bugün

entry'ler (5)

kafası güzel olmak

normalden her iki simetride de uzaklaşmak. daha hümanist, daha affedici, daha neşeli, daha konuşkan, daha rahat olmak. ya da tersine daha sinirli, daha acımasız, daha hüzünlü, daha suskun, daha gergin olmak. hangi tarafa gidildiğini belirleyen faktörlerden bazıları: karakter, içinde bulunulan ruh hali, içme sıklığı, içilen içki türü, en son ne zaman ve ne yenildiği, en son ne zaman ve ne tür bir kazık yendiği, içilen ortam ve birlikte içilen kişiler.

melodram

burjuva dramı. fransız ihtilalinden sonra avrupada insanlar artık sahnede soylu insanların saraylara hapsolmuş trajedilerini izlemek istemiyor, kendi gibi sıradan insanları günlük yaşayışlarıyla görmek istiyorlardı (ee para kimde güç onda). Dolayısıyla yeni bir tür doğdu dram. bunun sulandırılmış hali de melodram oluyor. o dönemde burjuva ahlakının taşıyıcısı olduğu için mesajını olabildiğince basit şekilde doğrudan vermeye çalışır. bu yüzden karakterler aşırı kutuplaşmıştır. iyiler tam iyi, kötüler tam canavar ki genelde de soylular kötü olur. tiyatrodan sinemaya oradan televizyona sıçrayan daima erdemi ve romantik aşkı yücelten esnek mi esnek bir tür. türk seyircisinin özellikle 50'lerde 60'larda çok sevdiği, muharrem gürses'in en ağdalı örneklerini verdiği, hepimizin çok iyi bildiği bir anlatı biçimi.

battal gazi destanı

"Battal Gazi Destanı", Battal Gazi efsanelerinden yola çıkılarak çekilmiş seri filmlerden biridir. "Battal Gazi Destanı", bu serinin üçüncü filmidir. Senaryosunu Ayşe Şasa ve Arif Yesari'nin yazdığı filmi, 1971 yılında Atıf Yılmaz yönetmiştir. Bu filmde Malatya serdarı olan babası Hüseyin Gazi'nin intikamını almak için savaşan sonunda da bunu başaran Cafer isimli üstün yetenekli gencin hikayesi anlatılmaktadır (Cüneyt Arkın). Bu serinin ilk filmi 1955 yılında Sami Ayanoğlu tarafından çekilen "Battal Gazi Geliyor" isimli filmdir. Daha sonra 1966 yılında Muharrem Gürses tarafından (Battal Gazi), 1971 yılında Atıf Yılmaz tarafından (Battal Gazi Destanı) çekilmiştir. 1972 yılından sonra ise Natuk Baytan, Duygu Sağıroğlu'nun senaryolarıyla bu dizinin üç örneğini çekmiştir; Battal Gazi'nin intikamı 1972, Battal Gazi Geliyor (ya da Savulun Battal Gazi Geliyor)-1973 ve Battal Gazi'nin Oğlu-1974.

bodo

1.Norveç'te bir şehir.
2.Behiç Pek'in Lemanyak'ta çizdiği seride Toros ile Hamile'nin en küçük çocuğunun adı. Mazgal, Tedrisat ve Bodo

theodor wiesengrund adorno

Küçük yaşta sıkı bir müzik eğitimi almış, ortaokuldayken Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'ni inceleyebilecek kadar felsefeye yakın büyümüş, ilerde de Hegel'in diyalektiğine karşılık Negatif Diyalektik'i önermiş düşünür. Hegel her şeyin karşıtını da içinde barındırdığı özdeşliğe dayalı bir diyalektik öne sürmüştü. Adorno ise her şeyin karşıtını içermesinden çıksa çıksa özdeşmezlik çıkacağını, bunun da Negatif Diyalektik'e tekabül edeceğini söyler. Kısaca "her şey kendinden başka bir şey olma hakkına sahiptir". Bizler nesneleri adlandırırken aslında onlara tahakküm uygularız. Kavram nesneyle örtüşmez, ya ona fazla gelir ya da onda bir şeyleri ıskalar. Nesneye asla nufüz edemeyiz, sadece bunu umudedebiliriz. Nesneye daha fazla nüfuz etmek için klasik düşünme yöntemlerini bir kenara bırakmalı ve ele aldığımız nesneyi farklı farklı bağlamlara karışık bir sırayla yerleştirmeliyiz. Böylece önceden gözden kaçan şeyi belki yakalayabiliriz. işte Adorno'nun yazılarını okumak bu yüzden çok güçtür hatta felsefeci değilse kimsenin kendi iradesiyle okuyabileceğini (okumak isteyeceğini) sanmıyorum.
Örneğin bir kalem üzerine yazacaksınız. Descartes (ya da pozitivist eğitimden geçen her insan) şöyle söyler: "Bu; 15 cm uzunluğunda, 5 mm çapında, 12 grlık ahşap, siyah boyalı bir kurşun kalemdir."
Oysa Adorno; "Bu; kapitalizmin iyice vahşileştiği bir dönemde seri üretimden çıkmış zavallı bir metadır. Onla lirik şiir yazmak tarihteki kölelerin hayaletlerine hakarettir..." diye başlar ve kimbilir nerden çıkardı.
Genelde herhangi bir yazısını ilk 3 okuyuşta hiçbir şey anlaşılmaz. Sonraki 3 okuyuşta yazı yavaş yavaş bir şeyler ifade etmeye başlar. Daha sonraki hamlelerde ise yazı birden bire öyle bir aydınlanır ki çekilen onca acıya değer doğrusu. Bir de son derece tutarlı olmasına rağmen Adorno'nun yazılarını ve fikirlerini özetlemenin neredeyse imkansız olduğu konusunda bütün düşünürler hemfikirdir.