bugün
- bütün sokak köpeklerini tehlikeli sanmak12
- icardi190521
- dünyanın patlama ile oluştuğuna inanmak20
- üstteki yazar tarzında entry gir14
- trt de memesi gözüken kadın24
- mfö'nün en güzel şarkısı12
- nihavend longa28
- neden evlenmiyorsunuz23
- bulunduğunuz yerin hava durumu11
- sözlükte belindeki kemer olunacak kızlar10
- albay kemal sözlükten atılsın kampanyası13
- taksim'e ekran dikip kuran yayınlamak10
- fethullah gülen öldü mü sorunsalı25
- ismet gurbuz 202414
- jose mourinho66
- 2001 türkiyesinin en gelişmiş ülke olduğu gerçeği14
- 3 haziran 2024 hakkari'ye kayyum atanması12
- albay kemal14
- sözlükçülerin albay kemal'e bok atma sendromu8
- anın görüntüsü10
- okan buruk12
- suriyelilere karşı sorumluluklarımız18
- aleyna tilki10
- fenerbahçe12
- kocasına kahvaltı hazırlamayan kadın kusurludur16
- sözlükteki islamcılara alınması gereken önlem12
- 90 lı yıllara dair akılda kalanlar9
- gratis indirim günü kavgaları18
- yaşlılık belirtileri9
- true nickli yazar10
- kova burcu erkeği9
- seçme şansınız olsa hangi ülkede yaşardınız22
- sözlüğün en iyi 10 yazarı22
- insanoğlunu yerleşik hayata geçiren neydi9
- zalbert'in karşısında dans etmek8
- sözlük erkeklerinin şımarık laubali tipler olması17
- tecavüz ettiği kızlarını müge anlı da arayan baba13
- ateistlerin zeka seviyesi düşüktür11
- türkiye de intihar vakalarının artması11
- ismail kartal duruşu8
- jose mourinho nun fenerbahçe ye transferi13
- şimdiye kadar duyulan en güzel iltifat10
- eşcinsellik kendi kendini hadım etmektir10
- neden sevgilim yok10
- insanı zengin hissettiren şeyler19
- türkiye akp lidir akp'li kalacaktır14
- kılıçdaroğlu'nun kuracağı partiye isim önerileri8
- geldi yine deli11
- türkiye cidden almanyadan daha iyi9
- içine şeytan girse ne yaparsın13
kendi içinde zorlukları olan birçok meslek gibi, savaş muhabirliğinin de epey zor tarafı vardır. ancak, bu zorlukları ve yüksek adrenalini hazmedebilecek bünyelerin talip olması gereken bir iştir. macera arayanların işi değildir. zira, aranacak macera, kişinin ölümüne yol açabilecek derecede ciddi olacaktır. (bkz: #16472522)
savaş muhabirliği fiziki yeterliliğin yanısıra, neredeyse bir asker kadar arazi ve silah bilgisi, * kendi kendinize ve icabında arkadaşlarınıza yetecek kadar, yerinde teşhis koyarak doğru ilaç kullanabilme ve ileri ilk yardım bilgisi, * bulunduğunuz bölge ile ilgili, özet de olsa, siyasi ve kültürel detaylara hakim olma gibi artıları da gerektirir.
dil bilmek, insanlarla dost olabilmeyi becermek, soğukkanlı olmak, çabuk öfkelenmemek, empati kuabilmek, icabında sempatik olabilmek, hızlı karar verebilmek, yemek seçmemek vs. gibi gereksinimleri uzatmak mümkündür.
önceleri, muhabirlik mesleğinde olduğu gibi, savaş muhabirleri de, bu işin şartlarına uyabileceği düşünülen muhabirlerin arasından, gönüllülük esasına göre, alaylı olarak seçilirdi. * kişi kendi imkanlarıyla, ya da zaten üye olduğu dağcılık kulübü vs. vasıtasıyla, doğada yaşam, ilkyardım gibi kursları alır, hekim arkadaşlarından olası hastalıkların ilk anda teşhisine yönelik pratik bilgiler öğrenir, daha sonra bunları hobi haline getirip tıp fakültesi ders notları karıştırmaya başlar, yola çıkmadan tavsiye üzerine bir çanta ilaç alır, gerekli aşılarını yaptırıp yola çıkardı. yakın zamanda anadolu ajansı'nın, savaş muhabiri yetiştirmek üzere eğitim programı düzenlediğini duydum. neyi ne kadar anlatıyorlardır bilmem.
--spoiler--
Lacivert ay ışığında, gölgeler kıpırdıyor. Etrafımızdaki kalabalık siluete bir grup daha ekleniyor. Uğultu halinde konuşmalar, cevapsız sorular, meraklı bakışlar ve üzerimize doğrulan parlak namlular...
Buz gibi bir aydınlık. Gecenin bir ton açığı, gündüzün de, kaynakçı gözlüğünden yansıyan hali sanki. Bu ışık rengi bile, bizi ürkütmeye yetiyor. Havada en küçük bir kıpırtı yok. Ama soğuk, bir derin dondurucu sessizliğinde işliyor ciğerlerimize. Burnumuzdan çıkan buhar donacak neredeyse. Alabildiğine geniş bir arazi, etrafında gölgesi mor dağlar uzanıyor. Gökyüzünde bütün takımyıldızları görmek mümkün. Kafamızı kaldırmaya bile gerek kalmadan, ufuktaki dağlara kadar Samanyolu, yere daha da yaklaşmış gibi net gözüküyor. Dikili bir tek ağaç yok. Küçük büyük kayalar, dev çukurlar ve ta ileride bir kıl çadır hayal meyal seçiliyor. içeriden sızan ışık gaz lambasından geliyor olmalı. Bileğimize kadar çıkan balçık, görebildiğimiz mesafede tek doğa örtüsü. Ayak izleri belli olmayacak kadar yumuşak ve derin. Çoraplardan vazgeçtik, bir de botların içine kadar girmese...
Garip uğultu bir an duruluyor. Namluların bir kısmı aşağı iniyor. Bazıları hala tetikte. Bütün yüzlerde işlemeli bir örtü sarılı. Kar maskesi gibi, sadece gözleri açıkta. Sürme çekilmiş gözler, daha bir sert bakıyor sanki. Bu da bir tür savaş boyası olmalı. Grubun arkasından yaklaşan bir kişi, kalabalığı ikiye açarak yaklaşıyor. Üzerinde kamuflaj renkli bir elbise, belinde Kızıl Ordu armasından tokalı bir kemer, bileklerine kadar gelen siyah botlar ve kafasında da pakul denilen yerel Afgan şapkası var. Sakalı ve bıyığı uzun. Diğerleri gibi sürme çekmemiş ama, hepsinden daha sert bakıyor. Ağır adımlarla yaklaşıyor. Emreder bir tonda bize sesleniyor ve en azından yarısını anlayabildiğimiz ilk cümleyi duyuyoruz: "Pasport biti..."(Pasaportları verin.)
--spoiler--
--spoiler--
Saatlerdir karşılıklı atılan tank-top mermilerinden bir tanesi tam hedefi bulmuş belli ki. insanların işaret ettiği tarafa doğru koşuyoruz. Şifahane harapşut. (Hastane harap oldu) sözleri çalınıyor kulağıma. Bulunduğumuz yere mesafesi 500 metreden az olan bir geçici hastane isabet almış. Zifiri karanlıkta sadece yaralıların çığlıklarını ve koşuşturmacayı farkediyoruz. Hedef olmamak için, gaz lambaları dahi söndürülüyor. Şarapnel parçaları ortalığı kan gölüne çevirmiş. ilkel şartlarda ve el yordamıyla müdahale yapılmaya çalışılıyor. Ama kimin ne yaptığı, etrafa savrulan bedenlerden hangisinin sağ, hangisinin ölü olduğu anlaşılmıyor. Kamerayla kayıt almaya çalışıyoruz ama, nafile. Çıplak gözle zor seçtiğimizi, kamera gömüyor bile. Sadece içleri parçalayan sesler yansıyor manyetik bandın yüzeyine.
Top mermisinin isabet ettiği tek katlı ve kerpiç olan yapı tamamen parçalanmış. Yanlış bir şeye basmamaya çalışarak enkazın içinde dolanıyoruz. Aslında ne yapmaya çalıştığımızı ben de bilmiyorum. Önümüzü göremiyoruz, çekim yapamıyoruz ama içimizden birşeyler ordan kopamıyor sanki. Yürürken bir an sendeleyince, ayakta kalan duvar parçalarından birine tutunmak istiyorum. Elime bir sıcaklık bulaşıyor. Sıcak ve kaygan bir mayi. Birden başım dönmeye başlıyor. Kulağımda çınlayan sesler uğultuya dönüşüyor. Öğürmeye başlayınca, kameraman arkadaşım beni farkediyor. Avucumda bir insan parçası var. diyebiliyorum sadece. Elimi nereye sileceğimi bilemeden kaçar gibi uzaklaşıyorum o köy hastanesinden.
--spoiler--
edit: yukarıdaki alıntılar, henüz yayınlanmamış olan, şahsıma ait kitaptandır. özellikle alakasız bir konu ararken bu sayfaya ulaşan okura yasal hatırlatmadır. entrynin yayın tarihi üzerinde, kimlik bilgilerim de moderasyonda mevcuttur. bir yerlerde kullanılması halinde yasal haklarımı saklı tutarım. *
savaş muhabirliği fiziki yeterliliğin yanısıra, neredeyse bir asker kadar arazi ve silah bilgisi, * kendi kendinize ve icabında arkadaşlarınıza yetecek kadar, yerinde teşhis koyarak doğru ilaç kullanabilme ve ileri ilk yardım bilgisi, * bulunduğunuz bölge ile ilgili, özet de olsa, siyasi ve kültürel detaylara hakim olma gibi artıları da gerektirir.
dil bilmek, insanlarla dost olabilmeyi becermek, soğukkanlı olmak, çabuk öfkelenmemek, empati kuabilmek, icabında sempatik olabilmek, hızlı karar verebilmek, yemek seçmemek vs. gibi gereksinimleri uzatmak mümkündür.
önceleri, muhabirlik mesleğinde olduğu gibi, savaş muhabirleri de, bu işin şartlarına uyabileceği düşünülen muhabirlerin arasından, gönüllülük esasına göre, alaylı olarak seçilirdi. * kişi kendi imkanlarıyla, ya da zaten üye olduğu dağcılık kulübü vs. vasıtasıyla, doğada yaşam, ilkyardım gibi kursları alır, hekim arkadaşlarından olası hastalıkların ilk anda teşhisine yönelik pratik bilgiler öğrenir, daha sonra bunları hobi haline getirip tıp fakültesi ders notları karıştırmaya başlar, yola çıkmadan tavsiye üzerine bir çanta ilaç alır, gerekli aşılarını yaptırıp yola çıkardı. yakın zamanda anadolu ajansı'nın, savaş muhabiri yetiştirmek üzere eğitim programı düzenlediğini duydum. neyi ne kadar anlatıyorlardır bilmem.
--spoiler--
Lacivert ay ışığında, gölgeler kıpırdıyor. Etrafımızdaki kalabalık siluete bir grup daha ekleniyor. Uğultu halinde konuşmalar, cevapsız sorular, meraklı bakışlar ve üzerimize doğrulan parlak namlular...
Buz gibi bir aydınlık. Gecenin bir ton açığı, gündüzün de, kaynakçı gözlüğünden yansıyan hali sanki. Bu ışık rengi bile, bizi ürkütmeye yetiyor. Havada en küçük bir kıpırtı yok. Ama soğuk, bir derin dondurucu sessizliğinde işliyor ciğerlerimize. Burnumuzdan çıkan buhar donacak neredeyse. Alabildiğine geniş bir arazi, etrafında gölgesi mor dağlar uzanıyor. Gökyüzünde bütün takımyıldızları görmek mümkün. Kafamızı kaldırmaya bile gerek kalmadan, ufuktaki dağlara kadar Samanyolu, yere daha da yaklaşmış gibi net gözüküyor. Dikili bir tek ağaç yok. Küçük büyük kayalar, dev çukurlar ve ta ileride bir kıl çadır hayal meyal seçiliyor. içeriden sızan ışık gaz lambasından geliyor olmalı. Bileğimize kadar çıkan balçık, görebildiğimiz mesafede tek doğa örtüsü. Ayak izleri belli olmayacak kadar yumuşak ve derin. Çoraplardan vazgeçtik, bir de botların içine kadar girmese...
Garip uğultu bir an duruluyor. Namluların bir kısmı aşağı iniyor. Bazıları hala tetikte. Bütün yüzlerde işlemeli bir örtü sarılı. Kar maskesi gibi, sadece gözleri açıkta. Sürme çekilmiş gözler, daha bir sert bakıyor sanki. Bu da bir tür savaş boyası olmalı. Grubun arkasından yaklaşan bir kişi, kalabalığı ikiye açarak yaklaşıyor. Üzerinde kamuflaj renkli bir elbise, belinde Kızıl Ordu armasından tokalı bir kemer, bileklerine kadar gelen siyah botlar ve kafasında da pakul denilen yerel Afgan şapkası var. Sakalı ve bıyığı uzun. Diğerleri gibi sürme çekmemiş ama, hepsinden daha sert bakıyor. Ağır adımlarla yaklaşıyor. Emreder bir tonda bize sesleniyor ve en azından yarısını anlayabildiğimiz ilk cümleyi duyuyoruz: "Pasport biti..."(Pasaportları verin.)
--spoiler--
--spoiler--
Saatlerdir karşılıklı atılan tank-top mermilerinden bir tanesi tam hedefi bulmuş belli ki. insanların işaret ettiği tarafa doğru koşuyoruz. Şifahane harapşut. (Hastane harap oldu) sözleri çalınıyor kulağıma. Bulunduğumuz yere mesafesi 500 metreden az olan bir geçici hastane isabet almış. Zifiri karanlıkta sadece yaralıların çığlıklarını ve koşuşturmacayı farkediyoruz. Hedef olmamak için, gaz lambaları dahi söndürülüyor. Şarapnel parçaları ortalığı kan gölüne çevirmiş. ilkel şartlarda ve el yordamıyla müdahale yapılmaya çalışılıyor. Ama kimin ne yaptığı, etrafa savrulan bedenlerden hangisinin sağ, hangisinin ölü olduğu anlaşılmıyor. Kamerayla kayıt almaya çalışıyoruz ama, nafile. Çıplak gözle zor seçtiğimizi, kamera gömüyor bile. Sadece içleri parçalayan sesler yansıyor manyetik bandın yüzeyine.
Top mermisinin isabet ettiği tek katlı ve kerpiç olan yapı tamamen parçalanmış. Yanlış bir şeye basmamaya çalışarak enkazın içinde dolanıyoruz. Aslında ne yapmaya çalıştığımızı ben de bilmiyorum. Önümüzü göremiyoruz, çekim yapamıyoruz ama içimizden birşeyler ordan kopamıyor sanki. Yürürken bir an sendeleyince, ayakta kalan duvar parçalarından birine tutunmak istiyorum. Elime bir sıcaklık bulaşıyor. Sıcak ve kaygan bir mayi. Birden başım dönmeye başlıyor. Kulağımda çınlayan sesler uğultuya dönüşüyor. Öğürmeye başlayınca, kameraman arkadaşım beni farkediyor. Avucumda bir insan parçası var. diyebiliyorum sadece. Elimi nereye sileceğimi bilemeden kaçar gibi uzaklaşıyorum o köy hastanesinden.
--spoiler--
edit: yukarıdaki alıntılar, henüz yayınlanmamış olan, şahsıma ait kitaptandır. özellikle alakasız bir konu ararken bu sayfaya ulaşan okura yasal hatırlatmadır. entrynin yayın tarihi üzerinde, kimlik bilgilerim de moderasyonda mevcuttur. bir yerlerde kullanılması halinde yasal haklarımı saklı tutarım. *
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar