bugün

orhan pamuk

keşke hiç nobel almamış olsaydı diyorum bazen, haketmediğinden değil, hayır; eskiden bu başlıkta insanlar kara kitap'ın büyüleyiciliğinden konuşurdu, bir sinema filmi tadında da olsa yeni hayat'ın sürükleyiciliğinden ve diğer kitaplarından.. eskiden de farkındaydı insanlar orhan pamuk'un eksiklerinden, ama nobel'den önce hiç değilse oturup orhan pamuk'un eliyle gösterdiği yerde ne olduğuna bakar ve tad alırdık, saçma bir şekilde gösterdiği yere bakmak yerine tam tersini yapıp ellerine bakıp da "tırnakları da çarpıkmış lan" demezdik.

orhan pamuk'un avukatı falan değilim ama türkçesinin bozuk olduğunu söyleyenlere de şöyle karşılık veririm: anlatılan şey, şeyin nasıl anlatıldığından daha önemlidir bence ve özellikle kara kitap'ın eşi benzeri görülmemiş köhneliğiyle orhan pamuk harika bir düşperesttir.. düşperest olmak zor iştir. yazar olmak kolaydır. de'leri da'ları ayrı yazmak, devrik olmayan cümleler kurmak.. dikkat ettikten ve çalıştıktan sonra bunları bir embesil de yapabilir. bakın öss'de derece yapanlara, işlerinin en ehli olanlara.. toplum normlarına göre sonderece başarılı olduğu halde, özgün düşünebilme becerisinden yoksun angutlar sarmış etrafı ve bu döngü her zaman için farklı olanı aşağılamaya, anlamamakta diretmeye yatkındır: çünkü insanların yüzde 89'u fabrika üretimiymişçesine defaulttur, değiştirilemez özellikleri vardır ve bütün bu şempanzeler içinde orhan pamuk, huzursuz olmanın, yıkımla dolmuş taşmış siyah beyaz bir istanbul manzarasının insanın ruhunda nasıl çarpıntılar yaratabileceğini ve bunu nasıl anlatabileceğinin farkına varmış az sayıdaki kişiden birisidir. varsın cümleleri bozuk olsun, şartlandırma yöntemiyle en zor yetenek sınavlarından köpekler bile geçebiliyor. ve sizin düşüncelerinizin tersinde bir şey söyledi diye birisini linç edecekseniz, egonuz artık semaya yükselmiş demektir.

"bir tarafa ait olma güdüsü"nün ihtiyaçlarından oluyor bu ilkellik hep. orhan pamuk'un sözde ermeni soykırımı konusunda söylediklerine ben de karşıyım ama, nobel konuşması sırasında bu herif babamın bavulu konuşmasını tamamladıktan sonra kağıtlarını katlayıp, gözlüklerini çıkarıp, orda oturmakta olan kralın ve konukların arasında kendisini görüntüleyen en yakındaki kameraya dönüp buğulu gözlerle ve bozuk bir türkçeyle, "ve buradan geber marla singer ile bütün ailesinin de allah belasını versin, thank you dear friends" deseydi de bunlardan farklı düşünmezdim.

yüzüklerin efendisi filme çekildikten sonra çoluk çocuğun bile gandalf'dan bahsetmesinden dolayı gerçek tolkien okuyucularının kendi içlerine çekilmesi gibi bir durumu yaşattı orhan pamuk'un nobel'i alması.. siz daha hala şusu eksik pusu eksik diye konuşa durun, istanbul'u ve huzursuz olmanın ne demek olduğunu pek az kişi onun kadar güzel anlattı.

kara kitap gibi bir kitabı yazmış birisinin hayal dünyasına ve içinde yaşadığı şehri algılayışına her zaman saygı duyarım, kişiliğine saygı duymasam bile, ki resimde görülmesi gereken asıl nokta da budur.

kimindi bu laf hatırlamıyorum ama aşağı yukarı şöyleydi: "bana içinizden en dürüst adamı getirin, onu darağacına götürmek için on neden bulayim."

insan yeter ki bir kişiye ya da birisine kafayı taksın, artık bütün doğruları yalan olur o lanetlenmiş kişinin.