bugün

entry'ler (319)

28 ocak 2014 faiz arttırımı

türkiye'de olan biten şeyleri daha farklı bi pencereden algılayalım. mesela medyayı ele alın. ekonomi bilimi okullarda sanki bir fizik kimya bilimi gibi somut bir şeymiş gibi anlatılır. ama ekonomi çok sosyal bir bilimdir esasen. insan faktörü en önemli değişkenlerden birisidir. lakin, ekonomi'ye giriş derslerindeki ilk varsayımlardan birisi, insan değişkenini "rasyonel insan"a sabitleyip, o değişkeni ortadan kaldırmaktır. yani iki bilinmeyenli denklem çözerken x'i 0 alıp y'yi bulmak gibi düşünebilirsiniz.

şimdi, insan faktörünü değişken olarak kabul edip, onun üzerinde oynanan oyuna konstantre olalım. komplo teorisyeni değilim. ama gözlemime göre bu şey çok gerçekçi.

türkiye'de son 10 yılda olan şey ve dün gece itibariyle patlayan sözde ekonomik büyüme ve istikrar üzerinde medya faktörünün etkisi.

önce dün akşam ne oldu? dün akşam, merkez bankası, paramızın bekledikçe kazanacağı para miktarını arttırdı. yani, bir nevi ona bir değer katarak, yabancı paralara göre değerini artırdı. mesela, artık elinizdeki bir lirayı vadeli bir mevduata yatırınca eskisine göre daha çok para kazanıyorsunuz. e hal böyle olunca, türkiye piyasalarındaki aktörler, yabancı parayı bırakıp türk parasına yönlenecektir. dolarını satıp, yerine türk lirası alacaktır. hal böyle olunca, TL'ye talep artacak, bu da üzerinde talep olan her ürün gibi onun fiyatını artıracaktır. şöyle düşünün, kristiyano ronaldodan dünyada 10000 tane olsa, fiyatı 95 M € olmazdı. onun yerine daha düşük bir rakam olurdu.

tabi bu çok geçici bir önlem. çünkü, uzun vadede, faize yatırılan tl'nin bir karşılığı olmalı. e merkez bankası da haliyle bu parayı karşılamak için piyasaya daha fazla TL sürecek, bu da ne demek oluyor: enflasyon... enflasyon demek, karşılığı olmayan para demek bir nevi. yani tıpkı kristiyano ronaldo gibi, bu para denen meret de sayısı arttıkça değer kaybedecek. değer kaybettikçe, satıcı, aç kalmamak için fiyatları yükseltecek(bakkal manav, carrefour her şey).

türkiye'de üretim denilen şey yok arkadaşım. buna tarımdan tutun, sanayiye kadar her şey dahil. başbakan'ın çiftçi'ye ananı da al git dediği günden beri, o üretim bitti. yarı karadenizli yarı egeli biriyim. iki tarafı da gördüm biliyorum. karadenizde insanların ana geçim kaynağı olan fındığın* fiyatını bi yılda taak diye 8 liradan 4 liraya düşürdü bu siyasetçiler. bir ara iş, fındık ocaklarını sökülmesine kadar gitti. sonra gidip, başbakanın danışmanlarının cebine para girecek diye, avrupa'dan bi yerden fındık ithal ettiler. eskiden egede, her yerde uçsuz bucaksız pamuk tarlaları olurdu, artık hiçbirisi yok, bir kısmının yerine apartmanlar dikildi, geri kalanı da mısır tarlası artık. çiftçinin anası ağladı. türk sanayisinde de ben* dışardan gelen parçaları takıp birleştirip araba yaptık bahanesinden başka bir üretim bilmiyorum. onlar da fiyat, pejo, sitröen felan. üretim mi la bu? şu koca ülkenin kendine ait bir arabası bile olmaz mı? hadi telefon, bilgisayar filan gibi mikro teknolojileri geçtim. üretmiyoruz arkadaşım. üretmediğin, ve satmadığın için de aslında yukarda bahsettiğim para fazlası enflasyon olarak dönüyor. çünkü, ülkede sadece kağıt para dolaşıyor. ona relatif olarak değer katan bir şey yok yani.

inşaat ya habibi dediğimizlen, anca müteahhitleri zengin ettik. her yere lüks evler diktik. istanbulu bok götürüyor salak saçma kuleler yüzünden. lan müteahhitsin anladık da, göz zevkin yok. müslüman adamda estetik olur amına koyim, atandan örnek al, bu millet islam'a kubbe yapmayı, ince uzun minare yapmayı getiren millet. biraz güzel bişi yap da inşaat yaptın diyek.

şimdi, insan faktörüne dönelim. bu pembe senaryoların çizilmesi nasıl oldu? sanırım ilk kez aşk-ı memnu'nun yayına girdiği zamanlarda başladı. insanımız, o zamanlardan itibaren tamamen, tüketim odaklı yaşayan, sürekli lüks yiyen içen, giyinen sınıfa özendirildi. behlül ve bihter'in yaşamlarına baktık önce. sonra yaprak dökümü geldi. orjinal kitabında fakir memur ailesi olan aile, dubleks villada yaşıyodu amk. sonra sürekli ve sürekli, yayınlanan ve özellikle orta halli, akşam eve gidince tv izleyen sıradan vatandaşın izlediği dizilerimizde ve programlarımızda (behzat ç ve leyla&mecnun gibi klasikleri hariç tutuyorum)bu lüks tüketim alışkanlığı ısrarla özendirildi. yemekteyiz gibi salak saçma bir şey vardı, insanlar, orada mum ışığında yemek yiyen insan müsveddelerini ve onların "normal evlerdeki lüks yaşantı taklitlerini" gördü, yemekte birbirlerinin arkasından dedikodu yapmalarını izledi. lan israf, dedikodu haramdır amk lan. senin annen, yumurtayı kırdıktan sonra, kabuğunu parmağıyla sıyırıp yağın içine atmıyo muydu pezevenk? bilinçaltından böyle böyle yavaşça zehirlendik. gençler bundan etkilendi, mesela, eskiden olsa, aç kalsan napardın kardeşim, bi iş bulurdun. çalışırdın. lise çağında* ben işe giderim diyen, çalışmaktan ter dökmekten utanmayan kaç genç vardır? onun yerine insanlar, borçlanıp lüks telefonlar almaya başladılar. kimse de senin neyine amk telefon demedi. dünyada maaşından daha fazla parayı telefona yatıran tek millet biziz sanırım. ve bunun sorumlusu, yıllardır üretmeden tüketmeye yönelten siyasi politikalar, bunlarla paralel ilerleyen medya vs her bir şey. benim saf vatandaşım da, ne güzel yedi bunları. ne güzel yedi. akşama kadar kahvede futbol konuştu da, lan ben bu kahvede oturuyom, ben nası yaşıom amk demedi... reza'lardan carttan curttan, araplardan gelen, amerika'daki krizde türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere akan sıcak paralarlan yaşadı gitti, kimse görmedi amk. üretmiyoz diyene vatan haini dedi bu insanlar. ekonomi uçuyor yalanlarını da bööylece yedik gittik.

bakalım neler olacak yakın zamanda. kahin değilim, derinlemesine ekonomi bilmem, felaket tellalı da değilim, ama gidiş biraz şarampole doğru.

allah sonumuzu hayretsin

vesaire.

mercan dede

daha kendilerini yeni keşfettim, ve keşfeder keşfetmez baktım ki ceza ve yıldız tilbe ile düetleri var.

harbiden ben baya geniş adam gördüm, hippi arkadaşım oldu, anasını babasını terkedip dağa kaçan adam tanırım, haitide gönüllü çalışmaya gidip orada senelerini geçireni bilirim, ama ben böyle geniş adam görmedim.

http://www.youtube.com/watch?v=k3q1QtdE15E

kendisine buradan sormak isterim. acaba biz mi yıldız hanım'ı yanlış tanıyoruz?

twin peaks

gördüğüm en iyi başlayan ve en kötü biten dizi. yazıda spoiler var gibi, ama aynı zamanda yok gibi.

dizi ilk sezonu ve ikinci sezonunun 8. 9. bölümüne kadar akıllara zarar* gidiyor. ondan sonra bir sıçıyor bir sıçıyor, nasıl sıçıyor belli değil. diziyi 2-3 günde izledim. hepsini bir arada izleyince zaafları çok sırıtıyor.

dizinin ilk 16 17 bölümünde david lynch etkenini görebiliyorsunuz, ama filmlerinden daha anlaşılır bir iklimi var. mesela filmlerinde gerçekten hiçbir konsepte oturtamadığınız anlaşılmazlıklar var. yani filmleri anlamlandırmak için içinde yaşadığınız gerçeklik boyutunun dışında düşünmeniz gerekiyor. mesela lost highway'de içinde yaşadığımız zaman çizgisini kırarak düşünmeniz gerekli. eğer ki bizim alışık olduğumuz saatle ölçülen ve öncesi sonrası kavramlarını içeren düz mantık zaman kavramıyla düşünürseniz, film diye bişi kalmıyor. yani filmleri anlayabilmek için şu anki tek gerçeklikten çıkıp sonsuz sayıdaki diğer gerçekliklerden birine paralel bir şekilde düşünmeniz gerekiyor. dolayısıyla, sonsuz sayıdaki gerçeklikten, doğru olanı seçme olasılığınız matematiksel olarak sıfır * . o yüzden filmleri çok anlaşılmaz geliyor, ama üzerinde yeterince düşününce bir şeyler çıkabiliyor, çıkmaya da biliyor.

ama dizi başlangıçta daha çok çözülmeyi bekleyen sırlar şeklinde yansıyor izleyiciye. yani filmlerdeki gibi anlaşılmazlık amacı yok gibi, sanki her şey ilerde çözülecekmiş gibi geliyor, aslında öyle de gidiyor, ta ki bahsettiğim yere kadar. 2. sezonun ortalarında sanki dizi olması gereken çizgiden çıkarılıp, daha da uzatılmasına filan karar veriliyor, hikayenin ana olayı olan cinayet çözülmesine rağmen durduk yerde farklı kişiler filan ortaya çıkıyor, çözülmesi gereken bazı sırlar çözülmüyor ve yeni gelen karakterler ve olayların içine yedirilmeye çalışılıyor. bir dizinin sıçışı, dizide meydana gelen tesadüflerin artışıyla doğru orantılıdır. 2. sezonun ortasında sürekli insanlar tesadüfen bir şeyler yapmaya başlıyorlar ki, olay rayından çıksın ve başka bir raya oturabilsin.

neyse benden büyük dizi şimdi, çok konuşmamak lazım. david lynch abimize de saygılar yine de.

vesaire.

doların 2 tl olmasının geçici olması

iyi ya da kötü olması, neremizden geçtiğine bağlıdır.

the newsroom

cccGodblessAmericaccc,

Bu Amerikan milleti, öyle kötü empoze edilmiş bir dünya görüşüyle yaşıyor ki. anlam vermek imkansız, biz milletimizdeki cehalete filan kızıyoruz, insanların olan bitenden haberi yok diyoruz da, sanırım tüm dünya bu halde...

Adamlar 1. sezon 6. bölümde Fukuşima'dan bahsederken muhabbet şöyle gelişiyor:

-Radyasyon seviyelerini olduğundan aşağıda gösteriyorlar.
+Japonlara bu konularda güvernirim, radyasyonla baya bi tecrübeleri var...

Dizi esasen gayet iyi, sanki böyle muhalif bir duruşu var edası vermeye çalışmışlar ama, amerika'nın muhalifi bile bi adi bi haysiyetsiz*. la böyle espiri yapılır mı? bu ne dinle ne bişiyle dalga geçmeye benzer amk. zaten hem dünyanın hem de heriflerin anasını sikmişsin, suçlusun, yaptığın şeyin elle tutulur tarafı yok, adamların bebeklerinin hala kafasından kol çıkıyor hiroşima ve nagasaki'de.

yaptığın diziyi her yer izliyor amk, tamam paradan başka bişiyi gözün görmüyor olabilir de el insaf lan...

ben mi aşırı reaksiyon gösterdim bilemedim ona ama...

iğrenç espriler köşesi

kadının biri yolda yürüyormuş hamile kalmış.

çünkü yol düzmüş.

bu başlığın işi ne monaco?

tek bir oyun oynama hakkı olsa seçilecek oyun

(bkz: outlaws)
don't be a fool marshall, where are you marshall?

hayri kozakçıoğlu intihar etti

olaylar gitgide dizilerdekine benzemedi mi? böyle eski valiler filan evinde ölü bulunmaya başlandı bilmemne. 75 yaşında adam, kalbine sıkıyor.

(bkz: allah allah)

22 mayıs 2013 fenerbahçe trabzonspor maçı

lan ben diyorum bu memleket adam olmaz diye, sakal da var, dinleyen yok.

anlatayım:

trabzonspor taraftarıyım, memleketimden çok uzaklarda egede bir şehirde yaşadım bütün çocukluğumu. biz aileden gelenekten öyle gördük, çok fanatik bir futbol taraftarıydım. kafaları yerdim maç günleri. sikindirik lig maçlarına bile sabahtan moda girerdim. şota'nın gollerine sevindim, hami vurunca direkten dönerdi ben ağlardım, gökdeniz dripling yaptı mıydı ben yerimde zıplardım, yattara çalım geçince ben takla atardım olduğum yerde. egemen hata yapınca kafamı duvarlara vururdum.

Bizim oturduğumuz yerde insanlar hep istanbul takımlarını tutardı. siktiğimin sınıfında 30 kişide bi trabzonlu bendim, siktiğimin 1000 kişilik okulda tek trabzonlu bendim, koca siktiğimin ilçesinde 5 tane trabzonlu yoktu, biri ben biri babam biri de abimdik zaten. o sınıftaki insanlar 10 sene boyunca hep dalga geçtiler benle, o güce boyun eğen tiplerine bakmadan. ben onlara hiç anlam veremedim. azcık daha büyüyünce, daha akil maç izleyince gördüm ki, izmir tribünleri** gs altay maçında galatasaray taraftarıyla doluydu, manisa tribünlerinde fener maçlarında hep fenerin ismi yankılandı. kimse sahip çıkmazdı takımlarına. anca çekirdek çitlemeye gidilen sikik lig maçlarında onlar kendi takımlarını desteklediler. bi baktık, bütün xsporlular fenerliymiş meğersem. biz karadeniz insanıyız. benim babaannem 70 yaşında dağda odun taşırdı iki büklüm. otoriteye karşı gelmek, asilik** o toprağın kokusunda vardı. ben bu insanları tanıdım bildim. o toprağın takımını tuttum. inadına.

sonra biraz daha büyüyüp, dünyadan haberdar olmaya başlayınca anladım ki bu adil olmayan bir yarış. bir lig var ligde 2-3 tane takım var, onların parası var, kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. taraftarları var, çoğu sadece bir renge inanmış, arkasında ruh yok, isyan yok. çocukluktan öyle görmüş devam ediyor. amcaları forma almış, çiklet almış. o da olmuş öyle.

sonra düşündüm, yahu, bir şeyin eğlencesi, zevki, güçlüye karşı güçsüzü tutmak değil midir? ben ne anladım bu işten hep kazanacaksam, şike yaptın* kazandın, bir oyuncuya 10 M€ bayıldın, aldın adam gol attı kazandın, ligindeki bütün takımların durumuna bakmadan bunu yaptın. onu da geçtim o adama bi yıl top oynar herhalde diye 5M€ para verdin. la bre adam, bre vatandaş, senin 1 milyon tanen, hayatı boyunca o parayı kazanamayacak toplasan. o gol attı, sen fakirliğin içinde devam ettin, evine sigaranı içtin. güçsüzü ezdin, güçsüzün gücü artmaya başlayınca erkenden kafasını ezdin*, herkese şakşak tutturdun, vatandaş,evinde çorba içti izledi. la biri de demedi ki bu nedir?

bu adil bir yarış değil dedim, ben maç izlemekten futboldan soğudum. soğuttular adamı, baktım bu iş yavaş yavaş çığrından çıktı. millet hatta şimdi, birbirini öldürmeye başladı. biri birinin elinden futbolcu aldı, sanki alan tarafın taraftarına çay demleyecek alper. bre adam, adam 5 yılda 10 M€ kazanacak. amını siktiğimin maçını izlerken çay almaya paran yetmedi, sen neyin taraftarısın. twitter'a gir, birbirine sokan sokana, birbirini siken sikene, yok neymiş benim yerim tavaymış. yok yav. bize kupa yerine semavermiş. ülkende bomba patladı 100 kişi öldü haberin yok. be adam, allahasen bi bak haline önce. adaletsizlik derken bunu kastediyorum işte: hem takımlar arasındaki relatif adaletsizlikten, bir de, biz sıradan vatandaşa giren kazıktan bahsediyorum. lan drogba'nın aldığı 5M€ yüzünden şu an ben 12 kişilik odada yurtta kalıyorum. bu nasıl adalet.

bu ülkedeki kulüp başkanları, allahasen kazandığın neyine yetmiyor. paranın köleliği her yere girdi zaten, bi eğlencemiz vardı, onu da aldınız elimizden. sokim parasına da, kupasına da, olmaz olsun böyle iş. ben kupa mupa istemiyorum arkadaş, şike mike de şikimde değil. uyanın arkadaşım artık. bu iş eğlence için yapılmıyor. anlayın şunu artık.

yaran futbol spikeri replikleri

ntvspor spikeri*: "ronaldo her zamanki gibi açmış bacaklarını bekliyor"

mateja kezban

(bkz: is she player)
(bkz: is she a big player)

insanı çıplak hissettiren durumlar

kışın 3 ay boyunca pantolonunun altına içlik giydikten sonra, bahar gelince içliksiz çıkmanın ilk günü.

yazarların sevdiği oyun karakterleri

(bkz: max payne)

max amca dururken efsanelik kimseye kalmaz. densizliğe lüzum yok.

başlıkları alt alta okumak

(bkz: en ideal meslekler)
(bkz: yaltakçı)

ayrıldığı sevgilisine orospu diyebilen erkek

-öyle demek istemedi. başka türlü demek istedi.
+aaa ne demek istedi
-uruzbu.

http://www.youtube.com/watch?v=YEfkusXuIuk

uludağ sözlük nihilizm cemiyeti

böyle bir cemiyet olmadığını düşünürler.

sözlük yazarlarının en son aldığı kitaplar

ihsan oktay anar- efrasiyab'ın hikayeleri*

sözlük yazarlarının itirafları

(#13230136)

çocukluk reloaded...

evet, çocukken acayip piçtim. hani piçliği eğlence olsun diye değil, resmen yemek yemek gibi bir dürtü olduğu için yapıyordum. çok normal geliyordu bana. yaptıktan sonra da hiç eğlendiğim söylenemezdi. hayatıma aynen devam ediyordum kaldığım yerden.

yukarıdaki entry'nin yanında abimin gözüne kolonya dökmüşlüğüm de vardır, sadece kanalı değiştirmedi diye. ve bunu çok sinsice yaptım. kendisi yerde yatıp elinde kumandayla tv izlerken, arkasından sızıp gözünün içine boca ettim. o yerde kıvranırken sanki zaman yavaşladı ve ben koşarak odadan koşarak uzaklaştım.

ara sıra seri katil filan olabilirim diye düşünmedim değil. ya da çok salak zevklere sahip olmamı, gerizekalı olmama değil, daha karizmatik ve gizemli* şeylere bağlama eğilimimden olabilir. mesela ezelimden pilavı şekerle yemeyi çok severim.

elektrik süpürgesinin uğultusuna bayılırım. annem ben küçükken evi süpürdüğü vakitler ben elektrik süpürgesinin yanına kıvrılır, onun dışarıya hava verdiği yere yastığımı koyar yatardım. babamın traş makinesinin sesi beni resmen zevkten dört köşe ederdi. bu ikisinin etkisi nispeten azaldı.

ama öyle bir şey varki ondan vazgeçemiyorum: saç kurutma makinesinin sesi ve verdiği rüzgarın tadı bende hiçbirşeye benzemiyor. hala ve hala yalnız kaldığım zamanlar saç kurutma makinemi açıp kendime tutuyorum. onun sesiyle uyumaya bayılıyorum. bütün iliklerimde hissediyorum sanki onun rüzgarını, onun sesini duyunca bütün dünyam o oluveriyor. daha bu gün onun sesiyle uyudum yine. annem geldi ve 23 senedir hiç yapmadığı bişeyi yapıp benimle taşak geçti bu yüzden daha bu sabah onu prizden çekerken. sanki bütün bedenime bir uyuşturucu verilmiş gibi... bütün her şeyi unutuyorum, sadece güzel hayaller kalıyor. ulan çok saçma değil mi? dünyada bundan hoşlanan başka biri var mıdır ki?

sevilen kötü karakterler

(bkz: ercüment çözer)

golden balls

ingiltere'de yayınlanan enteresan bir yarışma programı.

yarışmanın esası game theory ye dayanıyor. yarışmanın asıl ilgi çekici kısmı 4. etap olan split* or steal* kısmı.

yarışmacıların önünde 2 adet top bulunuyor. bu toplardan birinin içinde split diğerinde de steal yazıyor. iki yarışmacı da kendi önlerindeki topların hangisinin split hangisinin steal olduğunu biliyorlar.

ve pazarlığa tutuşuyorlar ve birbirlerini ikna etmeye daha doğrusu kazıklamaya çalışıyorlar,

- eğer ki iki yarışmacı da split derse önceki etaplardan biriktirdikleri parayı bölüşüyorlar.

- eğer bir kişi split bir kişi steal derse, steal diyen paranın hepsini alıyor.

- eğer iki kişi de steal derse kimse para alamıyor.

yarışma videoları için,

http://www.youtube.com/watch?v=p3Uos2fzIJ0

http://www.youtube.com/watch?v=TKaYRH6E36U

http://www.youtube.com/watch?v=S0qjK3TWZE8

gerçi bunun benzerini bir benzerini bizde de yapmışlar;

(bkz: güven bana)

ayrıca golden balls'ın diğer bir anlamı için;

(bkz: altın daşaklar)
(bkz: eş seslilik)