bugün

entry'ler (44)

hukuk isteyen sayısalcı

birçok eşit ağırlık öğrencisinden daha fazla fen ya da matematik neti yapma ihtimali yüksek olduğundan eşit ağırlıkçılar tarafından sevilmeyen öğrenci tipi.

benim sınava girdiğim dönemde sayısalcılara böyle bir imkan verilmemişti, o yüzden kafam rahattı. yarıştığım tek grup benim gibi eşit ağırlıkçılardı. fakat şimdikilerin işinin daha da zor olduğu bir gerçek. matematik netleri eşit olsa bile ygs fen netiyle fark atabilecek sayısalcıların edebiyat ve coğrafyaya eğilmeleri gerekiyor biraz. onu da başardıkları takdirde hukuk fakültesine girmemeleri işten bile değil.

esas merak ettiğim, bunca sene boyunca fen bilimleri ağırlıklı bir eğitim görmüş kişi kendini sosyal bilimler alanında bulunca afallar mı? onca formül ve hesaplamadan sonra insan faktörünün devreye girdiği, akla gelebilecek her türlü olasılığın dikkate alınması gerektiği bir alanı garipser mi? binlerce sayfa kitap okumak zor gelir mi?

bizim dönemdeki sayısalcıların birçoğu kitap okumaktan kendini soyutlamış, formüllerin ve matematiğin keskinliğine saplanmış insanlardı. en azından benim çevremdekiler böyleydi. şimdi kalkıp da bu kafadaki insanların hukuk okuduğunu düşünemiyorum. okurlar tabii de kendileri zorlanır.

biz de zorlandık elbette. ayrıca eşit ağırlıkçı olup da bu alanı algılayamayan, hukukun içine eden de yok değil elbette. eşit ağırlık denilen alan ortaya çıkmadan önce hukuk fakültelerine sayısalcıların girdiğini de unutmamak gerek.

bütün bunlar bir yana, eğitim sistemimiz adam gibi olsaydı hukuk okumak isteyen sayısalcıya "hadi be ordan, kendi alanınla alakalı bir şeyler seç kendine." diyebilirdim. fakat saçma sapan bir sistemimiz var. daha fazla fen neti çıkartarak hukuk fakültesini kazanma olasılığı artıyorsa bu sistemde, sayısal seçip hukuk okumak isteyen adama diyebileceğim laf yoktur pek. tavsiyem, hukuk fakültesine girince olaylara keskin bir gözle bakmaması, insan faktörünü göz ardı etmemesi ve kitap okumaya sıcak bakması.

beren saat misin tuğba büyüküstün müsün testi

bu sitenin yaptığı her bir testte istisnasız olarak "nur yerlitaş" çıkmam sonucunda "dalga mı geçiyor bunlar benle?" diye sormama sebep olan hede.

bari biraz yaratıcı olun, hadi başlıktakilerden birini çıkartmayın karşıma da başka isimlerle gelin. hep nur yerlitaş, hep nur yerlitaş, oluyor mu ama?

league of legends

birbirini tanımayan insanları bir amaç uğruna bir araya getiren bir oyun.

ben de bunu bugün öğrendim. kardeşimle dışarda oturuyoruz, elimizde abur cuburlar. tam kalkacağız, ben telefonuma bakacağım diye kalkamadım ama kardeşim kalkıp bir iki adım ileri gitmiş bile. kafayı bir kaldırdım ki iki tane kardeşim yaşlarında çocuk bizim ufaklıkla konuşuyor. dur dedim müdahale etmeden bir izleyeyim bunları. iki üç dakika bir şeyler konuştular ettiler, sonra çocuklar çekti gitti. kardeşim de bana hadi gelsene bee diye çemkirmeye başladı haliyle.

yanına gittim bizimkinin, dedim hayırdır, arkadaşların mıydı onlar. yoo dedi, tanımıyorum bile. evladım, çocuğum, tanımadığın adamlarla ne konuştun bu kadar, dedim. meğer bizimkinin elindeki kolanın kapağında bir şifre varmış ve bu şifreyi kullanınca league of legends'da 20 rp * kazanıyormuşsun. kardeşimin yanına gelen çocuklar da bizimkinden bu şifreyi rica etmişler, halden anlayan (!) kardeş de tabii, ne demek, buyrun, istediğiniz kadar alın tavırlarıyla kapaktaki şifreyi vermiş.

ne var bunda, alt tarafı şifre vermiş denilebilir, haksız da sayılmayabilir bunu diyenler. fakat birbirini tanımayan bu çocuklar arasında oyun sebebiyle geliştiğini gördüğüm iletişim çok değişik ve hoş geldi bana. şahsımın oynamışlığı ya da bugüne kadar adını duymuşluğu bile yok. yine de duygulandırdı yaşadığım bu olay. öyle bir paylaşayım dedim sözlük.

yemek tabağından patates kızartması alan arkadaş

"ay ben diyetteyim" triplerindeyse hiç çekilmeyecek arkadaştır.

normalde yemek paylaşmayı severim ama karşımdakinin yemeğinden de bir parça alabilmek koşuluyla * * başlığı açan sevgili yazarın da dediği gibi, kendisine salata söylemişse eğer, o yemekten bir parça almam çok da mümkün olmadığından kızılası, sinirlenilesi arkadaştır.

ama yook, kendisi de benim kafadan olup ahım şahım bir yemek sipariş etmişse, feda olsun o patatesler ona. çünkü ben de onun yemeğinden otlanacağımdır. böylelikle karşılıklı olarak çok mutlu olacak, harika bir doymuşluk hissiyle masadan kalkacağızdır.

beşiktaş

taraftarını hayal kırıklığına uğratma konusunda bir dünya markası haline gelmiş olan güzel takım.

hayal değil, gerçek bir hedefti bu sezonda şampiyon olmamız. oyuncular çok güzeldi, gençti, dinamikti. belki biraz tecrübesizlerdi ama çok sevildiler * diğer taraftarları geçtim, ben gerçekten çok umutluydum bu sezondan. dedim ki bu sene şampiyon olacağız, bu sefer hakikaten de şeytanın bacağını kıracağız galiba.

ama beşiktaş futbol takımı bir hayal kırıklığına daha imza attı maalesef. hiçbir maddi kaygısı olmayan bu taraftarı, takımının şampiyonluğuna sevinmek dışında bir amacı olmayan taraftarını gerçekten üzdü.

"alır mı acaba" tereddütleriyle izlediğimiz maçları söke söke aldıktan sonra en bırakılmaması gereken maçlarda yenildi. bir maça sevindi, ardından gelen beş maçta üzdü. çok çabuk şişirdi kendini. çok çabuk havaya girdi. ve sonuç: en olmayacak maçı kaybederek şampiyonluk yarışından adını sildirdi.

futbolcunun da, teknik ekibin de, yönetimin de oturup düşünmesi gerekiyor artık. futbol takımıyla uğraşılırken hakkında gram çaba sarf edilmeyen bayan voleybol takımı, play-offlara katılamayan erkek basketbol takımı aklıma geldikçe deli oluyorum. bu kadar önem verilen, çaba sarf edilen, desteklenen branşının bu hallere düşmesi içler acısı.

son olarak; süleyman seba'nın anısına sezonun adının "süleyman seba sezonu" konmasına verilen tepkilerden zaten hoşnut değildim, şimdi beşiktaş'ın şampiyon olmayacağı kesinleştiğine göre çok daha rahat konuşabilirim. süleyman seba'nın yaptıklarından ettiklerinden ziyade bir beşiktaşlı olduğu gerçeğine, sadece buna dayanarak "beşiktaş'ı şampiyon yapacaklar" diye bol keseden sallayan kardeşlerim, bu laflarım size. süleyman seba'yı sevmeyebilirsiniz, futbol adına hiçbir şey yapmadı, amaan o da kimmiş diye düşünebilirsiniz *. bunlar sizin fikirleriniz, belli bir dereceye kadar tahammül edebilirim belki. fakat sezon adı değişikliğini şike işareti olarak algılamak da nedir? bu nasıl bir mantıktır, benim aklım almıyor açıkçası. sezonun adına bir beşiktaşlının adı verilmesi bu kadar mı gücünüze gitti? hani önemli olan futboldu, kardeşlikti, bir taraftar olarak bu sporun gelişmesine katkıda bulunmak ve maç bazında takımını desteklemekti? kazandığımız her maçta döndürüp dolaştırıp aynı muhabbetin açılması baymıştı artık. beşiktaş'ın şampiyonluk şansı bitti, tüh bak şampiyon yapmıyorlarmış, gördün mü? acaba ne zaman anlayacaksınız beşiktaş'ın beşiktaş'tan başka dostunun olmadığını, olamayacağını, her durumda beşiktaş'ı yerin dibine batırmak için çabalayan bir güruh olduğunu ve bırakın şampiyon yapmayı, ellerinden gelse küme düşürmeye bile çalışacaklarını? o yüzden canım kardeşlerim, sizden ufak bir ricam var: bir daha böyle ekstrem teoriler üretirken daha mantıklı gerekçelere dayanın, şike gibi ciddi bir iddiada bulunurken de sağlam kanıtlar gösterin ki iddianız ciddiye alınsın, yetkililer tarafından incelensin hatta. sonrasında siz haksız çıkıyorsunuz, ben üzülüyorum.

not: bir tek beşiktaş mogaz kaldı geriye, onu da harcamayın sayın yönetim.

böyle bitmesin

trt 1'de şu an şu dakika gösterilmekte olan dizi. artık nasıl bir diziyse, bir saat önce "hadi hadi çabuk hazırlan çıkıyoruz" diye beni panikleten babamı ekran başına kilitlemiş, evden çıkmamızı engellemiş olan hede. "önyargı nedir? neden oluşur?" konulu akademik çalışmamıza örnek teşkil edebilecek hadiselerden biri işte.

sırf bu yüzden daha izlemeden nefret ettim. ah baba ah.

456352 dilek hakkın olsa 678 incide ne dilerdin

"bu başlığı düşünüp sözlükte açan kişinin 456352 tane dilek hakkı daha olsun" diye cevap verilebilecek soru cümlesi.

(bkz: sabah sabah güldüren insana kıyak)

günaydın mesajı

şu anda kimseden almak istemediğim mesaj *.

çünkü sevgili sözlük, bana günaydın mesajı atan insan büyük ihtimalle beni uyandırmıştır (bkz: sinirlenme nedeni v 1) ya da henüz ayılamadığım bir saatte o mesaja cevap vermek zorunda bırakmıştır (bkz: sinirlenme nedeni v 2) sağ olsun sevgili arkadaşlarım sabahın kör saatinde ne kadar huysuz olduğumu bildiklerinden bir şey demeleri gerekmedikçe günaydın mesajı falan atmazlar.

ama diyorum ya, bir istisnayla.

glee

6. sezonun 13. bölümüyle final yapmış olan müzikal tadındaki dizi.

lise gençliğini, bu gençliğin sanatla olan ilişkisini konu edinen bir dizi olarak yola çıktı. ilk 3 sezonu hayranlıkla izledim. tamam belki senaryonun garipleştiği, bu kadar da ütopik olmaz ki ama denildiği zamanlar oldu fakat ben çok severek izledim. coverları hayranlıkla dinledim. sahne performanslarına da bayıldım.

fakat sonraki sezonlarda dizi biraz tıkandı sanki. yapımcılar da ne yapacaklarına pek karar verememiş olmalılar ki, bir süre sonra ohio'daki glee kulübünü bıraktılar, eski kulüp üyelerinin new york'taki hayatına geçiş yaptılar. belki yeni gelen elemanlar eskilerin yerini dolduramadığından, belki de hikaye artık baymaya başladığından, artık hangisiydi bilemeyeceğim. fakat ilk 3 sezonun o heyecanını ve güzelliğini diğer sezonlarda pek bulamadım.

yine de izlemeye devam ettim. eskisi gibi coşkuyla olmasa da yüzümde bir gülümsemeyle izledim. tek bir bölüm hariç: finn hudson rolüyle dizide yer almış olan cory monteith'i anmak için hazırlanan bölüm. ben hiçbir dizide 40 dakika boyunca durmaksızın ağladığımı hatırlamıyorum. cory monteith'i de, canlandırdığı finn hudson karakterini de sevdiğimden ötürüdür belki ama yine de şarkılar, performanslar çok güzeldi.

6. sezonu 13 bölümle tamamlayıp diziyi sona erdirmelerine üzüldüm açıkçası. gerçekten yetenekli olan dizi oyuncularının şarkılara kattıkları yorumu dinlemek, danslarını izlemek güzel oluyordu. ama burda önemli bir parantez açarak söylemek istiyorum: take me to church ve chandelier performanslarına bayıldım! yeni elemanların açık ara en iyi olduğu şarkılardı bunlar.

her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi glee'nin de sonuna geldik. insan sevdiği ve uzun zamandır izlediği bir şey sona erince biraz hüzünleniyor tabii... çok cici bir son hazırlamışlar, güzel bir veda oldu.

not: rachel'ı eş tercihinden ötürü tebrik ediyorum.

dr oetker reklamındaki anne

hanımeller reklamında yaratılan ütopik anne modelini görmüş insanların öpüp başlarına koyacakları annedir.

ayrıca hazır puding candır, pek severiz.

blok dersin son dakikaları

işkencenin bitmesine az kaldığına işaret eden dakikalardır.

blok ders denilen şeyden nefret eden biri olarak soruyorum, neden blok ders sevgili hocalar? öğrenciyi kendinizden, dersinizden nefret ettirmek içinse bu çaba, hiç gerek yok böyle şeylere. bilmem kimlerin yaptığı binlerce araştırmaya göre insanların 20 dakikadan sonra konsantrasyonunu yitirdiği ispatlanmışken, iki saate yakın durmaksızın ders işlemenin mantığını açıklayın bana. "bir an önce bitirelim de gitsin" sloganıyla yapıyorsanız bunu helal olsun, öğrencilere bir şeyler öğretebilme konusundaki azminize hayran kaldım.

bir de bazı hocalar var ki blok ders olayını tamamen yanlış anlamış. blok ders dediğimiz şey nedir? iki ders arasındaki 10-15 dakikayı yersin ama ikinci dersi de 10-15 dakika erken bitirirsin, değil mi? bazıları hızını alamıyor, birinci ders + ara + ikinci ders şeklinde final yapıyor. alkışlar, alkışlar!

şu tür illetlerden kurtulalı iki sene oluyor ama blok ders denince yine delleniyorum bak. nasıl ukte kaldıysa artık içimde...

erik sevmeyen insan

eriğe adeta aşık biri olarak az miktarda alınan eriği paylaşmak zorunda kalmayacağım insandır, sevilesidir. erik sevmeyenleri koruyalım, kollayalım. onlar bize lazım.

kısa kollu gömlek

erkeklerin büyük bir çoğunluğunun nefret ettiği kıyafet. nedenini bir türlü çözemedim açıkçası. geçenlerde erkek kardeşimin bilmem ne gösterisi için beyaz gömlek bakıyorum. ama sıkı tembihliyim: sakın kısa kollu gömlek alma! niye çucuum diyorum, alma işte sevmiyorum ben onu diyor.

sadece bizim küçük kardeşe has bir durum sanmıştım başta ama değilmiş. girdiğim mağazalardan birinde bir çiftin konuşmasına şahit oldum. kadın ısrarla kısa kollu gömlekleri beğendirmeye çalışıyor erkeğe, er kişisi de gömleklere gözünün ucunu bile değdirmeden "ben giymem onu, uzunu yok mu?" deyip duruyor. "ama hayatım bak yeni sezon, kısa kollu çıkarmışlar, yaz da geliyor hem kem küm" adamımız terk etti gitti orayı. sonra şöyle bir dikkat edeyim, etrafıma bakınayım dedim: bingo! kısa kollu gömlek giyen erkek sayısı gerçekten az*

sevmeyen insana zorla kısa kollu gömlek giydirilmez elbette ama anlam veremediğim bir tiksinme durumu mevcut. kadınlarda böyle bir takıntı görmedim, sadece birkaç tane "erkekler kısa kollu gömlek giymesin" kampanyasının destekçisi kadın tanıdım * * neyse beyler, madem çoğunluk öyle diyor, giymeyin. ya da seviyorsanız gidin alın ve giyin bence. ben de bilemedim şimdi.

3 mayıs 2015 trabzonspor beşiktaş maçı

günay'a ek olarak oğuzhan'a olan inancımın daha da arttığı, pektemek'in ve demba ba'nın beni hayretler içinde bırakarak gol attığı, beşiktaş'ımın güzel galibiyetiyle sonuçlanan maç.

sivok'a geçmiş olsun dedikten sonra haftalardır kadroya bile alınmayan atınç'ın bu maçta boy göstermiş olmasına sevindiğimi de belirtmek isterim (maça katkı boyutundan ziyade genç yeteneklere -somut olayımızda da atınç oluyor bu- fırsat verilmesi gerektiğinden yanayım).

o değil de deli gibi korktuğum maçlardan birini aldık, sevincim tarif edilemez düzeyde. acayip mutluyum, duygu doluyum sözlük. bu yüzden sövme faslını atlıyor, yüzümdeki kocaman sırıtış eşliğinde işbu entryi sonlandırıyorum.

macaron

kıvamını tutturmanın gerçekten zor olduğu, evde başarılı bir şekilde yapabilene şu ana kadar rastlamadığım, bir kesim tarafından çok ama çok beğenilen* , benimse bir türlü sevemediğim, bu yüzden de uğruna harcadığım paraya acıdığım tatlı.

görüntüsü çok şirin, o ayrı.

türk erkeğinin aslında öküz olmadığı gerçeği

"öküz olma" niteliğinin her türk erkeğine atfedilemeyeceğinden hareketle sonuna kadar katıldığım söz. zira genellemeleri sevmeyiz. fakat unutulmaması gereken bir şey var ki bazı erkeklerin* bazı hareketleri karşısında öküz demeden duramıyor insan.

her felaketi allah ın sınaması sanan dindar

inancı doğrultusunda hareket eden insandır. isyan etmeyen, sürekli olarak "neden ben? neden şurdaki gereksiz insan değil de ben?" demeyen takdir edilesi insandır.

fakat elbette hepimiz insanız, inanan inanmayan herkesin aklından geçer bu sorular. dindar olan inancı doğrultusunda kendisini avutmaya, o derdini unutmaya çalışır sadece.

son olarak, felaketlerden ötürü allah'ın yokluğuna kanaat getirilecekse; başa gelen güzel şeylerden ötürü de allah'ın varlığına kanaat getirilebilmelidir. (bkz: düz mantık)

yazarların bim den en çok aldıkları şeyler

elmalı kurabiye. birçok pastanedekinden kat kat başarılı bir ürün, sevenlere tavsiye ederim.

bir öğünde bir sürahi su içmek

mideyi şişireceğinden yenilen yemek miktarını azalttığını düşündüğüm hareket.

"yemek yerken su içmeyin" diyenlere inat, lıkır lıkır içiyoruz efem.* *

mantıklı düşünüp mantıksız davranmak

teoriyle pratiğin birbiriyle uyuşmadığını ispat etmek için çırpınan insan hareketi.* *