bugün

entry'ler (50)

cm 01 02

yıllar sonra bile hala yeni bir oyun açıp başlatabiliyor insanı. bu oyunu bırakamazsınız sadece ara verirsiniz.

(#7778787)

öldü demenin alternatifleri

(bkz: cenette sana yer tutuyor)

volkan demirel

(bkz: dağ haydutu)

tuvaletten çıkınca elini yıkamayan insan

oz dizisinde kareem said in bir bölümde tuvaletten çıkınca elini yıkamadığı görülmüş ve kendisinden tiksinilmiştir. hiç hijyenik değil efendim.

kurban kesmeyin kestirmeyin kampanyası

(bkz: et yemeyin yedirmeyin)

batman havaalanı

akşam üzeri havaalanına yürüyerek gitmek çok iyi bir tercihtir. güneş dağın arkasından batarken bir manzara var ki...

uyku kaçıran filmler

(bkz: touching the void)

sobalı evde büyüyen çocuk

Bilhassa havanın erkenden karardığı soğuk kış akşamları evinize adım attığınızda önce onun yokluğu karşılıyor sizi biliyorum. Onun yokluğunu düşünüp mutsuz oluyor, onunla geçen koca bir maziyi tebessümle yâd ediyorsunuz zihninizde, kalbinizde. Onu hatırladığınız andan itibaren senelerdir evinize uğramayan bir dostun sıcak hasreti sarıyor tüm benliğinizi ve birden etrafınızdaki her şey tuhaf bir sessizliğe gömülü, ustaca hazırlanmış bir dekora dönüşüyor. Usul usul çocukluğunuz ya da ilkgençliğiniz tutuyor hareketsiz kalan elinizden ve sizi bahçeli, küçücük müstakil evinize götürüp dışarıda uğuldayan soğuğa küçücük çıtırtılarla karşılık vermeye çalışan sobanızın kenarına bırakıveriyor. Ne yaşıyorsanız orada, o sobanın başında yaşıyorsunuz işte. Dünya orada dönüyor, gün orada başlayıp orada bitiyor. Tebessümlere, sohbetlere ondan bir sıcaklık siniyor ve kederler hüzünler kaybolmasa da uzaklaşıyor onun yanı başında. Yıllar sonra yokluğunda anlıyorsunuz, onun oraya, odanın ortasına değil de huzurun ve durgun bir hayatın tam ortasına kurulu olduğunu.

* * *

Eğer sobalı bir evde büyüdüyseniz, sobaya dair hatıralarınız asla küllenmez zihninizde. ilk zamanlar canınızı yakan, sizi inciten acı hatıralardan bile yıllar sonra tatlı bir sıcaklık yayılır kalbinizin odalarına.

Kim bilir elinizde kolunuzda kaç küçük yanık izi bırakmıştır da yine ona küsmemişsinizdir. En sevdiğiniz kazağınızı, her gün kullandığınız eldiveninizi ve daha kendisine sırf kurutsun diye emanet ettiğiniz pek çok eşyanızı elinizden almasına da ses çıkarmamışınızdır çoğu zaman biliyorum. Hatta son anda elinden kurtardığınız bir eşofmanla yahut önlükle bir yıl okula gidip gelme mahcubiyetini size yaşatan da odur. Ancak yine de ona kızamamışsınızdır bir kez. Zira ya üzerinde kar, buz erittiğiniz zamanların intikamına yormuşsunuzdur onun bu hallerini ya da doymak bilmeyen midesine gönderdiklerinizin fazlalığına.

Kâh sizi etrafına toplayan kocaman bir oyuncağa dönüşmüştür, kâh şefkatli, sıcak bir anne, baba kucağına… Kâh uzun bir kış gecesi ejderhalarla dolu hayal sinemaları izletmiştir size evin tavanına vuran ışıklarıyla, kâh hüzünlü ninniler fısıldamıştır kulağınıza, uyku tutmayan gecelerde uyumanız için.

Yemeğiniz onun üzerinde pişmiştir, çamaşırınız onun yanında kurumuş, çayınızı o sıcak tutmuştur. Onun fırınında annenizin pişirdiği ve bir ömür tadını unutamadığınız ekmeğin kokusuyla açmışsınızdır bazı sabahlar gözlerinizi güne. Onun üzerinde güğümlerle kaynayan sularla çimdirmiştir sizi anneniz kocaman sac bir leğenin içinde hastalanmayasınız diye. Nereden size musallat olduğunu bilemediğiniz kış hastalıklarını battaniyelere sarınıp, minderlere uzanarak, ancak onun kıyısında başınızdan savabilmişsinizdir. Ezan seslerinin havada donduğu soğuk sabah namazı vakitlerinde onun size sakladığı ılık su ile almışsınızdır abdestinizi. Elektriklerin ansızın kesildiği uzun kış akşamlarında kim bilir kaç şarkı, kaç türkü tutmuşsunuzdur pilli radyonuzu dinlerken onun yanı başında.

* * *

Kimimizin kuzineli uzun sobaların başında kaldı çocukluğu, kimimizin içi tuğlalı yüksek sobaların kıyısında. Kimimizin ise kocaman odalarda tezek ve çalı ile doyurulmaya çalışılan küçücük sac sobaların önünde…

Kabanın, kazağın, ayakkabının, yorganın, battaniyenin; hatta odanın, evin değerini sobamızdı bize öğreten. Dış kapının anahtar deliğinin tokmak gibi buz bağladığı ayazlarda; odunu, kömürü, evi barkı olmayanları düşünüp, onlar için dua etmek inceliğini de sobamız işledi çocuk kalplerimize.

Avuçlarımızın içinden iğneyle çıkardığımız kıymıkların acısını unuttuysak da onun için odun kırmaya çalışırken kör keserlerin ellerimizde açtığı yaraların izleri silinmedi yıllar yılı.

Gençlik yıllarımızda sahibine gönderemediğimiz mektupları, kendimizden dahi sakladığımız şiirleri ve bazen unutmak istediğimiz fotoğrafları teslim ettiğimiz en büyük sırdaşımızdı sobamız. Ne bir cümlesi duyuldu başkası tarafından ona emanet edilen mektupların, ne bir kelimesi…

* * *

Elbette yalnız evlerimizin, odalarımızın vazgeçilmezi değildi o. Okullarımızda, kış boyu gocuklarla oturulan kırık pencereli sınıflarda da Şırnak’ın, Cizre’nin haritadaki yerini öğrenmeden önce kömürünü öğrendik, böğrü delik deşik sobaların başında. Öğretmenimizden aferinler almak için kaç kez suni teneffüs yaptık küçücük ciğerlerimizle, iki büklüm yorgun, yaşlı sobalara. Kaç kez kararmış ellerimizde çıra ve is kokusuyla döndük suları kesik okullarımızdan evlerimize…

Büyüklerin yeni yürümeye başlayan kardeşlerimize onu gösterirken niçin “uf”, “cıs” gibi kelimeler söylediklerini ancak acı tecrübelerden sonra anlayabildik ve fen bilgisi derslerinde yapamadığımız deneyleri onun sayesinde yaptık. Kolonyanın yanabileceğini, ilaç şişelerinin patlayabileceğini bize o öğretti.

Belki de en mühimi, bir evin bacasının tütmesinin ne demek olduğunu onunla yaşadık, onunla bildik.

* * *

Şimdilerde ne evlerde, ne okullarda… Bazen usul usul uzaklaşan hurdacı arabalarının üzerinde, bazen eski eşya alıp satan dükkânların önünde rastlıyorum en çok sobalara. Belli ki halen anlayabilmiş değiller ansızın kapı önüne bırakılmalarının nedenini. Yüzleri çizik çizik, kapakları paslanmış olsa da, halen yanlarından geçen sokak kedilerine tebessüm ediyor gibiler. Her birinin yüzünde ayrı hikâye, her birinin kalbinde başka başka ayrılıklar. Yerlerini yadırgadıkları her hallerinden belli, hepsinin bakışında aynı keder, duruşunda aynı tedirginlik ve ümitsizlik…

* * *

Evde onun yokluğundan oluşan boşluğu yıllardır dolduramıyorsunuz biliyorum. Ne kanepeler, ne masalar koydunuz onun yerine, ama hiç biri yakışmadı oraya.

Onu evinizden uzaklaştırdığınızdan beri sanki yemeklerinizin tadından, huzurunuzdan ve çayınızın sıcağından bir şeyler uzaklaştı gitti onunla, siz de farkındasınız.

Sobanız olmadığı için artık minderleriniz de terk etti evinizi. Yıllardır kibrit almıyor, eski defterlerinizi, kâğıtlarınızı biriktirmiyorsunuz o evinizde olmayınca. Hiçbir şeyin varlığı, onun yokluğunu unutturmuyor, halen mandalina, portakal yediğinizde kabuklarını çöpe atmaya kıyamıyorsunuz. Halen patates kızartmasına alışamadınız ve közlenmiş patateslerin tadını arıyorsunuz her seferinde.

Bazı geceler uyumaya çalışırken kulaklarınızda kapağı kırık, dibi kireçli güğümlerden gelen ninnilerle uzak diyarlara gitmek istiyorsunuz. Odun kokusu duymak, dışarıdan getirdiğiniz bir avuç karın, önce nasıl suya, sonra buhara dönüştüğünü tekrar tekrar seyretmek istiyorsunuz. Elektirikli, gazlı sobalar plastik meyveler gibi görünüyor gözünüze. Farkında değilsiniz; ama girdiğiniz her kapıyı sıkı sıkı kapatıyorsunuz ve tüm sıcaklığına rağmen zaman zaman kazakla dolaşıyorsunuz evinizin odalarında.

Unutmaya, yerini doldurmaya çalışmamız boşuna. Hiçbir şey tutmayacak onun yerini. Dört mevsimin üçünde evlerimizin en güzel köşesini süsleyen o kara gözlü, nazlı kış güzeli, önüne bırakıldığı kapıdan bir daha asla içeri girmeyecek.*

(bkz: hüseyin kaya)

konuşan sözlükler

twitter sayfasında arkaplanda ki incisözlük amblemi ilk dikkatimi çeken şey oldu. koskoca devlet üniversitesinde incisözlük logosu asılacakmı merak içindeyim.

10 kuruş ile yapılabilecekler

bir kişi daha bulunup masa üzerinde serçe parmaklar yardımıyla kale yapılarak masa maçı oynanabilir.

seargis

futbol hakkındaki yorumlarıyla ilgimi çeken yazar.

çocukken yaşanan utanç verici olaylar

dersaneye kayıt görüşmeleri için gitmiştik babamla.* malum deneme sınavına girilmiş ve o çok ünlü "çocuğunuz fena zeki, sınavda şöyle başarılı olmuş böyle yapmış" telefonu geliyor bizim eve. Benim kıç havada evdekiler farklı bakıyorlar falan.

Babamin başka bir dersaneden bir arkadaşı olduğundan mütevellit beni o arkadaşının dersanesine yazdırmayı istemekte. Ama ben bu dersaneye gönül vermiştim bir kere. Babayı zorla ikna ettikten sonra en azından gidip konuşmaya ikna ediyorum. Baba homurdanıyor çünkü tanıdığı dersanede 100-200 neyse daha az ödeyecek. Bizim istekler önemsiz biz cocuguz ne biliriz.

Baba oto tamircisi olduğundan işleri çok yoğun onu o yoğunluğun içinden alıp dersaneye götürmek bile bir mesele. Işte yine yoğun bir gündü aldım babamı dersaneye gideceğiz. Üstünde tofaş yazılı bir yağlı tulum var. Babanın işinden ya da kılığından kıyafetinden hiç bir zaman utanmadim. O günde utanmıyordum. Hiç bir zamanda utanmayacağım.

Dersanenin kapısına geldik içerden kızlar çıkıyor böyle yanında anneleri mutlu mesutlar böyle çıkarken bana gülüyorlar gibi hissediyorum böyle msn adresini verecekmiş de aramızda bişeyler olucakmış gibi. Belirteyim o zamanlar msn altın çağını yaşıyor telefondan popüler o seviye.daha girerken kendi kendime cennete geldim ışte cennettesin anarkı telkinleri yapıyorum.

yukarı çıktık sekreterlerin olduğu kata. bir kadın buyrun hoşgeldiniz diyerek babama yaklaştı benimde başımı okşadı. masasına gidip oturduk babam hiç bekletmeden fiyattan girdi konuya. ancak kadın o kadar güzeldi ki o an anlamıştım neden metrolarda "gelecek istasyon kabataş kabataş bu yöndeki son istasyonumuzdur" diye yapılan duyuruları neden kadınlar seslendiriyor. neden bankalarda sizinle ilgilenenler kadın oluyor anlamıştım çünkü mini etekli göğüs dekolteli kadınlara hayır demek çok zor. şahsen kadın o anda "çocuğunuzu bizim dershaneye yazdıracaksınız!" diye emir kipiyle konuşsaydı "parasını ben çalışıp ödeyeceğim baba bırak beni gireyim dershaneye yeter ki şu kadını tersleme lütfen" diyesim geldi. ama babam kendinden emindi.

fiyattan açıldı konu kadın fiyatlarımız "1800 lira ancak çocuğunuz sınavda gösterdiği başarı sayesinde 1400 liraya kayıt olabilir" haha ben bile gülecektim hadi oradan tamam güzelsinde pazarlamacı olamazsın sen. asla. yok yani beceremedin beni bile kandıramadın babamı hiç kandıramazsın. gayet sınavdanda normal bir öğrenci gibi netler çıkarmıştım. abartma lütfen diyesim geldi ama demedim çünkü babam yanımdaydı ben konuşamazdım. babam olmaz fazla falan demeye başladı ben baba dur tartışma "he de" gülüşerek çıkalım bu binadan yeniden başımı okşasın. ama babam işi yokuşa sürüyordu. derken o an geldi çattı babam kundurasını ayağından çıkartarak kadının suratına doğru ayakkabının tabanında ki deliği göstererek "bak bak bizim durumumuz kötü yap bişeyler" dedi.

işte o an hayatım film şeridi gibi geçti gözümün önünden. sanayide çalışırken herkesin içinde ustasından tokat yiyen çırak gibi kaldım orada. kadınınsa bozulduğu herhalinden belliydi "daha fazla birşey yapamayız ama 100 lira daha indirelim haydi" dedi. babamsa olmaz öyle şey diyerek beni tuttu ve dışarıya çıktık. çıkarken o yüzüme gülen annesiyle gelen kızlar yoktu. herşey tozpembeyken hava grileşti yağmur yağacak gibi oldu ve dükkana döndük bende dükkanı süpürdüm. ama içimde bir karadelik oluşmuştu o gün. hey gidi hey.

yaran maçkolik yorumları

afrika kupası gana-gine maçıydı sanırım. Arkadaş üst vermiş anlaşılan:

"ulan bi daha afrikaya yardım yaparsam aq" yine bir diğeri kaçan golden sonra:

"off gene gına geldı " dk 85 0-0 falandı sanırım. Yaratıcılar vesselam.

bir kızı sinirinden hoplatacak erkek sözleri

boynu kısaysa herhangi olumsuz (bazen olumluda olsa sinirleniyorlar deneyle sabit) ifade, şaka çokca sinirlendiriyor. işinize yarayacaksa şunu da söyleyeyim belli etmese bile gece uyuyamayacaktır. tabii size değer veriyorsa geçerli bu. Aslında Ayrılmak içinde güzel bir sebep.

at adam

gülüp geçebileceği yerde düşeni kurtarmak için elini baba ruhlu bir fedakarlıkla uzatan, gönlüme su serpen yazar.

face de yanlışlıkla arkadaşlık isteği göndermek

üstelik eklenen hesap annenin facebook hesabı ise işler iyice boka sarıyor. Ya ışte o kadar vahim.

boğaziçiliyim deyince eksilenmek

boğaz içinde kalmış mideye inememiş, pişmemiş, ham insan eksilenir. Normal bir durum.

futbolun zevkine varabilme yolları

futbolun zevkine ancak oynandığı zaman tam manası ile varılabilir. O da ancak güzel bir sahada, eşit güçteki takımlarla, (özellikle diğer oyuncuların fizik ve teknik olarak hemen hemen sizinle aynı olması çok önemli) en önemliside herkesin oyunu ciddiye almasıdır. Eğer oyun ciddi değilse herşey sıçıyor. Mesela kaleci topu alıp gol atmaya çalışıyorsa zevk alamazsınız. Zorla oynarsanız zevk alamazsınız.

-Alo ahmet maç var gelcen mi?
+Oluur. Hem bi değişiklik olur.

Olmaz.
Senin oynama isteğin gelecek maç yapacak adam arayacak ve birbirinizi bulacaksınız. Sahaya para verirken üzülmeyeceksiniz. Mükemmeli istiyorum değil mi?
Sonra kıyafet çok önemli. Rahatlık ön planda olacak o tamamda, gecelik, pijama vs. De olmaz yani. Gidin forma alın. Şort alın krampon alın. Kendinizi bir şey zanneder havalara girersiniz. Çok faydası olur. Ve son olarak mevkii konusunda anlaştınızmı iş tamamdır. Doya doya oynayın. Abone olun sahaya.

nur cemaati kamyon arkası sözleri

pensilvenya'lım.

eşkıya

nedense bu film beni tekrar istanbuldan ve büyük şehirlerden soğutmuştur. filmin öyle bir havası var. gerek 90'ların kötü havası işlendiğinden gerekse beyoğlunun kirli sokaklarında geçtiğinden bende böyle bir etki uyandırmıştı.