bugün

istiklal caddesinde yapılacak yürüyüştür.
11 ayı saya saya bitiremeyen fazıl'ın sayması için destek verilecek.. ben de orda olacağım ama polislerin yanında.
görülen o ki bebek katili destekçilerine sesi çıkmayan. Meydanlarda türk bayrağı yakılırken ellerindeki copları kendi tabirleriyle nerelerine soktuklarını düşündüğüm kişilerin karşı oldukları yürüyüş.
hakaretin mahiyetini kavrayamayıp fikir özgürlüğü olarak değerlendiren safdillerin katılacağı yürüyüş.
gereksiz yürüyüş.
destek fazıl say a değil düşünce özgürlüğüne olmalıdır. fazıl say söylediklerinde haklıdır, ancak bunu hakaretamiz şekilde tüm müslümanları kapsaycak şekilde söylediği için hatalıdır. çünkü islam dini fazıl ın söylediği gibi değil iyiliğe ve adaletli olmaya davet eder. inançlı olduğunu söyleyen insanların şerefsizlik yapması dinin suçu değildir.
--spoiler--
"Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Kürt. Bu bir paradoks mu?"

Bir an için Fazıl Say'ın malum cümlesini bu şekilde söylediğini varsayın.

Ya da şöyle:
"Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Ermeni. Bu bir paradoks mu?"

Ya da söyle:
"Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi eşcinsel. Bu bir paradoks mu?"

Ya da şöyle:
"Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi kadın. Bu bir paradoks mu?"

Ya da şöyle:
"Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Yahudi. Bu bir paradoks mu?"

Merak ediyorum. Say'ın cümlesinin yukarıdaki versiyonlarından herhangi birini okuyan Fazıl Say dostlarının tepkisi ne olurdu?

Nefret suçu bu değilse ne ola ki?

Aslında merak etmiyorum, çünkü biliyorum. Bu aleni nefret suçu karşısında yeri göğü birbirine katarlardı. Aynı anda yüzlerce suç duyurusu yapılırdı savcılıklara... Bireysel hakaret davaları açılırdı. Dava açılıncaya kadar da peşini bırakmazlardı konunun.

Şu anda "Ne var bunda canım, alt tarafı bir kanaat belirtilmiş" diyen bütün o takım bütün duruşmalarda hazır bulunur; bu davayı nefret suçu yasasının çıkarılması mücadelesinin sembolü haline getirir; mahkûmiyet kararı çıkana kadar da ruhları huzur bulmazdı.

Ama söz konusu "Allahçılar" olunca nefret etmek de, bu nefreti en pespaye, en tahrik edici biçimde ortaya koymak da ifade özgürlüğü alanına giriverdi işte.

Siyasi doğruculuğun On Emir'i Müslümanlar'ı kapsamaz

Bu işler böyledir Türkiye'de, aslında sadece Türkiye'de değil, bütün "Özgürlükçü Batı"da da...

Eşcinsellere gözünün üstünde kaşın var diyemezsiniz. Kürtler'e diyemezsiniz; zencilere diyemezsiniz; Ermeniler'e ya da diğer dini ve etnik azınlıklara diyemezsiniz; kadınlara diyemezsiniz; çevrecilere ve bilumum New Age tarikat mensubuna diyemezsiniz.

Ama "Allahçılara" her türlü hakareti yapabilirsiniz. Çünkü Müslümanlar, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleme tekelini kapmış olan siyasi doğrucuların "koruma alanı"na dahil edilmemiştir. PC'liğin (Political Correctness-Siyasi Doğruculuk) On Emir'i Müslümanlar'a hakareti kapsamaz. O yüzden de onlara yönelik her türlü hakaret ifade özgürlüğüne girer.

Müslümanlar'a karşı genlere işleyen bu nefret ve küçümseme "ilerici" ruhları öylesine ele geçirmiştir ki, çoğu zaman içine düştükleri korkunç çifte standardın farkına bile varamazlar. Noel'de St. Antuan'a gitmeyi hoş bir kültürel aktivite sayarlar da cumaları cami önünden geçerken tüyleri diken diken olur.

Çifte standardın, paradoksun daniskasını yaşayıp bir de utanmazca sorarlar: "Bu bir paradoks mu?"
--spoiler--

gülay göktürk'ün yazısından mülhem description: hepsi 'allahçı' yerine yazılabilecek herhangi bir 'ermeni, solcu, eşcinsel, kürt, türk, laz vs.vs.' olması halinde toplu şekilde 'linç' girişiminde bulunulacağı kesin olduğu halde sırf 'entellektüel' boyalı olmak ve 'şirin görünmek' için -kime şirinlik yapacaksa artık- mevzunun künhüne vâkıf olmadan, işkembe-i kübradan atanların yapacağı yürüyüştür.

spoyler için gülay göktürk hanımefendiye teşekkürler:
link:http://www.bugun.com.tr/b...ettiniz-mi--yazisi-597141

--spoiler--
Ünlü piyanist Fazıl Say'ın bir retweet nedeniyle 10 ay ceza alması dün büyük yankı yarattı. Kimi "Bu ülkede bırakın ileri demokrasiyi, geri demokrasi bile yok", kimi de "Kardeşim halkın değerleriyle de oynamayacaksın. Sanatçıysan sanatını yapacaksın" dedi. Sosyal medya karıştı!
Adı konulmayan bir savaş yaşandı.
Anlayacağınız yine bölündük! Her ciddi olayda olduğu gibi!
Sorunun temeline seyahat etmek ya da konuyu özünden kavramak gibi zor yolu seçmedik! Klişelerle saldırdık!
"Geri demokrasi", "Piyanonu bırak sınır dışına çekil", "PKK'yla barış, sanatçıyla savaş!", "Böyle adalet mi olur?", "Ülke gittikçe kararıyor!" gibi karara karşı çıkan yüzlerce cümle...
Peşinen söylemek isterim ki hiç kimsenin söyledikleri ya da yazdıkları nedeniyle ceza almasını savunmam, savunana da karşı çıkarım!
Ancak kararı eleştirenlere küçük bir serzenişim var!
O da, daha inandırıcı olmaları için!
Yakın geçmişteki birkaç olayı yan yana getirip anlatmaya çalışayım!
Belki bana hak verirsiniz!
1960 yılında Cebelitarık'ta dünyaya geldi. Çocukluğu ispanya'da geçti. Tam bir Akdenizli'ydi! içindeki sese uyup Londra'ya gitti. Central Saint Martins'de moda okudu.
Kendine fazla güveniyordu!
Yaptığı elbiseler sanat eseri gibi algılanıyor ancak bir türlü ticari başarı yakalayamıyordu!
Kendisine sahip çıkacak bir sermaye bulamadı! Gemileri yakıp Paris'e geçti. işler bu kez istediği gibi gidiyordu. Kısa zamanda houte-couture'nin yeniden doğuşuna öncülük etti!
Dünya moda devleri artık peşindeydi! Herkes onunla çalışmak istiyordu. Givenchy ve Louis Vuitton gibi 50 lüks tüketim markasını bünyesinde barındıran ünlü moda devi Bernard Arnault bu çılgın çocuğa kapısını açtı. Artık dünya onun ellerinden çıkan çizgilerle şekilleniyordu! Kendisini tanımayan yoktu! Özellikle Christian Dior onun zamanında adeta uçtu! Hem kendisi hem marka büyük kazanç elde etti! Ama bu yükselişin bir sonu vardı!
Bu dahi ve çılgın modacı 2011'in Mart ayında Paris'teki La Perle isimli kafede otururken yan masada oturan kadına dönerek "Hitler'i çok seviyorum!" diye haykırdı. Şaşıran kadın "Aman Tanrım, sizin sorununuz nedir?" diye çıkıştı!
Sınır tanımayan modacı "Benim sorunum sizsiniz!" dedi...
Bu diyalog kısa zamanda yayıldı...
Versace, Dior, Louis Vuitton gibi dev markalar "sihirbaz" dedikleri modacı John Galliano ile anlaşmalarını hemen iptal etti!
Çünkü sözleri ırkçıydı! Bir halkı aşağılamaya yönelikti! insanlığa yakışmıyordu!
Ve gereği yapılıp kapı gösterildi!
Markalar haklı olarak kendilerini korumuştu...
Ama tek örnek Galliano değildi!
Oscar'lı oyuncu ve yönetmen Mel Gibson 2009'da "Her savaşın sebebi Yahudiler" dedi. O andan itibaren aforoz edildi! Bütün kapılar duvar oldu! Hollywood tarafından dışlandı. Ünlü sanatçı katıldığı bir televizyon programında "Yahudiler hakkında konuşulmayacağını acı bir dersle öğrendim" dedi...
Olay Gibson'la da bitmiyordu!
41 yıl boyunca Beyaz Saray muhabirliği yapan Helen Thomas "Yahudiler Filistin'den defolup gitsinler. Polonya ve Almanya'ya dönsünler" dediği için önce eleştiri oklarına hedef oldu, ardından da çalıştığı kurumdan kovuldu! Başkanların gözlerinin içine baka baka en cesur soruları sorabilen kadın emekli olmuştu!
Bunun sebebi de talihsiz bir cümleydi...
Birkaç ay sonra bir başka televizyoncu da aynı kaderi paylaşıyordu! CNN haber sunucusu Rick Sanchez, "CNN ve tüm medyayı Yahudiler kontrol ediyor" dediği için işinden oldu. Uzun süre işsiz kaldı. Sonunda kendisine acıyan bir üniversite "Gel ders ver en azından!" dedi!
Bu saydığım örneklerdeki isimler bir başka dine, bir başka ırka mensup insanları hedef alarak kesinlikle yanlış yaptı!
Bir insanın kendisinden olmayanı aşağılaması ve "sakıncalı sayması" gibi bir hakkı yoktur! Ve asla olmamalıdır!
Farklılıklara ve ötekilere saygı insanlığın temel şartıdır!
Bu nedenle her türlü özgürlüğü savunurum. Ama içinde ağır inanç ve ırk eleştirisi olunca işler değişir!
Çünkü herkesin dini, soyu, vatanı kendinedir!
Büyük acılar yaşayan dünya bu sorunu saygı içinde çözmeye çalışmış, büyük de yol almıştır!
Ama bizim ülkemiz bunlardan daha da farklıdır!
Çünkü üzerinde siyasi operasyon yapmak isteyenler bir türlü kenara çekilmemiştir!
Fazıl Say'a verilen cezadan bir iktidar eleştirisi çıkarıp BARIŞ sürecini baltalamaya çalışmak da bunun sonucudur!
Bu sakatlık sadece bizim ülkemizde olur!
Çünkü sokaktaki insan bunları yazanların ait olduğu kampı bilmez!
Ülkenin kontrolünü elden bırakmak istemeyen güç adına yazılan satırlar olduğunu kestiremez!
Say'ı savunan bazıları için aslında ifade özgürlüğü hiç ama hiç önemli değildir!
Öyle olsaydı, okula gidemeyen, fişlenen, işinden atılan, hapislerde tutulan, öteki sayılan örnekleri gazete ve televizyonlarında görürdük!
Ama medyada yazılı olmayan bir kural vardır! Daha doğrusu merkez medyada!
Söylemeseler de MÜSLÜMAN onlar için iticidir! istenmeyendir! Uzak tutulması ve kapıdan içeri sokulmaması gerekendir!
Onların ruhu böyledir! Şimdi de DEMOKRAT maskesi takıp mahkemenin verdiği bir karar üzerinden hükümete vurmak istiyorlar!
Zaten her daim pusudalar!
Ama yine yanlış yapıyorlar!
Yenilgi psikolojisi yüzünden analizleri sağlıklı değil!
Toz kondurmadıkları Fazıl Say çok ünlü bir piyanist de olsa bu halkın değerlerine RETWEET üzerinden hakaret etmiştir! Bu hakkı var mıdır?
Tıpkı Galliano, Thomas, Gibson ve Sanchez gibi yoktur!
SAY'ın retweet'inin Ömer Hayyam'a ait olduğunu da söylemek başlı başına çaresizliktir! O zaman KALAŞNiKOV'la karakol basıp, askerlerimizi şehit eden PKK ile değil de silahın mucidi General Mihail Kalaşnikov'la mücadele etmemiz gerekirdi!
Piyanoları, kemanları, gitarları alıp sınır dışına gitmeyelim!
içeride kalıp saygı içinde kardeşçe yaşayalım!
Farklılıkları ayrışma değil zenginlik olarak görelim!
Kışkırtanların oyununa gelmeyelim...
Bu da benim RETWEET'im...
--spoiler--
ikinci spoyler kaynak: ergün diler, http://www.takvim.com.tr/...iler/2013/04/16/kiskirtma
hapis cezası doğru olmasa da bana göre bu destek yürüyüşü ile yaptığı terbiyesizliğe de destek çıkmış olacaklar.