bugün

entry'ler (708)

eyeliner sürememek

zevcemin yapışkanlı ayraçlar yardımıyla üstesinden geldiği durum.

the darkness 2

stil grafikleri ile, saf fps türü oyunlardan. steam summer sale 2015 ile cüzi bir fiyata edinip bir nefeste bitirilen aksiyon dolu oyun. devam edip etmeyeceği şu anda belirsiz olsa da açık bırakılan ikinci son nedeniyle umutlar devam etmekte.

trine 3

trine ve trine 2 oyunlarının peşine 3. boyutu (derinlik) ekleyerek takılmış, esasında adı trine 3:artifacts of power olan platform puzzle türündeki kısa ama şahane eser.

trine

platform puzzle türünün klasikleri arasına -devam oyunları ile- yerleşmiş nefis oyun. trine 3: the artifacts of power oyununun çıktığı günlerde trine enchanted edition ve trine 2 bünyeye huzur verir, alır götürür, mest eder. deneyiniz.

the stoning of soraya m

2008 yapımı dokunaklı cyrus nowrasteh filmidir. filmin başlıca oyuncuları ise Mozhan Marno (Soraya M.), Jim Caviezel ( F. Sahebjam), Shohreh Aghdashloo (Zahra).

--spoiler--

Süreyya, iran'ın köylerinden birinde yaşayan 4 çocuk annesi bir kadın. iffetli, tertemiz bir kadın. Kocasıyla geçimsizlikleri olmasına rağmen, kocası tarafından dayağa -ve üstü kapalı aktarılsa da tecavüzlere- rağmen iki kızının da haklarını savunmak adına boşanmaya yanaşmıyor. Boşanmaya yanaşsa erkek çocuklarının imkanlarına kavuşmayacak kızları, bunun farkında, tek derdi kendisi gibi olmasın kızları. Kocası ise Süreyya'dan kurtulmak adına her yolu deniyor. Tahmin etmek zor olmasa gerek, bir molla-bir şahit-bir muhtar ve dedikodular bir araya getirilince usul usul galeyana getirilen köy halkı da -halası Zehra ve bir iki arkadaşı dışında- Süreyya'nın kocasını aldattığı fikrinden şüphe etmiyor. Ve çok geçmeden kendi erkek evlatları da dahil herkes tarafından istenmeyen kişi, dinsiz, fahişe ilan ediliyor. Bunun cezası ise "recm" .

Köyün ortasında taşlanmaya giden süreci izlerken bir şekilde kaçabilmesini diliyorsun Süreyya'nın . Taşlanma sahnelerini ise gözünü kaçırmadan izlemen imkansız. Atılan her taş suratına suratına çarpıyor sanki. Boğazına öyle bir düğüm çöküyor, öyle bir yumruk oturuyor ki, tarifi imkansız. Bu yazı için bir hafta bekledim, düğüm hiç olmazsa bir nebze gevşer mi diye, nafile... Biliyorum ki, babasının titreyen ellerinden çıkan taş, erkek evlatlarının ellerinden fırlayan taşlar öldürdü Süreyya' yı zaten, geri kalan taşlar boşuna. Bir anneyi, bir evladı başka türlü öldürmeye lüzum yok ki. Canından can verdiği ellerden çıkan taşlar suratınıza çarpsa bitmez misiniz?

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb notu 7,9 .

alıntı için kaynak ve daha fazlası : http://alternatifseyirlik.blogspot.com/ .

sözlükçülerin blog adresleri

gittikçe sinemaya kaydığımdan mütevellit adres değişikliği sonucu http://alternatifseyirlik.blogspot.com/ .

hable con ella

2002 yapımı pedro almodovar filmidir. filmin başlıca 4 karakterinde javier camara (benigno), dario grandinetti (marco), leonor watling (alicia) ve rosario flores oldukça doyurucu performanslar ortaya koymakta.

--spoiler--

Yalnızlıktan muzdarip "garip" hastabakıcı Benigno evinin karşısındaki bale okulunu izlerken Alicia'ya aşık olur ve gizlice takip etmeye başlar. Şans (ya da şanssızlık) eseri, aşık olduğu balerin Alicia' nın bitkisel hayata girmesiyle bakımı için özel olarak tutulur. 20 yılı annesine bakmakla geçirdikten sonra son 4 yılının her dakikasını Alicia'ya adamıştır. Alicia' nın odasından "aşırdığı" saç tokasıyla başlayan aşk öyle bir hal almıştır ki, artık boş günlerinde baleye gider, Alicia'nın çok sevdiği sinemada sessiz filmleri izler, bunların hepsini de Alilcia'ya anlatır. Bu sırada hastaneye yatan Lydia' nın erkek arkadaşı Marco ise, Lydia' nın bitkisel hayattan çıkamayacağına çoktan ikna olmuştur. Tesadüf eseri karşılaşan Benigno ve Marco arasında -sevdiklerinin durumundan olsa gerek- bir dostluk kurulur.

"Marco ve Lydia" ile "Benigno ve Alicia" çiftlerinden Marco ve Alicia'ya uzanan derin bir yalnızlık filmi Hable con ella, sakin ve incelikli. Diğerlerinin "hastalıklı" olarak nitelendirdiği bir aşkın mucize yaratması üzerine bir film belki. Sade ve duygulu, ispanyol sinemasına yaraşır nitelikte.

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı ise 8,0.

alıntı için kaynak ve daha fazlası : http://alternatifseyirlik.blogspot.com/ .

kimssi pyoryugi

2009 yapımı gözden kaçmış oldukça güzel hae jun-lee filmidir. başroldeki iki karakteri ise Jae yeong-jeong ve Ryeo- wun jeong canlandırıyor.

--spoiler--

Borçlar, terkedilmiş olmak, işsiz kalmak... Kime sorsan aklına intihar gelir ister istemez. Kim seong-geun' un da aklına gelen kesin çözümdür ölüm. Hele aldığı 70 bin dolar kredinin 200 bin dolar borca dönüştüğünü duyunca kesin kararını vermiş olur, ve Boğaz köprüsünden atlamak misali bırakır kendini köprüden nehre. Fakat beklediği gibi gitmez işler. Sular onu şehrin tam merkezinde, ama şehirden tam manasıyla "ıssız" ve "izole" bir adada bulur kendini, üstelik en büyük korkusu "yüzmek" de engeller kurtuluşunu. Ölmeyi bile becerememiştir, yüzmeyi beceremediği gibi anlayacağınız. ilk anlarda birilerini ulaşmaya çalışsa da sonradan kafasına "dank" eder durum; şehirde onu özleyecek kim vardır ki? Böylece aylar sürecek ada yaşamı da başlamış olur. Bu arada Kim Jung Yeul adında bir genç kız arz-ı endam eder filme. Kendini odasına "hapsetmiş", sanal dünyada var olma endişesinden başka bir amacı olmayan genç kızdır. Odasından dışarı çıkmayan, perdesini bile nadiren açan katı bir düzen kurmuştur kendine, zaman zaman Ay fotoğrafı çekmek için pencere başında oturmasını saymazsak. Bir gün objektifine bizim ıssız adam takılır, ve adadaki adamı gözetlemeye başlar. Sonunda garip bir iletişim yolu geliştirir, tüm korkularını yenerek. Böylece biz de kalabalıktan kendi isteğiyle soyutlanmış iki karakterin kesişen hikayesine kaptırırız kendimizi.

--spoiler--

Muhtemelen okuyanların ilk kez öğrendiği bir film olacak Kimssi Pyoryugi. Fakat biraz merak edip izleyen olursa, yüzlerce benzer filmin dışında çok "başka" , çok "eğlenceli" ve çok ""düşündürücü" bir film izlemiş olacaklar. Dilerim izleme şansına sahip olursunuz bu "saklı hazine"yi. iyi seyirler dilerim.

alıntı ve daha fazlası : http://antifa-kutay.blogspot.com/ ve/ veya http://antifa-kutay.tumblr.com/ .

baekmanjangja ui cheot sarang

2006 yapımı oldukça hüzünlü bir güney kore filmidir. filmin yönetmeni tae gyun-kim, başrol oyuncuları ise jae kyung rolünde hyun bin ve eun hwan rolünde yeon hee-lee'dir.

--spoiler--

Güney Kore sinemasının çok özel bir yanı var, özel bir tadı. insanı yüreğinden yakalayıp gözlerine zulmedercesine ağlatan, ama çok güzel bir yanı. A moment to remember gibi, Yeopgijeon geunyeo kadar dokunaklı bir film daha izledikten sonra kesin kararını veriyor insan.

Çok da alışılmadık bir hikayesi yok aslında filmin. Hatta klişe olarak bile nitelendirilebilir. Milyoner bir genç delikanlı deedesinin ölümün ardından tek varisi olduğu mirasa konabilmek için bir varoş kentin lisesinden mezun olmak zorundadır. garip bir tesadüfle karşılaştığı genç kız ise gittiği varoş kentinde de peşini bırakmaz. Geriye sayılı günü kalan genç kız ile bizim burnu havada delikanlımız arasında garip bir ilişki başlar. Tabi burnu havada milyoner genç kendini sandığından çok daha farklı bir kişilikte bulacaktır hikaye ilierledikçe. Dedesinin hazırladığı bu sürpriz vasiyet delikanlımızı sandığından çok daha farklı bir amaca götürür.

Akıldan çıkması zor sahneler ve diyaloglar, hikayeye bir melodram esintisi katan eşsiz müzikler ve tepeden tırnağa hüzün ile dolu 1 saat 56 dakikanın her saniyesine değen bir film; Bir Milyonerin ilk Aşkı. Neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığına hayran olacağınız filmlerden. Gerçek bir hikaye ve gerçek bir son sadece; Kore sinemasının dramlarını tam manasıyla "dram" haline getiren "gerçeklik" . Öyle sarıyor ki sizi, içinizden Jae Kyung gibi seslenmek geliyor "uyuyan" sevgiliye ; "üç dakika demiştin... çoktan doldu, uyan artık..." .

"Sebebini bilmesem de seni çok seviyor ve özlüyorum" ...

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 7,2' dir.

alıntı ve daha fazlası : http://antifa-kutay.blogspot.com ve/ veya http://antifa-kutay.tumblr.com/ .

the soloist

Joe wright' ın yönetmen koltuğunda oturduğu, jamie foxx ve robert downey jr.' ın karakterleri başarıyla yansıttığı 2009 yapımı filmdir. film gerçek hayattan alınma bir öyküye dayanmaktadır.

--spoiler--

Nathaniel ilk karşılaşmamızda oldukça utangaçtı. O'na, Green Street'teki inşaat sesleri arasında boğulan müziğini sevdiğimi söylediğimde kendini biraz geri çekti. Nathaniel'in ilk enstrümanı çelloymuş. işin tuhaf yanı hiç keman eğitimi almamış. Sokağa düştüğü zaman enstrümanını değiştirmiş. O'na hayallerini, beklentilerini sorduğumda "Çok kolay şeyler." dedi, " Diğer iki teli de bulmak istiyorum." .

2005 yılında, boşanmış LA Times yazarı Steve Lopez, bir hikaye peşinde caddelerde dolanırken Nathaniel'la ve müziğiyle karşılaşır. 2 teli kalmış kemandan çıkan ve sokağın homurdanışına karışan notalar etkiler ve sadece iyi bir hikayeden ibaret olduğunu düşündüğü bu müzisyen evsizle konuşmaya başlar. Hayattan tek beklentisi kemanının diğer iki telini de bulabilmek olan Nathaniel, gerçekten çok farklı bir hikayenin baş aktörüdür. 12 yaşında Beethoven aşığı bir genç olarak, ilk hocasının tavsiyesini ömür boyu taşıyacaktır aklında; kendisini müziğine adamak. Konservatuvar eğitimini yarıda bırakıp sokaklarda yaşamayı tercih edişinin arkasındaki neden ise hikaye ilerledikçe aydınlanır. Steve, Nathaniel'e yardım etmek için sınırlarını zorlarken, bu mücadelenin ardında yatan geçmişini de merak ederiz.

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 6,7 .

alıntı ve daha fazlası için : http://antifa-kutay.tumblr.com/ ve/veya http://antifa-kutay.blogspot.com/ .

habis

"kötü çocukların iyilik hareketi" düsturuyla yola koyulmuş bir grup gencin oluşturduğu kendi deyimleriyle "dergicik"tir.

" HA BiSmillah diyerek başlıyoruz dergiciğimize,
Allah utandırmasın! Şimdi böyle bir giriş yaptık
diye de yanlış anlaşılmasın! Belli bir kümenin
elemanı olmadığımız gibi ülkemizdeki sağ-sol
aptallığının da bir neferi değiliz. Bildirimiz yok,
hareketimiz, oluşumumuz. Okuyoruz diye yazalım
dedik, okumak tetikledi bizi böyle. Dergicik
çıkarma işini ise hiç sormayın. Büyücek dergilerin
biz küçümenleri görmemesinin kompleks etkisi
tamamen. Nedir, şiirlerimizin, öykülerimizin
çizgilerine uymamasıymış! Laf-ı güzaf!

işte biz böyleyiz. Dergiye yakın, fanzine uzak:
"Dergicik" diye bileceğimiz, Türkçenin imkanlarıyla
sınırlı, halinden memnun. görüşebilmek
ümidiyle, esen kalın(ız) " .

öncelikle internet adresi : http://habisdergicik.wordpress.com/

dergiciğin facebook sayfası : https://www.facebook.com/habissibah

kokuhaku

Tetsuya Nakashi' nin senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği 2010-Japonya yapımı filmdir. Başlıca oyuncular ise Takaku Matsu, Yoshino Kimura, Masaki Okada, Yukito Nishii ve Kaoru Fujiwara.

--spoiler--

Kokuhaku ,105 dakika boyunca okul-aile-öğrenci üçgenine dair son derece gerçek manzaraların sunulduğu bir film. Biz yerli sinemada pek çok konu hakkında söz söylemeye çalışan filmleri eleştireduralım, Tetsuya Nakashima bir öğretmenin öğrencileri tarafından öldürülen kızının intikamından yola çıkarak çok boyutlu analizlerini başarıyla beceriyor. Öğretmen Moriguchi, elektrik alanında oldukça yetenekli, fakat fark edilme arzusu ağır basan A öğrencisi ve pek baskın durmayan, ortalama bir öğrenci olan B üzerinden ilerleyen film çok değişik profillere sahip karakterler ve birbirine çok iyi bağlanmış aile öyküleri ile uzakdoğudan aşina olduğumuz incelikli bir intikam hikayesi seyirciye sunuluyor. Hikaye Moniguchi' nin haylaz sınıftaki yarı hayat öyküsü yarı itiraf niteliğinde konuşmasıyla başlıyor. Hikaye ilerledikçe filmin köşe taşları olan isimler itiraflarını aktarıyor, böylelikle hikayeye nasıl dahil olduklarını anlıyoruz. Tabi her itirafla birlikte derin duygu çatışmaları bulunan bireyler birbirine eklemleniyor. itirafta bulunan her isim de öğretmen Moniguchi' nin intikamında önemli bir pay sahibi oluyor.

Filmde ısrarla vurgulanan "çocuklar suç işlese de ceza almıyorlar" fikrine çok değişik açılardan yaklaşmak mümkün fakat esas vurgulanmak istenen, bu yaştaki çocuklara "birey" muamelesi yapılmaması sanırım. Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenebilecek bireyler oldukları gözden kaçan çocuklar film boyunca tabir-i caizse "adam yerine konmanın" derdindeler. işledikleri suçlar hep farkına varılmanın derdiyle gerçekleşen eylemler. Bu yönüyle de ailelerin ve eğitimcilerin kucağına gerçeği bırakıyor. Sırf bu tarafsız tespiti ve geleneksel eğitim düzenine getirdiği yorum için bile takdiri ve izlenmeyi hak ediyor Kokuhaku.

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 7,9.

alıntı ve daha fazlası için kaynak: http://antifa-kutay.tumblr.com/ ve/ veya http://antifa-kutay.blogspot.com/

adana demirspor

2-2 beraberlikle sonuçlanan 30 nisan 2011 fethiyespor adana demirspor maçı sonucu bank asya 1. lig' e yükselmek için play-off turuna kalmış takımdır.

les invasions barbares

çatışmalarla dolu 2003 yapımı filmdir. fransa-kanada ortak yapımı olup yönetmenlik koltuğunda denys arcand oturmaktadır.

--spoiler--

Film Kanada'da bir hastane "koğuşu"nda açılıyor. Kanser hastası yaşlı Remy'i, eski karısı ile tartışırken buluyoruz. Oğlunun durumdan haberdar olduğunu ve Londra'dan geleceğini öğrenince suratını ekşitmesi bize pek ipucu vermese de esas memnuniyetsizlik kaynağını çok geçmeden söylüyor Remy : " Ne vardı hayatı boyunca iki kitap okusaydı? ". işte bu cümleyle bizi bekleyen karşılaştırmanın haberi veriliyor. 60'ların okuyan, düşünen, eşitlik sevdalısı nesli ile günümüzün "vakit nakittir" düsturu ile yaşayan nesli. Film ilerledikçe kazancı bol evlat babasının huzuru için en iyi yaptığı şeyi, paranın gücüyle sistemde ufak açıklar yaratmayı becerirken ,narkotik polisinden esrar alabileceği adres bulmak dahil, Remy ise durumdan içten içe hoşnut kalsa da doğru bildiğini söylemekten geri kalmıyor. Dakikalar ilerledikçe eski dostları, metresleri de bu son haftalara ortak oldukça sohbetler çoğalıyor, verilen mesaj sayısı artıyor, siz ise ekranda birbiri ardına sıralanan tespitleri yargılıyorsunuz. Remy' nin simgelediği "eşitlikçi-özgürlükçü" kesim, hastanedeki rahibe'nin simgelediği dini kesim ve oğul Sebastien'in üzerinden aktarılan kapitalist kesim fikir anlamında zıtlaştıkça, nesiller geçtikçe dünyaya egemen olan düzenin her yanı nasıl da kapladığına şahit oluyorsunuz. Nihai sistem haline gelen kapitalizmin, "az laf çok icraat" sloganına uygun şekilde, fikir üretmekten ziyade karşılaşılan zorlukları kestirme yoldan halledişi ile hayatı nasıl kolay avuçlarına aldığını anlıyorsunuz. Ve düşünce bazında kat be kat üstün olsa da hayata aktarılamayan fikirlerin bir adım öteye gidemediğini.

--spoiler--

Her bünyenin ilgisini çekecek bir film olmadığı aşikar, fakat "bakmak yerine görerek izleyenlerin" çok şey kazanacağı da açık.

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 7,8.

alıntı ve daha fazlası için kaynak: http://antifa-kutay.blogspot.com/ ve/veya http://antifa-kutay.tumblr.com/ .

celda 211

2009 yapımı oldukça başarılı ispanyol filmidir. filmin yönetmeni daniel monzon. başlıca oyuncular ise los lunes al sol/ güneşli pazartesiler ve te doy mis ojos/ gözlerimi de al filmlerinden hatırlanan, bu filmde de malamadre karakteriyle harika bir performans gösteren luis tosar ve alberto ammann.

--spoiler--

Juan Oliver' le adım atıyoruz Zamora'daki hapishaneye.Hamile eşinin kollarından ayrılıp bir gün sonra işe başlayacağı yere gitmek, "iyi bir izlenim bırakmak" tek amacı esas oğlanımızın.Kendini karşılayan gardiyanlar ne denli "pis" bir işin Juan'ı beklediğini anlatırken yerlerin temizliğini kastetmiyorlar elbet. Canilerin, psikopatların hüküm sürdüğü bir yer onlara kalırsa. Hem mahkumlar çıkıyor, ama onlar bir ömür buradalar ne de olsa.Derken.. Kopan bir gümbürtüyle aslında takkesi de düşüveriyor gardiyanların. "Malamadre" isimli mahkum öncülüğünde bir isyan başlıyor, hem de ETA mensubu 3 mahkumu rehin alarak, ki hükümet ile pazarlık masasına oturabilmeleri de bu aslında, yoksa hayatlarının değerli olarak görülmesinden değil, ne de olsa koku yapmasın diye evden atılan çöpler onlar. "Rehber"lik görevi yapan gardiyanlar yaralanan Juan'ı bir hücreye çekip kendilerini kurtarıyorlar. Bizim delikanlı da kendine geldiğinde isyanın ortasında, yani mahkumların arasında buluveriyor kendini. Neyse ki kafayı çalıştırıp yeni bir mahkum gibi tanıtıyor kendini, güvenlerini kazanmayı başarıyor. Böylece bu ana kadar mahkumların bulunduğu ortamı gözleyen Juan da artık "mahkum Juan"a giden yolu tamamlayarak kendini bu isyanın "haklı parçası" olarak görüyor.

--spoiler--

Luis tosar için ise ayrı bir yer ayırmak şart. Gerek görüntüsü, gerek sesi ile (altyazılı izlerseniz anlarsınız) unutulmaz bir "arıza" tipi seriyor önünüze. Filmle ilgili akla gelen ilk cümlelerden olan "şerefsizim bir cinnet çözer her şeyi" cümlesini kuracak kadar deli olan da o, hayat ile ilgili kurulabilecek en gerçekçi cümleyi söyleyen de : hayat bazen farkında olmadan beceriyor insanı.

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 7,7.

alıntı, filmin incelemesi ve daha fazlası : http://antifa-kutay.tumbl...gormedikleriniz-celda-211 .

nae meorisokui jiwoogae

2004 yılına ait Kore yapımı müthiş dramadır. John h. lee'nin yönetmenliğini üstlendiği filmin başlıca iki karakterine hayat veren isimler Woo-sung Jung ve Ye-jin Son.

--spoiler--

Nae meorisokui jiwoogae/ A moment to remember fazlasıyla aşina olduğumuz karakterleri ve olay örgüsüyle önyargı kurbanı olmaya aday olmasına rağmen övgüyü ve izlenmeyi fazlasıyla hak eden bir film. Su-jin isimli genç kızımız unutkanlıktan muzdarip ve bir gece kolasına "dadandığı" Cheoul-So' yu babasının sahibi olduğu inşaatta tekrar görünce özür dileme niyeti ve bahanesiyle peşini bırakmıyor ve bir aşk doğuyor. Cheoul-So ise fazla konuşmayan, ve hatta "seni seviyorum"demeyi esirgeyecek kadar kimi sözleri ve gözyaşını gömmüş bir kişiliğe sahip. Buna rağmen oldukça mutlu olan çift evleniyor, tabi bu ana kadar ufak unutkanlıklar göze çarpsa da, filmin ilk yarısı geçildikten sonra, yani peri masalının bitmesiyle dramın dozu artırılıyor ve Su-jin'in genç yaşında nadiren rastlanabilecek Alzheimer hastalığı olduğu anlaşılıyor. "Kafasının içindeki silgi" gün be gün kişileri, anıları, mutlulukları silerken Cheoul-So da sevdiği kadını kaybetmemek uğruna inanılmaz bir çaba göstermeye başlıyor. Öyle ki, karısının kendisine eski sevgilisinin adıyla seslenmesini bile sakinlikle karşılamak durumunda kalabiliyor. Karısı da daha fazla acı çektirmemek adına boşanmayı kafasına koyunca işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor tabi. Delikanlımızla karısı arasında geçen şu diyalog bile inanılmaz bir hüzün taşıyor :

Su-jin : Söylesene, anılar da giderse aşkın ne anlamı kalır? Bana iyi davranma, her şeyi unutacağım.

Cheoul-So : Ben.. her şeyi senin için hatırlayacağım..

Yeopgijeogin Geunyeo/ My Sassy Girl/ Hırçın Sevgilim' e oldukça benzeyen kurgusu ve Daisy kadar incelikli oluşuyla bu iki vatandaşı & türdeşi ile insanın hafızasında sağlam bir yer ediniyor film. Pek tabi ilk yarısı sizi fazla şaşırtmayacaktır ancak ilk saati geride bıraktıktan sonra, özellikle market sahnesi ile, delikanlının doktorla bire bir sahneleriyle, hastalığın ilk anlarında tüm evi saran post-itlerle, kısacası ikinci yarısının büyük katkısıyla, hem genç kızın hem de kocasının tarif edilemez dramıyla kolay kolay hatırınızdan çıkmayacak bir film sizi bekliyor, haberiniz olsun.

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim, filmin imdb puanı 8,2.

alıntı ve daha fazlası için kaynak : http://antifa-kutay.tumblr.com ve/ veya http://antifa-kutay.blogspot.com .

noviembre

Yönetmenliğini Achero Manas' ın yaptığı 2003 ispanyol yapımı muazzam belgesel-filmdir. Filmde gerçek karakterlerin röportajlarının yanı sıra Oscar Jaenada, Ingrid Rubio, Javier Rios, Juan Diaz, Juanma Rodriguez, Paloma Lorena, Angel Facio rol alan isimlerden birkaçı.

--spoiler--

8 hayatı etkileyen bir olaylar zincirini aktarıyor Noviembre;. Madrid'e gelerek konservatuar sınavını kazanan Alfredo ile başladığımız, dünyayı değiştirebileceğimize inancımız ile bağlandığımız serüven ,inandıklarınız uğruna elinizin tersiyle itebileceğiniz şeyler konulu bir teste dönüşüyor, ister istemez sorgulatıyor idealistliğinizin sınırlarını bir anda. Gerçek olaylar olduğuna, hele 1990'ların sonundan ve 2000'lerin başına uzanan taze sayılabilecek bir öyküyü geç keşfetmiş olmanın üzüntüsü de beliriyor bir yandan. Alfredo'nun seçimleri, grubun manifestosu, yaptıkları şeyden para kazanıp kazanmama konusunda ikilemleri, sokaklarda sergiledikleri -bazen ileri giden- gösteriler, polisler ve düzenle yaşadıkları sorunlar.. Hepsi gözünüzün önünden geçiyor sırayla. Alfredo' nun da zamanla tükenişi tabi, çürüyüşü. Bir uyanış ile adeta kendini buluyor Alfredo, hasta kardeşinin uyanışıyla. Kaybetmeye yüz tutan tiyatro aşkı da, içindeki heyecanı da ansızın alevleniyor, ve ekibi toparlamaya koyuluyor. Tabi fireler verilse de demirbaşlar eksiksiz davete icabet ediyor, büyük bir iş için..

Son sahneler muazzam olsa da, gerçek olduğunu kabullenmekte zorlanıyor insan. Kimbilir, belki de peri masalları misali mutlu sonlar bekliyor, inandıkları bu denli benzer olunca. Belki bir nebze filme dair ipucu olabilir ancak, son cümleler "Noviembre"ye mensupmuş gibi hissedenler için geliyor, ne yazık ki..

"Dünyayı değiştirmek istemiştik.. Ama perişanca yenildik.. Şimdiyse, değişmemek için ben dünyaya direniyorum" ..

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim filmin imdb puanı 7,6.

alıntı ve daha fazlası için kaynak : http://antifa-kutay.tumbl...i-bar-nd-ran-bir-silaht-r

mesut yar la uyan türkiye

yeni doğan servisinde yaşanan rezalet ile alakalı söyleyemediği(!) her sözcüğe katıldığım sunucunun harikulade programı.

klass

2007 yapımı muhteşem ilmar raag filmi. gerçek bir olaydan yola çıkıldığına ve lisedeki zıtlaşmanın vardığı noktaya inanması zor olsa da filmin son sahnesinin bıraktığı etki için bile izlenmeyi sonuna kadar hak eden estonya filmi. zaten oscar temsilciliğini hak ettiğini belirtmişler. başlıca oyuncular Vallo Kirs (joosep), Pört Uusberg (kaspar), Lauri Pedaja (anders), Paula Solvak (thea).

--spoiler--

Joosep... Amatör olarak web sitesi yapımıyla uğraşan, kendi dünyasında bir genç. Sınıfın alay konusu olmaya alışmış, çekmediği eziyet de kalmamış. Buna rağmen herhangi bir tepkide bulunmaya cesareti yok.. Tek kaçışını Amsterdam'a gidip bilgisayar üzerinde uzmanlaşma olarak belirlemiş. Babasının maço karakterinin 180 derece tersi, sindirilmeye alışkın.

Kaspar... Sonradan anlayacağınız üzere büyükannesiyle yaşıyor. Köyünden kente okuyabilsin diye gönderilmiş ve köyüne dönmemek için tek yapması gereken başını beladan uzak tutmak. Sınıf arkadaşı Thea'ya aşık. Thea da ona karşı boş değil hani.Lakin Thea'yla arasına giren büyük bir "defo"su var; Joosep' in itilip kakılmasına daha fazla seyirci kalamaması. Thea' nın ise istediği basit, sınıfın "patron"u Anders ve tayfasının -ki bu tayfa tüm sınıf- Joosep'e eziyetlerini görmezden gelebilmesi.

Anders ve diğerleri... Tek kuralları birbirlerini ispiyonlamamak ve Anders'in kurallarıyla hareket etmek. En hafif tabirle O'nun "çakalı" olmak. Joosep'i soyup kızların giyinme odasına atmakla başlayan serüvende her birinden ayrı ayrı tiksineceksiniz zaten.

Kaspar'ın Joosep'e arka çıkmasıyla tekere sokulan çomak dişlileri sıkıştırdıkça, her adımı bir öncekinden daha zor günler başlıyor. Bu "inatlaşma"nın varabileceği noktayı tahmin bile edemezsiniz. izleyip görmeniz ve "şok" olmanızı tercih ederim. inatlaşma, kişilik kavgası, dikleşme.. Ne denirse densin, meselenin özü Kaspar'ın ağzından dökülüyor ; "tüm mesele gurur" .

--spoiler--

referans alanlar için belirtmekte fayda var, filmin imdb notu ise 8,1.

alıntı ve daha fazlası için kaynak : http://antifa-kutay.tumblr.com/

arsene wenger

iffhs gibi listelere ve burada dönen futbol "geyik"lerine pek itibar göstermesem de, pedofili demeden önce -çok iyi bilsem de, usanmadan, tekrar- açıp son 10 yılını kontrol ettiğim teknik adamdır :

2002 ve 2004 epl şampiyolukları (ki 2003-2004 sezonundaki namağlup şampiyonluk (bkz: namağlup)- epl tarihinde ilk), 2002 ve 2003 FA Cup şampiyonluğu, 2002 ve 2004 Charity Shield şampiyonluğu, 2000 UEFA Kupası finalistliği, 2006 UEFA Şampiyonlar Ligi finalistliği. 2000-2006 yılları arasına dikkat çekmek isterim, bu yıllar arasında -özellikle 2001-2004 arası dönemde- Arsenal'in oyun olarak yanına yaklaşabilen yoktur. 30 maç üst üste yenilmeme, deplasmanda mağlup olmadan şampiyon olma, bir sezonda namağlup şampiyon olan ilk premier lig takımı olma gibi rekorlar da zaten bu döneme denk gelir. arsenal' de sağlamlaştırdığı felsefeye -zaman zaman- aykırı işler yapsa da "ertem şenergiller"in dediği gibi çolukla çocukla dünyaya kafa tutması o' nu diğer teknik adamlardan ayrı bir yere koymuştur.

ha, ekleyeyim, mourinho ya da ferguson nasıl oluşturulduğunu bilmediğim ve -tekrar söylüyorum- pek de itibar etmediğim bu listede 2. ve 3. geldi diye "arsene bunlara 5 basar" muhabbetine girecek halim yok. bu adamlar senin spor-toto süper (?) liginde izlediğin teknik adamlar gibi değiller, bu işe kafa yoran, "ekol" oluşturmak dediğin şeye imza atan futbol "felsefeci"leri. sen çıkıp "hehe listeye bak g.tüm gibi" deyince de senin alim olduğun yok, bu kadar basit.