bugün

sevdiği entry'ler

sözlük yazarlarının fotoğrafları

görsel

sözlük yazarlarının fotoğrafları

Olum hortlatmayin lan şu başlığı habire eksi yiyorum. * Sözlük yazarlarının fotoğraflarıdır.

nick altın bomboş senden ayrılıyorum diyen sevgili

sözlükte arkadaş çevresi olduğunu gördüğüm her yazarı kıskançlıktan eksilediğim yıllardı.
henüz çok yeniydim...

kimle tanışmaya çalışsam, yeni olduğum için beni hor görüp tersliyordu. kimisi cevap vermeye bile tenezzül etmiyordu.
ben daha sözlükte arkadaş bile edinememişken, nesildaşlarım sevgili buluyor, msn'de birbirlerine cam açıyor, nicklerinin her biri birbirinden seksi kızlarla barlarda eğleniyordu.

o kadar yalnızdım ki;
kendi nick altımın başlığını bile kendim açmıştım. çaresizce akranlarımın sözlükte şöhret oluşunu yaşlı gözlerle izliyordum.
ama gözüm yükseklerde de değildi aslında. 'sadece aşık olabileceğim bir sevgili bulsam iyi olurdu' diye hayıflanıyordum.
derken bi' gün o mesaj geldi;

" haha nickin çok hoşmuş (: "

yazarlığımın onaylandığından bu yana gelen ilk mesajımdı bu. sevinçten yatağımın üstünde adeta trambolindeymiş gibi zıplıyordum, yemi bitmiş muhabbet kuşu gibi çığlıklar saçıyordum, o mesajı atan arkadaşı yakalayıp yanaklarını saatlerce ısırmak geçiyordu içimden.
aylar sonra ilk defa bi' arkadaş edinmeye bu kadar yaklaşmıştım.
fakat görgüsüzlüğümü anlamaması için bilerek 2 saat sonra cevap verdim. hatta abartarak;

" sağol. en az 25 kişi aynı şeyi söyledi zaten " diye yanıtladım mesajını. halbuki bana mesaj atan ilk yazar ta kendisiydi.

velhasıl...
mesajlaşmalırımız haftalarca sürdü. o'nunla her şey hakkında rahatlıkla konuşabiliyordum. çok anlayışlı ve zekiydi.
günlük tutuyormuşuz gibi her gün yaşadıklarımızı birbirimize anlatıyorduk. büyüsü bozulmasın diye de asla adımızı sormadık.
artık çok huzurluydum, sözlükte benim de iyi bi' arkadaşım vardı. arkadaşı olan diğer yazarları kıskanmıyordum artık .
eskiden kıskandığım o yazarların entry'lerine eksi vermek yerine artık eh işte'ler veriyordum.
henüz çok mutluydum...

ama artık bu hayalet dostumu merak ediyordum. o'nu görmek istiyordum. o'nu bu kadar severken adını bile bilmemek beni üzmeye başlamıştı.
bir gün yoğun ısrarlarıma artık dayanamayarak bana facebook'unun linkini vermeyi kabul etmişti. linki yolladı ve açtım;

allah'ım...
haftalarca konuştuğum o dost meğersem bi' kızmış. ben bunu nasıl anlayamamıştım...
tarif edemeyeceğim duyguları bir arada yaşıyordum. sırıtık profil resmiyle bana masum masum bakıyordu.
çok tatlı bi' kızdı. tövbe yarabbi böyle ağzının çemçüğüne vura vura sevesim gelmişti.
sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.

birbirimizi gördükten kısa bir süre sonra artık çok daha iyi arkadaş olmaya başlamıştık. ama aslında içten içe o'na aşık olmaya başlıyordum.
dostça beslediğim o zararsız duygularım artık yerini aşka bırakmaya başlamıştı.

nicki hoc est simplicissimus idi.

ah hoc est.
ah hoc est'im...
nick altına yazanlara ayar verdiğim,
uğruna acımasızca gammaz edildiğim,
seri artı oy veren melekten bile çok sevdiğim,
ah karanlık dünyamı aydınlatan mavi jojoba taneciğim.
benim güzel nickli sevgilim, hoc est'im...

hoc est ile artık sevgiliydik. rüyalarım sonunda gerçek olmuştu. güzeller güzeli bi' sevgilim vardı. üstelik o'nu sözlükte bulmuştum. günlerimiz adeta masallardaki gibi geçiyordu...
ben o'na, o da bana deliler gibi aşıktı. birbirimizin nick altına bakmaya dahi kıyamıyorduk. şukulaşırken bile ellerimiz titriyordu.
o'nu her özlediğimde nickini benim nickimin üstüne sürükleyip ağlıyordum.
henüz çok aşıktık...

hoc est'in sözlükte çevresi çok genişti. beni kimse tanımadığı için bunun eksikliğini hissediyordum.
o sözlüğün tanınmış sosyetik kızlarından biriyken, ben anadolunun bağrından kopup gelmiş hoyrat bir delikanlıydım sadece.
evet... fakir çocuk yine zengin kıza aşık olmuştu.
yine de tüm bu zorluklara karşın aşkımızın her şeyi yenebileceğini düşünüyordum. o'na ciddi düşündüğümü açıkladım ve ailesiyle tanışmak istediğimi söyledim. duyar duymaz bi' anda yüzünü astı.

- n'oldu sevgilim?
+ babam...

babası sözlüğün sayılı nick altı zenginlerinden saipsiz'di. hayatın acımasız yüzü bir kez daha kendisini göstermişti.
karma babası, nick altı zengini saipsiz efendinin kızına aşık olmuştum.
bu ne imkansız bir aşktı böyle...
benim gibi tanınmamış, karmasız bir yazara kızını verir miydi ki? bunu öğrenmenin tek bi' yolu vardı. hoc est'i seviyordum ve o'nu kaybetmeye hiç de niyetim yoktu. gidip saipsiz'le konuşacaktım.
kim bilir belki de hulusi kentmen gibi babacan bir adam çıkacaktı ve bu ilişkiyi onaylayacaktı.

cesaretimi bu şekilde toplayıp kapısına dikildim. derin bi' nefes aldıktan sonra da yutkunarak kapısını çaldım.

- gel!

odasına girdiğimde karmasını sayıyordu. o kadar fazlaydı ki... hayatımda bu kadar karmayı bi' arada ilk defa görüyordum.
gözlerimi karmasından kaçırmaya çalışsam da bi' şekilde bakışlarımı engelleyemiyordum. cesaretim biraz daha kırılmıştı.

- söyle delikanlı?
+ efendim ben vezir...
- hoc est anlatmıştı geleceğini.
+ ö.. öyle mi?
- evet. buraya ne için geldiğini biliyorum.
+ kızınızı çok seviyorum. eğer siz de onaylarsanı...
- huahahah! cebindeki karmaları çıkar bakayım masaya.

cebimdeki tüm karmaları tek tek birleştirdim. fakat tüm karmamı birleştirsem de ancak şirin baba'yı tamamlayabilmiştim.
yanaklarım kızarmış bi' şekilde karmamı masasına bıraktım.

- bununla mı yaşatacaksın kızımı ha?
+ efendim biliyorum. alıştığı hayatı belki o'na sağlayamayabilirim. ama karmadan önemli şeyler de var hayatta. biz birbirimizi se...
- söyle ne kadar istiyosun?
+ anlamadım?
- sana 500 karma puanı verirsem kızımın peşini bırakır mısın?
+ siz beni yanlış anladınız.
- amma da arsız çıktın delikanlı. 650 veriyorum ve seni bir daha kızımın etrafında görmek istemiyorum.

az önce saydığı karmaları bi' çantanın içinde bana uzatmıştı. hiç düşünmeden çantanın içindeki tüm karmaları yüzüne çarptım ve;

+ bu suratı unutma saipsiz efendi! unutma...

dedim ve göz yaşları içinde kapıyı çarpıp çıktım.
babasıyla konuştuklarımızı eksik bir şekilde sevgilime de anlattım. her ne kadar üzülse de beni asla bırakmayacağını söyledi.
"ben seni karma ve nick altı için sevmedim. ben seni seviyorum vezir..." dedi.
o an sevgilime bir kez daha aşık olmuştum. bir mucizeyi gerçekleştirebilirdik, gerçekten de aşk kazanabilirdi bu sefer...

ama saipsiz ve adamları bi' türlü peşimizi bırakmıyordu. sözlükte yüzlerce adamı vardı. beni her gördüklerinde günlerce seri eksiye tutup hoc est'i terk etmem için zorluyorlardı. cebimdeki 3 kuruş karmam da bu şekilde bitmişti.
ama yine de direniyordum...
saipsiz efendi kızına da benimle görüşmemesi için baskı kuruyordu. her yerde bağlantıları vardı saipsiz'in. en sonunda moderatörlere talimat verip sevdiceğimi çaylak yaptırmıştı. artık o'nunla görüşemiyorduk, bu kalpsiz adam sevenlerin arasına bi' duvar örmüştü.
haftalarca görüşemedik.
ama yine de sevgilime güvenim tamdı. ne kadar baskı görürse görsün benden vazgeçmeyecekti, dayanacaktı aşkımız için.
ve o gün... hoc est'in en yakın arkadaşından mesaj geldi;

" vezir, hoc est'in peşini bırak artık. kendisi dışarıya çıkamadığı için beni yolladı. artık babasının haklı olduğunu düşünüyor.
nick altı olmayan bir adamla evlenmesi söz konusu olamazmış. ikinize de yazık. artık vazgeç bu sevdadan."

dakikalarca monitöre bakakalmıştım. yanaklarımdan süzülen yaşlar klavyemi ıslatıyordu. hani aşk her şeyi yenerdi?..
hani karmadan güçlü şeyler de vardı bu hayatta. bu muydu yani, bu muydu lan!? üç kuruşluk karma uğruna mı harcadın beni, gösterişli nick altları uğruna mı sattın el değmemiş hayallerimi? sen aslında o gün ilişkimizi değil; bu temiz kalpli, saf anadolu çocuğunu öldürmüştüm arkana bile bakmadan.

o gün anlamıştım;
duyguların, namusun hiçbir önemi yoktu bu insanlar için. gösterişli nick altlarının içinde sahte mutluluklar üzerine inşa etmişlerdi hayatlarını.

ve ben, o karma fakiri temiz çocuk...
artık ben de onların oyununu oynayacaktım. metelik etmez adi yaşantılarına kendi silahlarıyla cevap verecektim.
gözlerini karma bürümüş bu insanlara unutamayacakları bir ders vermeliydim.

alnımın teriyle sessizce, azimle, aylarca çalıştım. "yapamazsın vezir, vazgeç bu intikamdan" dediler. kulaklarımı tıkadım,
yine çalıştım... namusuyla evine bal götüren şerefli bir arı gibi başımı kaldırmadan çalıştım.

artık nickim bile akıllarında değildi. kendimi tamamen unutturmuş, büyük günü bekliyordum.
beni en son gördüklerinde şirin baba'ydım. ve aradan geçen 6 ay sonra saipsiz'in kapısını çalma gereği bile duymadan içeri girdim.
tanıyamadı ilk önce...
son gördüğündeki o saf çocuk değildi artık karşısındaki.
bin küsur karmayla karşına dikilmiştim;

- buyrun, hoşgeldiniz?
+ (gözlerinin içine bakarak gülümsedim sadece).
- sen...
+ ben ya... sırf karması az diye, nick altı yok diye aşağıladğınız o çocuk. hatırladın mı?
- ama bu nasıl?..
+ bunun için miydi ulan!? bu yüzden mi çaldınız o masum hayallerimi, bunun yüzden mi yıktınız minik yüreğimi? söylesene ha bunun için mi!?

yüzüne bin küsur karmamı ve beş sayfa nick altımı çarpıp sırtımı döndüm. tam odadan çıkıyordum ki...
kafamı kaldırdığımda bi' anda karşımda hoc est'i gördüm. odada olduğumdan haberi yoktu ve yalnızca babasını görmeye gelmişti.
yüz yüze geldiğimiz anda şaşkınlığını gizleyemedi, karşımda donakaldı. benim için de kolay olmamıştı. yüreğimde bi' anda cız eden o sancı tüm bedenimi kaplamıştı. kendimden emin bir şekilde, titrememeye çalışarak; önce babasının yüzüne çarptığım yerdeki karmalarıma baktım,
daha sonra da hoc est'in gözlerine bakarak; "değer miydi..." dedim.
"bir zamanlar sırf karması az, nick altı yok diye buruşturup bir kenara fırlattığınız o çocuk işte... ben!"

hoc est ağlamaya başladı. biliyordu çünkü göz yaşlarına dayanamayacağımı. o kadar masum ağlıyordu ki...
aylar önce kalbimi parçalayıp bir kenara atan o kız değildi sanki karşımdaki. o yaşlı gözlerle dudakları titreye titreye gözlerimin içine bakıyordu . o'na sarılmamak için gözlerimi o'ndan kaçırıyordum. ve son kez ikisinin de duyacağı bir şekilde bağırdım;
" gördünüz işte... uğruna beni ezip geçtiğiniz şeyler ne kadar değersizmiş gördünüz. ne kadar kolay ulaşılabilirmiş aslında di mi? peki cevap verin şimdi; peki siz... siz nasıl kaybettiğiniz şerefinizi bu kadar kolaya geri kazanabileceksiniz!?
ve sen...
ilk aşkım, ilk göz yaşım, dokunamadığım en kutsal hayallerimin sahibi. sen... hangi piçin nick altlarında bulabileceksin peki o kirlettiğin masum sevgimi?"

dedim, ve daha da artan ağlamasını görmezden gelerek kapıyı çarpıp çıktım. yerde dizlerinin üstünde ağlıyordu hoc est, saipsiz ise iki elini başının arasına almış uzun uzun dalıyordu...
çarptım kapıyı çıktım,
aylar önce aynı odaya titreyerek giren o gariban çocuğu da ardımda bırakarak çıktım. o çocuk da ağlıyordu yine de.
"sus" dedim o çocuğa, "sus... akıtma o tertemiz yaşlarını vicdanı dikiş tutmamış kirli kapıların gölgesinde."

yavru kedileri annesinden ayırıp atmak

tamamiyla orospu cocuklugu.Ulan serefsiz diyelim kedi cok sokakta.Pic kurusu o zaman bekle sutten kesilsin oyle uzaklastir sokaktan veya cok olsun ne zarari var sana.Mama alipta veriyorsunda maddi yukumu var.bir kap su mu koyuyorsun hayvanlara.Birak ailesiyle yasasin hayvan.Ayirdinda noldu.Yavrular oluyor anneside deli gibi yavrularini ariyor.Yazik degil mi ikisinede.Ne zarari var sana onlarin.Guya muslumansiniz.Allah hepinizin belasini versin.Hayvanlara eziyet edenlerin tez zamanda belasini bulmasi umuduyla