***

Doğu temsilinin “kam”ı kafasını pencereye dayamış halde düşünüyordu ki yine o ağır aksanlı tok sesli adamın sesini duydu.

Umay:patrik!
(Onu yan koltuğunda oturuyorken buldu. “ kahrolası adam ruhunu ve görüntüsünü mü saklamış? bunu nasıl yaptı, sadece bize özgü değil miydi bu?” diye içinden geçirirken)
Patrik: siz kamlar gideceğiniz yere uçak mı kullanıyorsunuz? Çok modern, hahaha.
(Yüzünü yalayıp geçen şok dalgasından kurtulan umay, muzip bir gülümsemeyle karşılık verdi)
Umay: sizin gibi özel bir süpürgemiz hiç olmadı. Şimdi açıkla bakalım neden buradasın, dersini verdiklerini zannediyordum?
Patrik: evet aldım. şimdiye kadar sizin hakkınızda pek bir bilgim yoktu. oldukça uyanık ve yalancıymışsınız.
Umay: bir bilgi hırsızından böyle laflar işitmek acıtıcı.
Patrik: bence didişmeyi keselim.
Umay: öyleyse git.
Patrik: hayır daha güzel bir fikrim var, bir pazarlık aslında.
Umay: seninle hiçbir pazarlığa oturmam.
Patrik: ikimiz de onca güzel şeye rağmen bir oyun içindeydik ve bunda ben ne kadar suçluysam sen de o kadar suçlusun. bu yüzden öfkeni yut ve beni dinle.
Umay: peki dinliyorum?
Patrik: size yardım edeceğim.
Umay: hahaha, gerek yok bugünlerde oldukça avantajlıyız.
Patrik: “yaratılış ruhu”nu ne siz ne de biz etkin bir şekilde kullanabildik. Kötü bekçilerden de çok şey öğrendim ne de olsa bir zamanlar bizimle beraberlerdi. Bunları sizinle paylaşabilirim.
Umay: bundan sizin çıkarınız ne?
Patrik: siz de bize yardım edeceksiniz. bunca zaman doğu ve batı olarak birbirimizi sadece bildik ama tanımadık. Ortak olmalıyız sizin ve bizim bekçilikten ayrılan hain bekçiler bile birleşmeyi düşünürken bizim ortak olmamamız aptalca değil mi?
Umay: muhbir baykuşun ne çok şey öğrenmiş. doğanın dengesi gereği herkes olduğu yerde kalmalı, yani en azından ben öyle düşünüyorum.
Patrik: saçmalık. iki temsilde kendi yerinde pineklediği için güney’de canımıza okuyan yapay dinlerin oluşmasına engel olamadık ve şuan tüm çabamız dünyayı saf haline getirmek ve arındırmak. Aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Ama ayrı hareket ediyoruz.
Umay: “şifacı kam” da böyle bir şeyden bahsetmişti ama bilge kamla konuşmalısın. buna ben tek başıma karar veremem.
Patrik: anlaştık galiba?
Umay:o zaman yaratılış ruhuyla hazırlandığımız “ay partisi”ne kısmen hoş geldin.
Patrik: üzülerek ve kıskanarak hoş buldum.
Umay: ama benim istanbul’da birkaç gün kalmam lazım.
Patrik: aileni mi göreceksin?
Umay: evet, annemi görmeliyim.
Patrik: sanırım iyi bir aile seçmişsin.
Umay: evet. Peki ya senin seçtiklerin nasıl?
Patrik: bir trafik kazasında öldüler.
Umay: çok üzüldüm.
Patrik: üzülmene gerek yok, bilerek seçtim. Ben yedi yaşındayken ölmeleri onlara çok bağlanmamamı sağladı. Bir önceki ailemi hala çok özlüyorum.
Umay: anlıyorum.

(Onlar keltçe ve yakutça konuşurken-“özel” oldukları için kendi dillerinde konuşup birbirlerini rahatlıkla anlayabiliyorlar-first-class yolcularımız bu güzel ve dillerinden tahminle egzotik çiftin birbirine ne kadar yakıştıkları hakkında fikir yürütüyorlardı.
Sanırım artık benim kim olduğumdan çok hikayenin devamını merak ediyorsunuz. ikinci bölüm için en az ben de sizin kadar meraklıyım)

***
“Sabredip keşfettiğiniz” için teşekkürler.

http://www.youtube.com/watch?v=lV4Serbwg0k&feature=related

not: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.