bugün

entry'ler (30)

kumral yeşil gözlü erkek

john travolta yürüyüşü yapamıyorsa dünya erkek güzeli olsa para etmeyecek piç kurusudur.

yazarların uyumama mazeretleri

denizin tam bir piç kurusu gibi davranması. kıyıya düşmanmış gibi vuruyor bu gece.

aşık olmak

yaşı yok denilir ama vardır. hatta çok yaşı vardır. beş, on, yirmi, elli diye gider. aşık olmanın yaşı var. ama limiti yok. ben çok aşık oldum. her zaman aşkı yaşamak mümkün değil ama bazen yaşadım da. şu anda hatta benden otuz yaş küçük bir kancığa acayip aşığım. geçen sonbahar tesadüfen tanıştık. sevgilisiyle sahilde gezerlerken paco yu sevmek için durmuşlardı insanlardan hep korktuğum için paco yu çağırdım yanıma. gedli. sonra onlar selam verdiler. aslında beni selam veren insanlar da korkuturlar. öyle tanıştık denizle. oturduk üçümüz bira içtik düldülün ön güvertesinde. deniz kudurmuş gibiydi.

sonra ağlayarak geldi bir akşamüzeri. sarıldı boynuma beni görünce. çok üzgündü. biliyorum o piç kurusu yapmıştı onu böyle. hep öyle olurdu. bir piç kurusunun kalbini çok kırdığı kancıkların toplumunda gene onların büyüttüğü eğittiği piçler ve kancıklarla yaşıyoruz. sonra hiç yoksa ayda bir kere gelmeye başladı. o da bana aşık bakmayın siz haluk abi dediğine. bazen gelip yanaklarımı sıkıyor sebepsiz. şimdiye kadar hiç bir kancık bunu yapamadı. elimden bira şişesini alıyor hava kararınca. bir keresinde yatılı da kaldı he. hava çok soğuk değildi yatağı ona kaptırınca ben güvertede yattım. beykoz da yaşıyordu. yani karşı yaka sayılır. yeniköy e geliyordu küçük motorlarla. oradan yürüyordu genelde. bazen güneş tam batarken böyle ön güvertede ayakta duruyor. saçları uçuşuyor lodosta. uzun saçları var. bana sesleniyor bazen. hadi gel de sıradaki geminin bandırasını bilelim diyor. başlıyoruz tahmin etmeye. ben hep italyan bandıralı olduğunu idda ediyorum. bazen de uzak doğunun çin i oluyor. arada iyi tutturuyorum. kaybeden boş şişeleri çöpe atar. gene de ben atıyorum hep boş şişeleri çöpe. bazen bir şeyle uğraşırken de gelip omzuma koyuyor elini kancık. hem de diğer kancıklar gibi ona kancık dememe bozulmuyor.

burada yazmamı da o söyledi bana. bu hesabı da o aldı. sen yazarsın dedi ben de arada bir girip yazıyorum şimdi. okuyordur bunu şimdi. ya da yarın okur. okuyor yazdıklarımı çünkü. gördüm. mine yi kıskanmıştı geçen. mine de onu kıskanmıştı aslında. mine ye de fena halde aşık olmuştum aslında.

güzel şey aşık olmak.

damsız girilmez

orta yaşın üzeri için ocakbaşlarıyla birahanelere mahkumiyet anlamı taşıyan uyarı lafı.

laf işte. aslında telefon açmak için üşenmeseydim mekana girerdim ama telefon açmaya üşendim. bugün paco yu gezdirirken epey bi yürümüşüz. bir yere geldik akşam hava yeni kararmıştı. paco yu oralardaki bir tekneye emanet edip biraz sosyalleşmek istedim ama mekanın kapıcıları beni parasız falan sandı heralde. eski taktiklerle ceplerine onar lira sıkıştırdım ama sökmedi piç kurularına. damsız girilmez dediler başka laf demediler. yakınlardaki tekelden biramı alıp da sahile geçtim danimarkalıların bira konusundaki ustalıklarını düşünerek 1,2,3... içtim. paco ile dönüş için yürüdük. henüz geldim düldül'e. ama çok canımı sıktı bu damsız girilmez meselesi. aslında çok ısrar edilmediğinde zaten gidip bir yerde bir şey içmekten keyif de almıyorum ama insan hiç istemediği bir şey bile olsa engellenince yapması zoruna gidiyor.

damsız girilmez. aşağılık piç kuruları. siz ne bilirsiniz ki damlar hakkında. beğenmediğiniz bu adamın sakalları arasında ne damların kokusu var bilmiyorsunuz.

gecenin sözü

damsız girilmez.

sözlük yazarlarının en çok sevdiği çiçekler

fesleğen. çiçek denmez fesleğen e ama sevilir. avuçlarınızı etrafında gezdirip koklayın bir fesleğen in.

sigara içenlerin enayi olduğu gerçeği

ideal toplumun en büyük yanılsaması. doğrular ve yanlışlarla yaşamayı alışkanlık haline getirmiş piç kurularıyla kancıkların toplumunda yaşıyoruz. size bir apartman dairesinde yaşamanın doğru olduğunu öğütlüyor ideal toplum alışkanlığı. eğer bir teknede yaşıyorsanız şarapçıymışınız gibi davranıyorlar size. eğer sigara içiyorsanız, içki içiyorsanız acınası bir haliniz var. hem sağlığınıza zararlı çünkü hem de iktisadınıza. ideal düşüncenin atladığı şeyse aslında farklı olmanın zenginlik olduğu. farklı bakabilmenin meziyet olduğu.

sigara kullanımı eğer çalışanların daha verimli çalışmalarını sağlasaydı devletler tarafından teşvik edilirdi. askerlerin dayanıklılığını artırıcı bir şey olsaydı bütün ordularda sigara içmek zorunlu olurdu. sigaranın faydaları çarşaf çarşaf sıralanırdı gazete araştırmalarında. şimdiyse ideal toplum sigara içmenin enayilik olduğunu öğütlüyor. devletlerce tüketimi engellenmeye çalışıyor. marketlerden para verip aldığımız gıda ürünlerinin de sağlığımız için ne kadar tehlikeli olduğunu gözardı ederek yapıyor ideal düşünce bunu.

uludağ sözlük

hayatımdaki en genç kancığın üye olmamın iyi olacağını. deftere yazmak yerine buraya yazmamın bana da iyi geleceğini ısrarla direttiği yerdir. aklıma gelen ilk mahlas güverte oldu. hayatıma dair çok anlamlı bir yer güverte. anılarımı biriktirip biriktirip oradan atıyorum ben denize. burda da amacım o açıkçası. insan bazen gerçekten birine anlatamasa da oturup yazmayı anılarını aktarmayı istiyor.

süpermarkette aşık olmak

aradan birkaç gün geçtikten sonra paco nun havlamasına uyandım. düldül e yaklaşan bir yabancı. tiz bir sesle havlıyordu piç kurusu. yabancılar karşısında yenemediği bir korkusu vardı belli ki. yarı açık gözlerimle kıyıya baktım ama iskele engel oldu görmeme kim olduğunu bize odaklanan kişinin. doğrulunca farkettim ki mine gelmiş. aklımdan tamamen çıkmış nasıl güzel bir kancık olduğu gülümsedi. ben kendimi kötü hissediyordum. bir erkek ağlarken dahi savunmasız değildir ama uykusundan yeni uyandığı anda kesinlikle savunmasızdır. kendini kötü hisseder. bir de akşamdan kalmaysa daha da kötü hisseder. çırılçıplak ve çükü fosalmış gibi sanki.

karşımda durup daha çok gülümsedi. saçlarını düzeltti. paco ya oturmasını söyleyip iskeleyi indirdim. düldül e çıktığında kuru bir selamlaştık ayaküstü. kahve içmeye geldim dedi. ben güldüm. bitirmediğim son şişedeki birayı diktim kafama. yüzünde değişik bir ifadeyle beni izledi. üzerinde kot şortla bol beyaz bir bluz vardı. saçları onu ilk gördüğüm günden sonra biraz uzamıştı ama gene de kısa sayılırdı. hay aksi kahve de yok ki dedim. bir daha güldü. gülünce yanağının birinde beliren gamzeye elimi sürmeyi okşamayı çok istedim. o sabah hiç olmadığı gibi dalgalıydı deniz. düldül, sabit durmakta zorlanıyordu. paco gelip onu koklamak için daha fazla zaman kaybetmedi. korkmamasını söyledim. bu şekilde tanıyordu insanları. en fazla koku çok hoşuna giderse sapıkça davranırdı ama kontrol altına alınabilirdi.

bir süre oturduk sadece. ismi dışında hiç bir şey bilmiyordum hayatına dair. anlattı. kendisinden otuz yaş büyük bir adamla evli olduğunu söyleyerek başladı. zengin bir adam olduğunu sonradan ekledi. aslında bunu söylemesine gerek yoktu. az ileride oturmasından anlayabilirdim bunu. ailesini yaşantısını anlattı. yaptığı hataları anlattı. bunları kimseye anlatmadığını anlattı. ama kancıklara güvenilmez bu konularda. hangisine sorsanız kimseye anlatmadıklarını anlattığını söyler size. genellikle de yalandır. sonra ellerimi tuttu. kendimi gerçekten önemli değerli bir piç kurusu gibi hissettiğim nadir anlardan birisiydi o an. bir keresinde de ilkokulda müzik dersinde flüt ile şarkı çalarken böyle hissetmiştim kendimi. elimi çekmedim. hatta onun elini tutarak kaldırdım yerinden. ön güverteye gidip oturduk. sarıldım ona sıkıca oturup denizi izledik. düldül bir sağa bir sola yatıyordu saat sanırım 7 falandı. haftaiçi olduğu için daha iyiydi. haftasonu çok kalabalık olurdu. bazı zamanlar bir silah alıp şu manzaraya mangal dumanını karıştırıp bütün o duruluğunu gölgeleyen peynir ekmek yiyerek manzaraya daha fazla vakit ayırmak varken bunu akıl edemeyen aptalları ayrım yapmadan öldürmek isterdim.

paco gelip bizi kontrol etti. burnunu çaktırmadan ayaklarıma değdirip uzaklaştı. sanırım bu şekilde benim iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. bazen bunu yapardı. tıraşsız sakallarımın arasında kaybolan yanağımdan öptü. dudakları fazla sıcaktı. göz ucumla baktım yüzüne gülüyordu. sürekli gülüyordu nedenini bilmiyorum. o anda dünyanın gördüğü en şanslı piç kurusu bendim. dudaklarını öptüm. dudağımı hafifçe ısırdı. sanki şu çocukluğumun kovboy filmlerindeki düello sahneleri gibiydi. yaşlı dilimi verdim ona, elini karnımda gezdirmeye başladı. avuçlarının içi sıcacıktı ve bu geminin kaptanı bendim. ayağa kalktım. yüzünde şaşkın bir ifade vardı. belki de elli yaşına yaklaşan bir adamdan bu kadar atik olmasını beklemiyordu kancık. ellerini tutup kaldırdım oturduğu yerden. arka tarafa dolaşıp da sahip olduğum tek sığınağa indik. bluzunun içinde ellerimi gezdirdim. şortunun belinde sanki hayali bir mayın tarlası varmış gibi aşağıya doğru elimi hiç indirmeden bazen sütyen kopçasının altında kalan güneş görmemiş yerlerine parmak uçlarımı değdirerek sırtını okşadım. her iki elimle omuzlarından kendime doğru çekerek dudaklarının sıcaklığını aldım. boynunu öperken şortumun düğmesini açtığını farkettim. hoşuma gitmişti. hep hoşuma gitmiştir aslında cesaretli kancıklar. bluzunu sıyırıp siyah sütyeninin kopçalarıyla boğuşmamak için ondan da aynı şekilde kurtuldum. göğüsleri sanki ısmarlama yaptırılmış gibiydi. eğilip şortumu tamamiyle indirdi. şimdi bile kendimi bir tuhaf hissettim. bu kancık kesinlikle sevişmesi için bu dünyaya gönderilmişti. kısa saçlarını ellerimle ensesine topladım. her defasında kafasını biraz daha bastırdım ama bir süre sonra yaşlı bacaklarım ayakta durmama karşı çıkınca. kendimi yatağa atmaya çalıştım. o sırada yatağın ayak ucundaki sivri köşe kasıklarımın hemen aşağısından baldırıma bir kastı varmış gibi saplandı. çok canım yanmıştı. resmen kan boşaldı bacağımdan aşağı. korku ile yüzüme baktı ama iyiydim. bu dünya üzerinde hiç olmadığım kadar iyiydim hem de. yatağın çarşafını toplayıp bir elimle yarama bastırdım. bir taraftan da sanki paco de lucia yı canlı izliyormuşum veya dünyaca ünlü bir konçerto sanki o anda besteleniyormuş gibi saygı duyarak onu izlemeye devam ediyordum.

süpermarkette aşık olmak

hayatımda çok kere aşık oldum. elli senede belki yüz kere belki daha da fazla kere aşık oldum. bazen trafikte ona yeşil ışık yanarken durup bana yol veren sarışın bir spor araba sürücüsüne bile oldum. bazı zamanlar aynı gün içinde iki kancığa aşık olduğumu da hatırlarım. sabahleyin beni sonuna kadar emen kancığa, akşam yarığını somurduğuma.

sanırım bir kaç yıl oluyor. sahilden yürüyüp de bir süper market şubesine gittim. birkaç tane bira ile dilimlenmiş kaşarlardan aldım kendime. alacaklarım konusundaki fikrim sabit olduğu için sanırım markete girip çıkmam çok uzun sürmüyor. kasadaydı o. siyah bir elbise vardı üzerinde. sarı kısa saçlarıyla beraber oldukça çekici görünüyordu. tahminimce otuzlu yaşlarının başındaydı. anlık bir göz temasımız oldu kendisiyle ve güzel kancıkların en kötü özelliği uzun süre göz temasına olanak tanımıyorlar sizinle. ben kasa bandına aldıklarımı bırakıp ödeme için hazırlık yapmaya başladım. çok fazla şey almıştı o. biraz sürdü işlemlerini tamamlaması ama dört koca poşet doldurmuş kancık. kasiyerle işimizi bitirdikten sonra birkaç saniye içinde biraları ve kaşarı poşetleyip güzel kancığın iki poşetini de taktım parmaklarıma. yardımcı olabilir miyim diye sorduğumda fena güldü kancık. şenlikli bir sesi vardı, şaşırmadım. otomatik kapıya doğru yöneldim. açıl susam açıl... tekrar güldü. aslında ben otomatik kapılardan çok korkuyordum. çünkü hemen herkes mekanik bir sebepten dolayı o kapılara çarpıp rezil olabilirdi. bir kaç kere böyle kötü hadiselere şahit de oldum aynı markette. elleri alışveriş poşetleriyle dolu kimselerin hız kesmeden o kapıya çarpmalarını gördüm. ne büyük çaresizlik... kancığın iri tasarımlı olanlardan bir arabası vardı. jip dediklerinden. yakınlarda oturuyorsanız bırakabilirim dedi. gülme sırası benimdi, kahkaha attım. hava sıcaktı, arabanın ön kapısını açtım, elbette yakınlarda oturuyorum. yola çıkınca bir teknede yaşadığımı söyledim, güldü.

parkın yanına geldiğimizde ineceğimi söyledim. davet edersem iyi olmayabilirdi ama etmezsem daha kötü olabilirdi. dilerse manzaraya karşı kahve ikram edebileceğimi söyledim. vakti olmadığını ama teknenin yerini öğrenirse başka bir zaman gelebileceğini söyledi. beraber indik, ayaklarımın arasındaki market poşetini sağ elime aldım, tekneye doğru yürümeye başladık. teknenin önünde paco, sarışın bir kancığın kıçına burnunu sokmakla meşguldü. o benim köpeğim dedim. siyah olan. o tam bir piç dedim. paco bir sokak köpeğiydi son üç yavrudan birisiydi onu aldığımda. uyuz annelerinin yavruları için yeterli sütü yoktu. hepsi ölecekti neredeyse. sanırım bir labrador kırmasıydı. adının mine olduğunu, az ileride oturduğunu söyledi ve ayrıldı kancık. siyah elbisesinin içinde kalçalarını görebiliyordum. dönüp baktığında paco çoktan kancığını dölleme çalışmalarına başlamıştı. kafasını yarım çevirip elini kaldırdı mine selam verircesine. ben de öyle yaptım, iskeleyi indirip düldüle çıktım. elimdeki poşeti bırakıp sigara yaktım bir tane. poşetten biraların birini çıkartıp kapağını açtım. paco heyecanla geldi yanıma. paco tam bir alkolikti. su kabının yanındaki bira kabına şişenin birazını döktüm. garip sesler çıkartarak bir kaç saniye içinde tüm birasını yaladı. mine arabasının motorunu çalıştırdı ve uzaklaştı. hayatımda gördüğüm belki de en fena kancıktı, bir süre öylece kaldığımı hatırlıyorum.

teknede yaşamak

yaşam tarzına bağlı olarak yapılabilecek en mantıklı şeydir.

ben 45 yaşımdaydım babamın mirasından sadece iki daireyi bana bırakmasından sonra dairelerden birini satıp sağa sola borcumu ödeyip kalan parayla düldül ü almıştım. diğer daireden gelen kiradan da masrafları düşünce bir miktar para kalıyor zaten fazlasına da ihtiyacım olmuyor. benim manzaramı benim arkamdan izleyen zengin piçler ve kancıkları da dünya kadar para verip ev alıyor veya kiralıyorlar. kendime diyorum ki bazen keşke daha önce yapsaymışım.

kadınların orgazm olamamasının sebebi

uslu bir kancık olmamaktır.

eğer bir kancık orgazm olamıyorsa aynaya bakması lazım. sıradan bir piç çünkü kancığını mutlu etmek için yeterlidir ama onu yapma bunu yapma derken kancık bunu başaracak bir piç kurusu tanımıyorum.

hayatını vitrine çeviren insanlar

çağımızın nüfus yoğunluğunda en büyük yeri tutan piç kurularıdır. mutsuz ve memnuniyetten yoksun yaşarlar hayatlarını.

aslında kimse sizin nerede oturduğunuzu, hangi okuldan mezun olduğunuzu, ne iş yaptığınızı, ne kadar çok para kazandığınızı umursamaz. size ait şeylerdir onlar. sadece hayatlarınızı yaşayın. neyi yapmayı seviyorsanız onu yapın çünkü sevmediğiniz bir şekilde geçirmek için fazladan bir hayatınız yok.

sergen yalçın vs george best

george best in kıçını silmesi ile son bulması pek kolay kıyaslamadır. sergen daha dünkü çocuk sayılır. yeni nesil futboldan hiç anlamıyor ki.

uyku hormonu salgılayan yastık

hormonu vücuda nasıl enjekte edeceğini de düşünmesi gerekir üreteceklerin.

çalım denince akla gelen ilk futbolcu

oktay. bir milli maçta aynı adamı iki kere çalımlayıp da gol atmıştı. bunca senelik ömrümde ayrı yer etmiş aklımda o çalım.

hastası olunan sözler

günlerce kanayıp da ölmeyen bir canlı güvenilmezdir.

yatağıma geçtim diye mesaj atan kızın amacı

kancık olmanın hakkını vermektir. bir kancık yatakta kancık olamıyorsa veya öyle hissetmiyorsa hormonlarıyla ilgili sorunları vardır.

merhaba

gündelik iletişimde değeri kaybolan hitaptır. içten söyleyen birisini bulduğu zaman daha çok sarılıyor insan.

antonio vivaldi

sonatlarla, konçertolarla akşamüstü kabaran denize dans ettirendir.