bugün

askere gidiliyorsa kaçınılmaz olan durumdur kendileri.
güzeldir.
çok sık karşılaşılan durumdur.
4 yıllık maceranın sonuna gelirken akla gelen eylem.
kimsenin size karışmayacağı ve zaten farkedemeyeceği rahatlatıcı eylem.
her yolculuğumda istemeden de olsa yaptığım şey...

birilerini arkamda bırakmak zorunda kaldığımda, kendimi ne kadar tutarsam tutayım ağlıyorum. o yüzden uğurlama gelmeyin diye tembihliyorum tüm sevdiklerime ama o yol çizgileri akıp giderken, yaşlarım da dökülüveriyor işte. çok ağlak değilim aslında ama sevgim taşıyor her seferinde. yazık bana yahu! helak oluyorum her yolculukta.
geride bırakılanlara göre şiddeti değişen bir olaydır.
üniversiteye ilk yalnız gidişte, ilk kez ayaklar üzerinde tek başına durulacak zamana başlarken, insanın kalbinin iflas etmesinin sebep olduğudur. ilkler her zaman zordur, hele arkada sevenler bırakılıyorsa insan duygulanır, gözyaşlarına engel olamaz.
bazen de uzun süren ve acıtan bir ilişkiden çıkınca insan kendine engel olamaz, gururu bırakıp otobüste ağlamaya başlar. ayrılık acıtır.
oturur oturmaz yerine, bir hüzün alır seni. ailene bakarken onların özleminin yanında, sevdiğin gelir aklına. birlikte yaşadığınız dakikalar gözünün önüne gelir.otobüs kalkar, el sallarsın ailene. ama o sallanan el sevdiğine gidecek olan öpücük olarak dağılır yansımasında. resmini çıkarırsın çantandan, masum gülüşü çıkar karşına. o dokunduğun öptüğün yüz, uzağında kalacak saatler sonra. bir dahaki görüşmenizin ne zaman olacağını kestiremezsin. belki 1 ay belki de 2. bu seni dahada üzer. ve damlar resmin üzerine ilk gözyaşın.
gitmenin kendi içinde barındırdığı bir hüzünden kaynaklanan durumdur. bazı insanlar ne olursa olsun gitmelere hiç dayanamazlar.
0-5 yaş grubunun favori sabotaj eylemi.
bir de şehirler arası otobüs yolculuğunda "gülmek" vardır, sevdiğinizle geçireceğiniz günleri düşleyerek heyecanlanmak, otobüsün gideceği yere bir an önce ulaşmasını dört gözle beklemek vardır, o da bu bahsi geçen, bağıra hançer gibi saplanan, boğazı düğümleyen şerefsiz yolculuktan önce, koşa koşa gidilen o yer için yapılır.
sonrasında ne mi olur? sayılı gün çabuk biter tabii, ve siz geldiğiniz yere, yanınızda götürmek istediğiniz kişi olmadan kös kös dönersiniz, eliniz kolunuz tutmaz sanki. yüz yüze bakamazsınız, bakarsanız "böhüüü" diye ağlama krizine girebilirsiniz ikiniz de.

siz, en erken otobüse binince, otobüs epey bir yol alınca, yolcular kendinden geçince "ühühü" diye ağlamaya, burnunuzu çekmeye, ilk mendilinizi çıkarmaya başlarsınız.
o bırakmak zorunda olduğunuz sevdiğiniz de, kaldığı şehirde, terminalden aynı burukluk ve iğrenç duyguyla ayrılır, evinde odasında başlar onun ağlama faslı da.

allah başka dert vermesin.
genelde üniversitenin ilk yıllarında başa gelendir. huzurlu evinden ayrılırsın. ilk bir yıl her evden ayrıldığında mütemadiyen ağlanır. hem de on üç saatlik yolculuğun tamamında. otobüs hareket edene kadar gözyaşı tutulur. yok ben iyiyim görüntüsü verilir. zoraki bi gülümseme yüzünde. otobüsün terminalden çıkmasıyla ki, gece bu olur genelde rahat rahat ağlarsın. bi gerizekalı muavin sana acayip acayip bakar. onu da sallamassın olur biter. ertesi gün gideceğin yere vardığında yüzünde küçük emrah modeli bir eziklik görülür. boynun hafif yana eğikken.
sevgiliyi arkanda bırakdığın yolculuktur.
geçtiğin her şehirde izlerini bırakmaktır. hatırası güzeldir özel biri için ağlıyorsan.
hızla geçen yol çizgilerine bakıp düşüncelerine daldığın anda içini acıtanların dışardan görülen şeklidir.
otobüs şiketinin *, seyahat esnasında ekranda babam ve oğlum filmini göstermesi ve kişinin ailesini/babasını deliler gibi özlemiş olmasıyla kaçınılmaz olan vaziyet. *
bide müzik dinlenirse walkmann ile vay haline durumudur, dahada bi güclenir ayriligi kabullenme durumu.
sevgiliden, eşten ,ailden ya da yakın bir dosttan hatta yaşanılan şehirden ayrıldıktan sonra, yaşanacak özlemi hatırlayıp duygusal bir orgazm yaşamaktır.
dönem bitmiş, yaz okulu öncesi tatil için evlere dağılmıştık.
ilk başlarda alışamaz insan eve, annenin her söylediği batar babanın her söylediğine muhalefet olursun. küçük kardeş odada seni yalnız bırakmıyor diye azarlarsın.
annenin sabahları "pnar hadi kalk"ları batar çünkü alışmışsındır "ne zaman istersem kalkarım" moduna. "kahvaltı neden bu kadar erken hazır oluyor?" diye yüzsüz bir şekilde söylenirsin. sus di mi! okul zamanı böyle kahvaltıyı bulsan gözlerini ovuşturur iki rekat namaz kılarsın sevabına.
şımarırsın ilk günler, elini hiçbir işe atmazsın. ne yatak toplarsın, ne sofrayı toplamaya, kurmaya yardım. erkek çocuktan farkın olmaz. bulaşıkmış, temizlikmiş oho hak getire...
evdekiler ufaktan kıl olmaya başlar tabi. misafirlik dediğin üç gün.
bir sabah yine uyuzluğum üstümde neye kızdıysam artık annem söylenmeye başladı. ama öyle böyle değil. baktım annem eşyalarını topluyor. "sıkıldım pnar , ben de yoruldum. yazık ama bana da bu kadar yorulmaz bir insan. yap kotar pişir... ben ablana gidiyorum ne halt yersen ye sen burda . karışanın olmaz" demesin mi?
off o sinir harbi. bir anda parlama özelliğimi aldım koynuma başladım ben toplamaya eşyalarımı. ama öyle topluyorum ki; kendimi inandıra inandıra, sinirimden tıkıştırıyorum her şeyi. annem duruldu birden baktı ben ciddiyim. oturdu yatağın köşesine "nereye ya saçmalama" dedi. "anne lütfen fazla geldim ben buraya, rahatınzı bozdum kusura bakma!" demeyeyim mi?
içim yandı söylerken annemden de bir damla yaş.
küçük kardeş tabi korktu sindi bir köşeye. gittim öptüm yanaklarından kokladım aldım bavulumu kapının önündeyim .
annem köşede dikiliyor "gir içeri alcam ayağımın altına" dedi. içim: "kal salak" diyor. gurur var serde geri dönmüyor. gittim onu da öptüm "hadi kendine iyi bak." dedim. içim nasıl yanıyor hani göğüs kafesi boşluğu vardır ya sızım sızım, burun yanmaya başladı sıktım dişimi, kardeşim annemin arkasından bakıyor.
evden otobüs durağına nasıl çıktım hatırlamıyorum, burnumdan hızlı alıp verdiğim nefesi anımsıyorum sadece.
bindim otobüse yüzüm alev alev. taktım kulaklığı, dayadım kafamı cama, müzik dinlemeye başladım. her söz dokunuyor her szö annem her söz son bakışı. filmlerde olur ya otobüsün önünü asıl oğlan keser, asıl kızı alır bindirir arabasına... aklımda saçma salak sahneler...
annemin o bakışı yedi beni yol boyu. onun bir damlasına ben iki saat ağladım.
işte o şehirler arası yolculuk bana çok şeyi öğretti. kendimi sorguladım. bir daha geri dönene kadar ya ona bir şey olsaydı= vicdan azabı...
işte ben o günden sonra yeniledim kendimi, artık sert çıkışlarımı içime atıyorum, sevdiklerimi daha çok seviyor kendime daha çok kızıyorum.
(bkz: okununca ağlatan başlıklar)
evden ayrılırken arkanda bıraktığın ağlayan çocuk gelir aklına önce o uyuduktan sonra gizlice ayrılmışsındır evden. saat gece yarısını gösterirken binersin otobüse ve ağlama sırası sana gelmiştir. nereye ait olduğunu ne yapacağını bilemediğin için ağlarsız bazen.
muhtemelen siz "gidiyorum, kim bilir ne zaman göreceğim.. " diye aglarken; bıraktıgınız sehirde biri de sizinle es zamanlı gozyası dokuyordur, sizin icin, siz gidiyorsunuz diye..
gitmenin, geride bir şeyler bırakmanın hüznü olmayabilir her zaman. dönmenin, dönüpte görememe ihtimalinin gözyaşlarıdır belki.

yattığı yerden gözleriyle beni soruyormuş. telefonda 'gelmelisin' dediler. 'gelmelisin ve görmelisin onu'. belki son görüşüm olabilirmiş.
dersten nasıl çıktım, terminale nasıl gittim, hangi ara biletimi aldım hatırlamıyorum bile. 4 saat değil sanki 44 saat süren yolculuk boyu ağladım. kimseye aldırmadan, telefonunu kapat diyenleri duymayıp her dakika evi arayıp arayıp ağladım. ya ben gitmeden o giderse diye...

gitmemişti ama. kollarımda sonsuzluğa gitmeyi bekleyen dedem beni görmeden kapatmamıştı gözlerini.
birşeyleri içine sığdıramayıp dışına akıtan kişi eylemidir eylem olmasına da benim anlamadığım yanındaki kişilere karşı niye o denli asabi oldukları, sen duygulandın iyi hoş da ben de mi dugulanmak zorundayım kardeşim. * *