onkoloji

hüzünlü bir servistir burası.

iki elin arasına alınan çaresiz başlar görürsünüz. beyazlayan sonra da dökülen saçlar görürsünüz bir de. ipek gibi saçlar; ayhan ışık'ın ki kadar parlak saçlar...

hayattaki hiçbir sorumluluğunu tam yerine getiremeden ölecek olduğunun derdine düşen insanlar; ölecek olmalarını hiçe sayıp yataklı serviste her şeyden habersiz ziyaretlerine getirilen daha 3 yaşındaki oğullarına için için sarılıp ağlayan anneler, tüm bunlardan habersiz çocuklar; batu...

düşen dişinin yeniden çıkmaya başladığını o heyecanla babasına gösteren kız çocukları ve ayağındaki 170 dikişi saklayan babalar da vardır buralarda. gülnihal...

ahir ömürlerinin bitecek oluşuna hiç aldırmayan ''bizden bu kadar yaşadığım kadarı yaşadım'' diyen ve ölümü metanetle karşılayan biçare ihtiyarlar da vardır ve henüz yaşayacak bir çok şeyi olan genç çocuklar, kızlar da vardır. hepsini toplarsak hep bir bekleyiş ama en çok da umutsuzluk vardır buralarda.

kime ne kötülük ettiğini sorgulayan iyi insanlardır bunlar. çok çok iyi insanlardır. artık masumdurlar üstelik. 3 kişinin kafasına pompalı ile sıkıp beyinlerini darmaduman eden ve yıllarını hapishane köşelerinde çürütüp ömrünün son deminde ''hiç gerek yoktu oysaki'' diyerek verilebilecek en iyi dersi veren hayat öğretmenleri vardır burada.

ilginç hayatlar; çelişkiler, buhranlar... acı görmemişlere ''acı'' gösterecek hikayeler vardır.
allah'ın, camiden kiliseden daha çok anıldığı yerdir hem.

yüzlerinden irin akar kiminin. gözleri isyan kusar; küfreder gibi teşekkür ederler bazen.
ve gariptir ki kapı önü en çok sigara izmariti olan bölüm de burasıdır. nasıl olmasın ki?

ve doktor olacağının farkında bile olmayan ortalıkta salak salak gezen internler bile belli bir süreliğine de olsa geldikleri bu serviste dayanamazlar.
tus belasından kurtulmuş olmanın sevinci ile gelenler ise eterden kaçıp betere geldikleri düşüncesine kapıldıkları için istifa edip yeninden ders çalışmaya koyulurlar. duramazlar dayanamazlar. başka bir servis için... kaçarlar...
onlara ne oluyor ki değil mi? nasıl olmasın ki? nasıl?

buruk bir yerdir...
yataklı serviste sadece 15 günde günlerin sayısıyla orantılı olmayan sayıda kişi ölür mesela. diğerlerinin haberi olmasın diye kapılar kapatılır yakınları tarafından. öğrenmesin diye. çığlıklar duyulmasın diye. o öğrenemeyen kişi de aynı akıbete uğrar ve aynı kapatılan kapının ardından, kapıyı kapatanın çığlıkları duyulur bir sonraki gün. koşuşturmacalar, merdivenleri dörder beşer atlamalar.

o koridora baktığında kapıların arkasında sıra sıra kurbanlık koyunlar varmış gibi hissedersin.

6 numara sacit abi.
9 numara nuran abla. batu'nun annesi nuran abla. ablam... kafamın içindeki ses...

o koridordan hangi sabah geçsen ''ağrım vaaaar!'' feryadı kulağına bir tokat gibi patlar. oğlum var, kızım var, oğlan/kız evlenmedi daha, okulu bitmedi, büyümedi... uzayıp gider bu ve her seferinde senin o vakur duruşun un ufak olur. denizin kayaları yalayıp yüzlerce yılda aşındırması gibi yavaş yavaş ama kendini belli etmeden sinsi bir karanlık çöker üstüne tüm bunlar olurken.

herkes insandır ve çoğu seksomanyak tecavüzü gerçekleştirdikten sonra ağlar, öldürdüğü maktulun başında. yani mekanik davranmak zordur burada. çoğu insan bir seksomanyaktan daha vicdanlıdır. dolayısı ile etkilenmemek imkansız...

duvarlar... o duvarlarda insanların yumruklarının izleri durur. kendini yerden yere atan insanların gölgeleri gecenin en sessiz anında kapıdan başınızı uzattığınızda görülür ve hızlı bir hamle ile geri çekilirsiniz görmemek için.
sanki kapılar bir anda açılır ve ardı arkası kesilmeksizin sedyelerden cesetler dolup boşalır bir anda hem de. delirdiğini düşünmeye başlarsın ve hiçbir şey zevk vermemeye başlar, ne alkol ne seviştiğin kız arkadaşın ne de başka bir şey. her şey yavaş yavaş önemini yitirir ve yavaş yavaş delirirsin. bir insana yavaş yavaş alışıp sevmek gibi bir hal alır bu kurtulamazsın.

iyi bir oyuncu, etraflıca düşünebilen bir yalancı olur çıkarsınız burada. dirayeti korumak ve bunu mimiklere ifadelere ses tonuna aktarabilmek için ayna karşısında çalışan deliler bile vardır.
ciddiye almamalıdır onlar. çünkü gecenin bir yarası acile ayak mantarı için krem yazdırmaya gelen adam gibi muamele görmelidirler ama nezaket yoğun bir biçimde olacak biçimde.

o koridoru geçerken kapıdan ellerini uzatanlar, sarılmak isteyenler; sarıldığında ellerine batan kemikler vardır. boynunun sağ yanı; mütemadiyen koklanılan yer. annelere özlem duyduran o en samimi iç çekiş...ohh! kalkın yattığınız yerlerden, kalkın da gelin ne olur...

o koridor küfür gibi gelir insana. görmek istemediğin reprezantların topuk sesleri, cicili bicili giyinmiş kızların kokuları, yakışıklı çocuklar... durduk yere onlara bağırarak atarsın o anlamsız gerginliği üzerinden.

-aloooo! kapı da dikilip sohbet yapmayın gelirsem kız erkek dinlemem dağıtırım sizi, kafeterya dışarı da, yallah!
+pardon arkadaşım neden sert çıkıyorsun nedir yani?
-lan arkadaşının amına koydurtma it oğlu it, siktirin gidin lan siz de orospular dikilip durmayın karşımda!

hakaret ve darp davaları tabi ki. sonra da tazminat. haram-ı hoş olsun...

ve birbirini tekrarlayan o iğrenç aynılığını koruyan tekerrür ifadeleri vardır;

-bugün daha iyiyim
-bugün çok kötüyüm
-iyi gibiyim
-yok yok, şimdi daha iyi anlıyorum kendimi, geri dönüş yok...

böyledir hep.

yakınlar dışarıda otururken en sevdiklerini onlardan ayıran şeyle meşgul olur genelde; sigara..
yavuz dizdar'ın uyarılarını asla ciddiye almazlar. ferdi hoca'nın ''genetiksel olarak siz de bu potansiyeli taşıyorsunuz sigaraya devam etmemenizi rica ederim'' diyor olmasını bile. çok kibar adamdır kendisi...

sanki üniforma giyinmişler gibi anlarsınız o insanların yüzlerinden kimin refakatçisi, neyin bekleyeni olduğunu. böyle boğulur gibi, kısılır gibi seslerle konuşurlar her zaman. susmaktan mukozalar toplanıp gırtlaklarına aktığı için cümle kurmadan önceden boğazlarını temizlerler önce bir.

hissizliğin, durağanlığın, tepkisizliğin en yoğun hali buradaki hastalarda ve yakınlarında vardır. onlara yaklaşıp büyük bir kılıçla ikiye ayırsanız; sanki oyun hamuru gibi dağılacaklarını ama kan akmayacağını sanırsınız. acaba bundan öte daha sarsıcı ne gelebilir insanın başına? aşk acısı mı? kahrolun...

elinde dosyası ile oradan oraya koşturan ve babası ile ilgilenmek zorunda olduğu için işini bırakan genç adam yanınızdan geçerken sizi görmez, dakikalar önce meraklı meraklı sorular soran o kişi sanki siz hiç yokmuşsunuz gibi sanki o anın verdiği buhrandan başka hiçbir şey yokmuş gibi bir hale bürünür. başkalaşım tam olarak budur belki de.
dünyadaki tek insan sendromunu keşfedip anlayabilsek, sanırım bu onunla eş değer bir şey olurdu.

mavi melekler vardır bir de. öğleden önce demir arabalarla su dağıtan ve elini cebine götüren yeni gelen hastalara paralı olmadığını yılmadan, bıkmadan defalarca anlatan yaşlı sevimli ama kanserli kadınlar. hastalığı büyük oranda yenen rahim ya da meme kanseridir bunlar. zengin ama hayır sever ve kanser kadınlar. onlara aşığım...
öğleden sonra da simit ve çay... almayanlara, çekinenlere o 50 yıl öncesinin en güzel gözleri ile bakış atıp ''ne münasebet?'' deyip serzenişte bulunan eski istanbul kadını beltinge hanım... sana aşığım...

kimi zaman anılarını paylaşır insanlar. rast geldiğiniz yerlerde, bulunurken lanet ettikleri ama saatlerce kalmak zorunda oldukları o yerde anlatma ihtiyacı hissediyorlar. artık bir ülfet peydah olmaya başlıyor ve tabi ki de alışkanlık.
pişman oldukları şeyleri anlatırlar genelde. her şeyin anlamını birbir yitirdiği an... işte o zaman kendine değer verdiğini ama geç kaldığını ve bu yüzden daha fazla değer vermen gerektiğini anladığın an budur işte.

çektiği aşk acısının şimdi ne kadar da aptalca bir şey olduğunu anlatanlar vardır mesela. batırdığı parayı... ve aptalca bu sebeplerden neden kendini üzdüğünün hayıflanması...
bu gibi insani obsesif durumları hiçe sayan, parayı; itibar görmeyi, yalnız kalmaktan korkmayı, kısacası insanlara kul olmayı gerektirecek, bunları düşündürecek şeyleri birbir yıkmaya başlıyor insanlar orada. işte orada yaşadıklarının farkına varıyorlar ama nereye kadar?

başına küçük aksaklıklar gelir ve sen yaşadığını hissedersin. içindeki bir şeyler varlığına mukavemet etmeye başlar; kıpırdanmalar, insani reflekslerin tümü boyut değiştirmeye başlar. her an kendini önemi sağlar orada. Onlar şartlanmışlıklarını yenmişlerdi, gerçeklere gözlerini yummamışlardı. Neye sahip olduklarını bilirlerdi; hiçbir şeye sahiptiler.
onlar gibi olmak istersin ama yaşarken... ölüm daha teknik hale gelmemişken.

sorular sorular sorular... en iyi gazetecilerin bile mülakatlarda aklına gelmeyen bir devinim ile susturmadan size odaklanmasını sağlarsınız kimi zaman ve farkında olmadan öyle seversiniz ki o kişiyi.
teknik yaklaşamazsınız, yaklaşır görünürsünüz ve tüberküloz olursunuz en sonunda. sonra da akciğer embolisi tüm düzeninizi alt üst eder, sonra kendini her şeye benzetebilen o -hatta kansere bile- Sarkoidoz olduğunu öğrenirsin. bir sonrakini merak bile etmezsin. çünkü hayatın önemini yitirten şeyler yaşamışsındır ve yaşamaya da devam edersin. meraklanmaya hiç gerek yok...

altını çize çize, söve söve okuduğun satırlar; ateşe vermek istediğin dosyalar, arşivler...

--spoiler--
fdg tutulumu saptadı! fdg tutulumu saptandı! fdg tutulumu saptandı!
--spoiler--

f ve d ve g... ve saptandı.
artık duymak istemezsin. kulağının dibinde bir obüs patlasa ve her şey bir çınlamadan ibaret olsa.

bu, arsız bir kadını sevmek gibi. ne ayrılabilirsin ne de durmak istersin. ama orada olmanın adı konulmamış bir hazzı vardır her seferinde.

süreç kimi zaman uzun ve sancılı. çok şey birikir ama en basit noktaya dayanır en sonunda. kan revan içindeki o tanışık insanın cesedinden alınan son bir öpücük. buz gibi ellerinden.

boğazına kadar iyice sıkıştırılan tampon; dişlerinin arasına tutunmuş bronşlardan kopan parçalar; ve o tefessüh edişin ağır kokusu ağızlarından duyarsın...

resme kabiliyeti olmayan biri çizmişçesine ışığını kaybedip maketleşmiş vaziyette bakan gözler; gerilmiş yüz hatları, şakakların hemen yanındaki o son anın kırışıklığı.

burası hayatın kendisi gibi bir yerdir aslında.
insan olunacak en iyi yerdir.
değersizlikleri ile hayatlarımızın içine eden insanları unutmanın mümkün olduğu yerdir.
yüzüne tükürmek istediklerimizin ama başaramadıklarımızı belki de affedebileceğimiz yerdir burası.
acıdır burası; o kadar acıdır ki hem de...

o halde; kaldığı yerden devam etsin hayat... çünkü hep öyle olur, bu sınırların dışında başka bir şey yok ve o kadar sıkıcı ki...
hadi, mutlu sefalete devam...

https://www.youtube.com/watch?v=eOofWzI3flA#t=40