bugün

bukalemundan mektuplar

önce çaldım,

http://video.uludagsozluk...ssi-veren-şarkılar-33098/

sonra dedim ki alkol mü? açmadım hiç bir şey. odamın soluk ışığında tavana bakmaya devam ettim. neredeydim, neredeyim, ne olacağım? klasik günümüz insanı tedirginlikleri işte. sıradan düşüncelere kapılıyordum. sonra buna üzelmeye karar verdim. o kadar sıradanlaşmıştık ki, artık hayallerimizde bile sıradandık. boğaz köprüsünü köpek ısırmış bir balinanın yutmasını isterdim delikanlı çağlarımda. köprüyü yedikten sonra, köprü üzerindeki arabaların sürekli midesinde korna çalmasından dolayı da baş ağrısından karaya çıkıp ilaç fabrikalarını bir bir mideye indirmesini, kuyruğuna konan ödül için binlerce balıkçının atlara binmesini tahayyül ederdim. lakin ben de büyüdüm ve aklım sustu.

otomatik olarak geriye doğru kapanan bir kapıdan çıkmakta iken, kapı arkamdakine çarpar korkusuyla kapıyı usulca bırakmanın iyi bir adam olmak için yeterli kriter olduğuna bir maymunun muza tapması gibi taptım ne de yanıldım ben.

http://www.youtube.com/watch?v=YxxqVEIA8Qc

arkama baktım.

oysa bakmaman gerekirdi. o kapı kimin suratına çarparsan çarpsın. sanane mahluk. şarkımı dinledim iyice ve ortalarında bir düz yazı yazayım dedim. hikayenin ana kahramanı cemal ve eşi olacaktı. her düz yazım gibi bir paragrafa biraz yaklaştı uzunluğu. hatta deftere ne karaladıysam buraya da yazıyorum aynısını,

"yağmurun yoldan süzülüp geldiğini belli belirsiz görebileceğiniz kadar yokuş bir sokakta otururdu cemal ve eşi."

sonra bıraktım yazmayı ve çaldım yine,

http://www.youtube.com/watch?v=T-WiA8txq2U

şarkının yine ortalarına doğru öyle bir tükenmişim ki, aklım o kadar yitik ki, birden oturduğum 20 katlı bina yerden dikey kalkış yaptı. önce deprem oluyor sandım, sallantı gittikçe arttı ve bir anlığına da olsa uzay-mekanda evimin eğimi cemal'ın oturduğu yokuşun eğimine eşit oldu. hayata farklı bir bakış açısıyla; tanjant teta ile yaklaşıyordum ki evimin eğimi > cemal'in sokağı'nın eğimi oldu ve bütün eşyalarım cama doğru sürüklenmeye başladı. maddenin üç halinden biri olan katı sandığım oturma odamın camı aslında başka bir şeymiş. bir karadelik gibi önce 42 inç tv'mi, sonra çekyatlarımı yuttu. camsı karadeliği durduramıyorduk ve ev eğilmeye devam ediyordu. evin amacı dikey kalkış yaptığı yere paralel olarak uzanmak iken camın amacı ise kapağı açılmış çamaşır makinesinin içinde duran bir günlük donlarımı bile yutmaktı. cam iyice büyüyüp evi, evi bırak youtube'u bile yutabilirdi. ben de cam youtube'u da yutmasın diye hemen modemin fişini çıkarttım iyi de etmiştim.

hemen 2 gb'lık mp3 çalarımdan çalmaya başladım,

http://www.youtube.com/watch?v=IyzXWE3bDg4
çalarken korkmuyordum, oturma odamın camı mp3 çalarımı yutarsa yutsun. nasıl olsa sadece 2 gb. şarkı çalarken ev her şeyini ortaya koyarak yere paralel konuma geldi ve midesinde boğaz köprüsü olan balinayı yakalamak için birden kazan dairesindeki tüm brülörleri ateşledi. benim anlatımlarımda abartı hikayelere yer yoktur, dolayısıyla ışık hızında falan gitmiyorduk; yere göre 90 km/saat civarı olmalıyız.

bu arada mp3 çalar da gitti ki aklım[ı]dan oynatmaya başladım,

http://www.youtube.com/watch?v=CTL8mvYGrPo

ev balinaya doğru gidiyordu. kütle ve hızımıza bakacak olursak bu momentumla balinanın amına bile korduk. fakat köprü ne olacaktı? ev bunu düşünmedi bile tüm gücüyle balinaın midesine doğru bir darbe yaptı. bense tam bu esnada oturma odamın camı yutmasın diye evdeki son çay bardağına sarılmışım. sırtımı da yatak odasının kapısına yasladım cebimden çıkarttığım 20'likle rakı içiyorum.

büyük darbe gerçekleşiyor. balina yok oluyor. midesindeki arabalar da öyle. aşk yok oluyor kelebeklerdeki. kadın ve gözleri mahvediyor hepsini.

http://www.youtube.com/watch?v=9sTJo6_7frM

uçurtmalar uçuyor sözlüğümden. elimde çay bardağı. hayallerimdeki sen ve ben. birer yitik savaşçı. doğruluyorum kanepeden, odamdaki soluk ışığı da karanlığa gömüyorum. kafamı yastığa koyup, insanların içinde oturduğu kocaman camdan bir balina düşlüyorum...