bugün

entry'ler (176)

yabancı albert camus

sizlerinde bildiği gibi bu kitap hakkında defalarca konuşuldu, yazıldı, ödüller aldı, bazı kesimlerde deyim yerindeyse fenomen oldu. Kimisi kitabı elinde gezdirip ''yabancıyım yea'' diyerek üzerinden prim yapmaya çalıştı. ''o tiplerin ben....'' dediğiniz duyar gibiyim! neyse, iyi ya da kötü, insanları bir şekilde etkilemeyi başardı.

Kitabı, insanlarda yarattığı bu etki yüzünden epey bir zaman erteledim. Eğer kitapçıda gezinirken denk gelmeseydim, fiyatı o kadar ucuz olmasaydı, hiçbir zaman okumazdım herhalde. Önyargının kötü bir şey olduğunu bu sayede bir kez daha anladım. Bazı şeyler boşuna klasik olmuyormuş. Kitaba başlamadan önce içeriğine dair hiçbir fikrim yoktu, ilk cümleyi okuduğum an ''noluyo lan?!'' dedim. ''Fazla tanıdık değil mi bu?''

''Ufuktan küçük bir gemi geçti. Durmadan fellaha baktığım için onu kara bir leke halinde gözlerimin kenarıyla fark etmiştim.''

Umursamazlık tek cümleyle nasıl anlatılır? Bu sorunun cevabıdır yukarıdaki cümle. (bkz: Meursault) kendini kurduğu kısa cümlelerle ele verir. Kitapta defalarca kullanılan ''Bence bir'' kelimesi (bkz: Meursault)'un hayata bakışını ortaya koyar. Her şeye ''farketmez'' diye cevap veren birini düşünün. O kelime onun hayat felsefesidir. Gerçekten farketmez nerede yemek yiyeceği, kimlerle görüşeceği, yarın ne giyeceği. Çünkü kendisi orada değildir. Anlamsızdır hepsi. Ne önemi var ki, ha 30 yaşında ölmüşsün ha 70. Çünkü sonunda ölüm varsa hiçbir şeyin önemi yoktur.

- Ölmek ister misin?

+ Bence bir.

Kitapta neler döndüğünü birkaç cümleyle anlatmak gerekirse; kitap iki bölümden oluşuyor, birinci bölümün sonuna kadar Meursault'un başından oldukça sıradan olaylar geçiyor. Ama olaylara verdiği tepkileri görünce onun sıradan bir adam olmadığını anlıyorsunuz. Meursault'un yanlışlıkla bir Arap'ı öldürmesiyle bitiyor birinci bölüm, ikinci bölümde ise birinci bölümdeki davranışlarının hesabını vermek zorunda kalıyor. Mahkemede, sanki yargılanan kendisi değil de bir başkasıymış gibi, kayıtsız gözlerle seyrediyor olan biteni. ''Benim davam, bana söz hakkı verilmeden çözümleniyor gibiydi.'' cümlesiyle açıklıyor bu durumu. Aylarca süren mahkeme sonucunda, idam edilmesinde karar kılınıyor.

Öncelikle Meursault'un mahkemeye çıkarılmasının sebebi işlediği cinayet olabilir ama idam edilmesinin sebebi farklı. (bkz: Albert Camus), karakterin toplum tarafından nasıl yargılandığını göstermek için mahkeme öğesini kullanıyor. Çünkü mahkemeler, devlet için bir nevi süzgeç görevi görür. Onların istediği kalıba ne kadar yakınsın en iyi orada anlaşılır. Meursault, adam öldürdüğü için idam edilmiyor. Onu idama götüren asıl sebep, alışılmışın dışında bir insan olması. Biraz daha açmak gerekirse, hiçbir duyguya sahip olamıyor oluşu. Bazen öylece tepkisiz bir şekilde durmak bile kötü sonuçlar doğurabiliyor. insanlar yine kendilerinden farklı olanı yok etme eğilimi içerisindeler. Anlamadıkları şeylerden kaçarlar, ya da linç ederler.

Eğer annenin cenazesinde ağlamazsan bir gün herkes üstüne gelebilir ''neden ağlamadın?'' diye. Adın duygusuza çıkar. Cenazelerde salya sümük ağlamıyorsan zararlı bir bireysin toplum için. Eğer hakim Meursault'a inancını sorduğunda, inandığını söyleseydi belki de farklı bir muamele görecekti. insanların kafasında şöyle bir yanılgı var, Tanrı'ya inanıyorsa iyi bir insandır. Tanrı'ya inanmıyorsa herkese zarar verebilir. Burada asıl konu Tanrı'ya inanmak ya da inanmamak değil, anlatmaya çalıştığım insanların farklı düşüncelere karşı tahammülsüz olmaları. Meursault, ülkenin yargı sistemi tarafından hadım edilmiş bir karakter değil. O toplum tarafından yok edildi, başka bir deyişle öğütüldü.

son olarak, eminim bir çoğnuz bilir, lakin altını çizmekte fayda var;

(bkz: Zeki Demirkubuz), Kader isimli filminde bu kitaptan esinlenmiştir ve The Cure'un (bkz: Killing An Arab) isimli şarkısı kitaptaki olaya gönderme amaçlı yapılmıştır.

azil

Hakan Günday'ın felsefe ile fiziği müthiş bir şekilde harmanladığı kitap. bu sefer Asil isminde tek bir karakteri ele alıyor. sıradan olmayan, fazlasıyla çizginin dışında bir karakter. Bir gözü yeşil, diğeri mavi. Yaradılıştan gelen bir tuhaflığa sahip. Bakışları ve gözlerinin renginin farklı oluşu onun insanlarla kurduğu ilişkileri etkiliyor, bu ayrıntı kitabın konusundan bağımsız olsa da birkaç yerde değiniliyor. Yazar, Asil'e dışarıdan bakan bir insan olarak onu aptal olarak tanımlıyor. Ve onu çizginin dışına iten ilk sebebin aptallığı olduğunu söylüyor.

Hakan Günday'ın yazdıklarına göre onu aptal yapan, gündelik işlere karşı olan yeteneksizliği. Başka bir deyişle pratik zekadan yoksun oluşu. Pratikliğin her şeyden önemli olduğu bir dünya'da kafasının teorilerle dolu oluşu. Biri ondan su istediğinde bile işi beceremiyor. Çünkü o birine su doldurmak isterken bardakların önünde durup, ''acaba hangi bardağı tercih eder'' diye düşünüyor. ilk tercihini yaptıktan sonra ''ılık mı ister soğuk mu'' sorusuna cevap arıyor. Kafası olasılıklarla dolu. Balık kadar canlı ve karmakarışık zihni onu basit işleri yapamaz hale getiriyor. Kitap boyunca böyle bir karakterin kurduğu cümlelere tanık oluyorsunuz.

Uzun süren yalnızlık kişiyi toplum dışına iter. Böylece bu ''uzun süren yalnızlık'' ebedi boyuta erişir. Ebedi yalnızlığı tadan kişi bir süre sonra kendi doğrularını yaratmaya başlar. Tabi bu doğrular toplumun hali hazırda belirlenmiş doğrularıyla örtüşmeyince kişi kendi içinde hapsolur. Asil olur. Şizofren olur. Robinson Crusoe olur. Bir şizofreni suçlayamazsınız, çünkü onun dünyasında ahlak kuralları tamamen farklıdır. Bir balığı ''lütfen sigara içme!'' diye uyardığınızı düşünün. Böyle bir ebedi yalnızlığın çemberinden geçmiş bir karakter Asil.

--spoiler--
''Hiçbir şey geçmeyecek baba. Kimse kurtulmayacak. Çünkü tanrı'nın tanrı'sı yok! Biz ona inanıyoruz ama o hiçbir şeye inanmıyor. Belki de tek gerçek tanrısız tanrı'nın kendisi. Tanrısızlık tanrı'ya mahsus. Bu yüzden, kurallarda asalet ve adalet arama! Çünkü tanrı ne asil ne de adil olmak zorunda. Benim gibi.''
--spoiler--

--spoiler--
''Davranış daima eksik kalacaktır. Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir. Bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur. Hiçbir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir. ''
--spoiler--



insanlar aynadakine aldanarak sahip oldukları zihni esgeçiyorlar. Ve biz tamamen aynalara odaklanmış bir dünya'da yaşıyoruz. Gelişen Dünya insanlara zihinlerini unutturup, onları tamamen aynalara bağımlı hale getiriyor. Asil ''düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur.'' kuralını ortaya atarak eylemsizliği övüyor. Dış dünya'nın (aynadaki görüntünün) tamamen halisünasyondan ibaret olduğunu ve aslolan hayatın zihinde gerçekleştiğini belirtiyor. Ve bu iddiayı ortaya atıp hayatını buna göre yaşamak isteyen birinin, toplum tarafından engellendiğini görüyorsunuz. içindeki beni keşfetmeye çalışan kişinin asla rahat bırakılmadığını farkediyorsunuz. Böyle bir arayış içerisinde olan kişi hasta olarak etiketleniyor. Aslında bu eylemsizlik üzerinden evreni kötüleyişe kitapta birkaç defa değiniliyor. Güneş ışıklarının dünya'ya 8 dakika içerisinde ulaşması ve Güneş'e baktığımızda onun 8 dakika öncesini görüyor olmamız, doğanın bile bize yalan söylediğini kanıtlıyor. Yaptığımızı sandığımız şeylerin aslında yalnızca kenarından geçtiğimizi gözler önüne seriyor. Bu kuralla Asil, insanın ne kadar sınırlı ve yalnız olduğunu farkediyor. Bu nedenle insanlığı reddedip tamamen içindeki ben'e odaklanıyor.

Hakan Günday bu kitapta tek işinin edebiyat olmadığını, hakkını vererek felsefe de yapabildiğini göstermiş. Ayrıca Asil'in biri mavi, diğeri yeşil gözleriyle (bkz: David Bowie)'ye gönderme yapılıyor. Diğer kitaplarından farklı olarak Azil, türlü kelime oyunları ve cambazlıklarla dolu. Son olarak Asil'in kitaplarını bastırırken kullandığı isimlerin oluşturduğu o cümleyi paylaşmak istiyorum.

''Asil yaşayan, Adil Ölmez.''

madencilerin biraz ninjaya benzemesi

(bkz: orantısız geri zeka was here)

orantısız geri zeka was here

sözlükte denk gelinen saçma sapan başlıklara yapıştırılası tepki.

(bkz: madencilerin biraz ninjaya benzemesi)
(bkz: allah varsa neden istanbul trafiği çözülemiyor)

2014 yarım tanga erkek mayoları

Yorumu size bırakıyorum efenim buyrun.
http://www.youtube.com/watch?v=IbNMWaFmFIQ

edit; bazı sözlük yazarlarının uyacağı moda akımıdır.
(bkz: erkeginlezbiyeni)

entry ve nick uyumu

(#24126547)

abdullah gül

(bkz: duran adam)

31 çektikten sonra dinlenecek şarkılar

cem karaca - çok yorgunum.

klarnet calan sarapci koala

severek takip ettiğim yazar.

kukla vs klarnet calan sarapci koala

kukinin alacağı versustur. http://galeri.uludagsozluk.com/r/kukla-438573/
(bkz: çok pis gazlarım panpa)
(bkz: sis atma o c)

yazarların şu an dinlediği şarkılar

Patti Smith - Dreams of Life.

james dimon a gelen mail ve yanıtı

(bkz: jp morgan)'ın ceo'su james dimon'un, zengin koca arayışında olan bir kızın kendisine attığı mail'e verdiği cevap.
mail'e geçmeden önce alıntı olduğunu belirtmek isterim. açıkçası doğru haber olup olmadığını araştırmadım ve Bir finans şirketinin ceo'su böyle salakça mailleri okuyup üstüne yanıt verir mi bilinmez. lakin bayan güzel lakabını kullanan bu hanım kızımıza verilen ayar paylaşmaya değer.

not: esra erol bu başlığı görmesin, şerrefsizim kafasına sıkar.

evet şimdi gelelim mail'e hanım kızımız der ki;

"sayın morgan,

sizinle dürüst olacağım..

bu yıl 25 yaşına giriyorum. çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum. aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz fakat new york’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor.

çok şey istemiyorum. bu sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan biri var mı? hepiniz evli misiniz? sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?

bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. central park'ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil. size alçak gönüllülükle soruyorum:

1) zengin bekarlar nerede takılır? (lütfen bar, restaurant, spor salonu, kulüp, vs... gibi mekanların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız.)

2) hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?

3) çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? bir kaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebiliyorlar.

4) kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz?
benim hedefim evlenmek. zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım ?

bayan güzel"

Cevap;

"sevgili bayan güzel,

yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız var. lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum.

bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin.

detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey “güzellik” ile “para” ikilisini takas etmek:
a kişisi güzelliği sağlar, b kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil. fakat burada ölümcül bir problem var;

sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı. eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.

wall street'te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için “takas pozisyonu” diyebiliriz, “satın al ve bekle” değil. sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli.

bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi?

yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm.

bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek..

kolay gelsin
j.p. morgan.

gösteri peygamberi

Palahniuk'u diğer yazarlardan ayıran kitaplarının lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi görevi görmesidir. Bu kitap yanılmıyorsam, yazarın bu yönünü en bariz konuşturduğu kitap. yemek yeme adabından, kan lekesinin nasıl çıkarılacağına kadar onlarca bilgi karşınıza çıkıyor. Bir (bkz: Tıkanma) kadar olmasa da, yazarın en büyük 3 eseri arasına girebilecek nitelikte.

son olarak (#23547430).

yazarların favori celtic müzikleri

loreena mckennitt - (bkz: skellig) birde (bkz: the mystic s dream).
ryan & Rachel O'Donnell - may it be.

hiç ot içtiniz mi

(bkz: Jimmy Kimmel)'in ekibi tarafından Hollywood Bulvarı'nda Dünya Ot içme Günü için hazırlanan röportajdır efenim.
leziz seyirler.

http://www.youtube.com/watch?v=O7w8A8XHOQI

ahmet kaya için ağlayan sezen aksu

ikiyüzlülüğün resmidir.

(bkz: bir öylesin bir böyle)
(bkz: ticari sağa çek)

http://www.radikal.com.tr..._kaya_icin_agladi-1196112

emiliana torrini

kesinlikle ıskalanmaması gereken bir ses ve bu yorumu dinlemeden sakın ama sakın gebermeyin.

http://www.youtube.com/watch?v=hk3bLK0awbQ

piç

Hakan Günday'ın tüm kitaplarında olduğu gibi, bu kitap bitince de kendimi uzun ve içkili bir sohbetten ayrılmış gibi hissettim. daha önce söylemiş olduğum gibi gerçekten eğer Birine Hakan Günday'ı tavsiye edecek olsaydım, ilk olarak bu kitabı yani (bkz: piç)'i tavsiye ederdim. Çünkü bu kitap yazarın tüm karakteristik özelliklerini içerisinde barındırıyor. Karakter yaratma konusundaki ustalığı, yer yer verdiği can alıcı tespitler, aforizmalar. Hepsi olması gerektiği gibi.

Yeraltı edebiyatı adında bir tür olup olmadığı tartışılıyor, yazarın kendisi bile bunu reddediyor ama ben bu kitabın tam anlamıyla bir yeraltı edebiyatı ürünü olduğunu düşünüyorum. Gerçi ismi önemli değil, burada amaç onları diğer kitaplardan bir şekilde ayırmış olmak. Çünkü bariz bir şekilde diğer kitaplardan farklı olaylar dönüyor bu kitaplarda. Her neyse, ismi önceden konulmuş olduğu için yeraltı edebiyatı kavramını kullanıyorum. Gereksiz duygusallıktan uzak olması, tespitlere sıkça yer verilmesi ve sert oluşu (buna ben gerçekçi diyorum) bu kitabı yeraltı edebiyatının en iyi örneklerinden biri haline getiriyor.

yine altını kalın kalın Çizerek söylüyorum (bkz: Kinyas ve Kayra)'ya nazaran biraz daha ayakları yere basan bir roman. Karakter yaratma konusundaki ustalığına tekrar değinmek istiyorum. Karakterler kendine has özellikleriyle birbirinden ayrılıyor. Her ne kadar benzer hayatlar yaşıyor olsalar da hepsinin ayrı birer hikayesi var. Ama dördünün de ortak noktalarından biri, aileleriyle aralarının bozuk olması. Yuvadan kaçmayı tercih etmeleri. Buradan şöyle bir sonuç çıkarabilirim. Yine kitaba uygun bir şekilde; Piçler, babaları olmayanlar değildir. Babaları gibi olmayı reddedenlerdir.

Dördü arasında Barbaros dikkatimi ilk çeken karakter oldu. (bkz: David Bowie) dinleyen, müzik setine bağımlı olan, daha sonra yaşam tarzı gereği onu da satmak zorunda kalan bir karakter. En derin olanı. Cenk, giydiği tişörtlerle dikkat çekiyor. Çizim konusunda yetenekli. Hakan, okuduğu kitaplardan aklında kalan hikayeleri anlatmasıyla dikkat çekiyor. Anlattığı o hastalıklı bir beynin ürünü olduğu apaçık ortada olan hikayelerin bir kitaptan alıntı olduğu da meçhul. Diğerlerine nazaran daha zengin bir hayal gücüne sahip. Aklına müthiş hikayeler geliyor ama yazmaya üşendiği için, başka bir deyişle edebiyata inanmadığı için 'bir kitapta okumuştum' diyerek geçiştiriyor.

Buradan çıkardığım sonuca göre, Hakan Günday'ın vermeye çalıştığı mesajlardan biri de şu, piçler hırs yoksunudur.
''Piçler hakkında konuşmak, insanlara filmler ve haber bültenlerindeki felaket sahnelerini izlerken hissettiklerine benzeyen garip bir zevk verir. Sözünü edebilecekleri konular tükendiğinde tanıdıkları piçlerin ne hale geldiklerini ve o hale nereden geldiklerini konuşurlar. çünkü sıfırdan hayatlarını yaratmış insanların hikayeleri kadar hayatlarından bir sıfır yaratmış olanlarınki de gösterişlidir.''

Bu dört karakterin her biri bir konuda yetenekli olmasına rağmen hiçbir işle uğraşmıyor. Hayata olan inançsızlıklarını destekliyor bu. Müthiş bir hayal gücüne ve edebiyata olan yeteneğine rağmen üzerine gitmeyen Hakan, bu şekilde gerçekten normal bir insan olamayacağını kanıtlıyor. Eski yüzücü olduğu halde bunu umursamayan Afgan gibi. Arzuları farklı. Onları sıradan insanlardan ayıran en önemli detay bu. Hayatı farklı yorumluyorlar. Dengeli insanlara karşı içlerinde tarif edemedikleri bir nefret besliyorlar. Onlara sunulan yaşam tarzı onların mantıklarına uygun değil. insanların bir şeylere sahip olma çabaları batan bir gemide en iyi odayı kapma telaşından farksız onların gözünde. Bu nefretin oluşmasında, onlar gibi olamamanın getirdiği hasetin de payı var mı? sorusunu akla getiriyor. Onlar gibi olamadıkları için mi nefret ediyorlar? Nefret ettikleri için mi onlar gibi değiller?

''Kendimi beyaz kadranlı, Romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum.''

Bu cümleyi herhangi bir yerde görseydim, Hakan Günday'ın cümlesi olduğunu tahmin edebilirdim. Beyninin çok farklı çalıştığını düşünüyorum. Korkunç derecede farklı. Çok boyutlu düşünebiliyor. Özellikle bu kitaptaki cümlelerin ileri seviyede bir farkındalığın ürünü olduğu çok rahat anlaşılabiliyor. Belki de Hakan Günday'ı diğer yazarlardan farklı bir yerde görmemin en büyük sebebi bu tarz cümleler kurabilmesidir.

Cümlelerle baş döndürme işini çok iyi beceriyor. Bunun gibi (bkz: Kinyas ve Kayra)'da geçen ''şimdi bir yerlerde saat gece yarısını geçti bile'' cümlesini örnek verebilirim. Bir şey daha dikkatimi çekti. Hakan Günday zaman kavramına kafayı takmış durumda. Okuduğum tüm kitaplarında zamana dair müthiş tespitleri var. Henüz tamamını okumadım ama (bkz: Azil)'de de böyle bir şey hatırlıyorum.

Kitabın finalinin Hakan Günday'ın tarzına yakıştığını düşünüyorum. Hakan Günday'ın derdi her zamanki gibi, bir şeyler anlatmak değil. Okuyucuların hayatını değiştirmek hiç değil. Ders vermek asla. Kinyas ve Kayra'da bahsettiği, toplumun dışında yaşamayı seçmiş Robinson Crusoe'ların hayatından kesitler sunuyor. Fazlasını vaadetmiyor okuyucuya.

Kitabın son kelimesi olan (bkz: hiç) kitabı özetler nitelikte. Piçlik ve hiçlik arasındaki ilişkinin yalnızca harf benzerliğinden ibaret olmadığını gösteriyor.

musul bizimdir diyen kemalistlerin tırsması

(bkz: ve beyin koşarak uzaklaşır)

mancini nin yerine gelmesi muhtemel hocalar

lucescu olmamalıdır.