bugün

ŞAiRiN HAYATI ÖYKÜYE DAHiL

-bir hayata yön veren tüm ustalara-

Kapıyı yaşlı elleriyle aralayıp, içeriye girdi ihtiyar adam. Yüzyılları biriktirmişti bu odada. Karşısında Edip Cansever'in masası duruyordu, eski bir dosttan kalma. Masa da masaymış ha!

Önce sandalyeyi süzdü, Cemal Süreya'nın boşluğunu gördü; bir eli alnında, bir parça hüzünlü ve biraz daha babasına benzeyen. Yaşlı adam da bu hayatta en çok babasına benzemekten memnundu. Belki de bir tek bundan memnundu.

Remington marka daktilosu duruyordu masanın üstünde, bin yıllık anıları taşıyan, tuşları silik daktilosu. Adam önce elindeki limonlu votkayı koydu masaya. Sonra yorgunluğunu, dinginliğini, bulutun mavisini, çimenin kokusunu da koydu, yani varını yoğunu. Bana mısın demedi, ne varsa taşıdı masa. Durmadı adam, ardından bir yalnızlık bıraktı ortaya; ki görseler, yalnızlığından utanırdı insanlar. Sallanmaya başladı masa.

Sahi insanlar... Adamı anlamaktan ne kadar da uzaktılar. Daktilo ne kadar yakınındaysa, insanlar o kadar uzak. Yalnızlığı odanın her karışına bulaşırdı. En çok tozlu saatin yelkovanını mesken tutardı. Adam saate bakar, yalnızlığını bir kez daha anlardı. Yakınmazdı, yazardı. Daha çok yazardı.

Parmaklarında şehir izleri. iklim iklim geçmişti, türlü türlü coğrafyalardan. Sokaklar biriktirmişti bu güne kadar adam, kendini sokak sanan sokaklar da görmüştü. Tam dört yüz bin sokak, üç bin beş yüz gece yarısı (yıldızlar cabası), feryat figan, saçlarını okşayan gökyüzü, alıp göğsüne bastığı bir mezar taşı ve acımasız sarı eylüller katmıştı kendine. Gözü daktilonun yanında duran bir kitaba ilişti. "Bu yalnızlık benim" diyordu Metin Eloğlu. Adam yalnızlığını kuşatan yalnızlığını da sahipleniyordu.

Kapının aralığından içeriye adamın kedisi girdi. Ne çok seviyordu onu. "Tomris Hanım" derdi ona ve Turgut Uyar'ın Tomris Uyar'ı sevdiği gibi çok severdi. ihtiyar adamın iki dert ortağından biriydi aynı zamanda. Fakat bu evde tek huzurlu olan Tomris Hanım'dı. Gün boyu evin içinde dolanır, adamın bıraktığı yemekleri yer, minderinde keyif çatardı.

Ayaklarına sürtünüp, minderine gidişini izledi ihtiyar adam.

-Yıllar, dedi. Durakladı bir süre. Yıllar hepimizi eskitiyor Tomris Hanım. Tozlu eşyalara benziyoruz sonunda. Bizim de üstümüzü toprakla örtmeyecekler mi?

Pek oralı olmadı kedi, ağzı yırtılacak gibi bir esnemeyle karşılık verdi.

Kendini iyi hissettiği bazı akşamüstleri evinden çıkar, sahilin yolunu tutardı. Zencefil kokulu, içinde fahişelerin yaşadığı sokakta, eski püskü bir evde yaşardı. Alsancak iskelesi'nden vapura binip Karşıyaka'daki Attila ilhan büstünün yanına gider, saatlerce oturur, kuşları ve denizi izlerdi.

-Sizin şiirlerinize yaslandım hayatta. Kendimle yaşadım en büyük kavgalarımı. En çaresiz anlarda, infilak etmeye hazır bir saatli bomba gibi hissettim beni. Bir'i hiç geçmedi: kalabalık oluşum.

Parmağıyla az ötedeki kuşları göstererek:

-Belki de Kallâvi Sokağı'ndaki güvercinlerdir bunlar. Kaptan, belki de sana Belma Sebil'den selam getirmişlerdir.

Akşam olunca dönerdi köhne evine. Annelerin çocuklarını uzak tuttuğu, insanların yakınından geçmemeye çalıştığı, terk edilmeye yüz tutmuş bir apartmanda yaşıyordu adam. Özellikle seçmişti burayı. Ötenazi hakkını kullandığında yanında hiç kimse olsun istemiyordu. Zaten kimi kalmıştı ki, herkesi kaybetmeyi seçtiğinden günden beri? Hiçbir şeyi yoktu, akıp giden sokaktan başka.

Kayda değmeyen bir ölüm!

Balkonundan yıldızların yüzüne bakamadığı bu evde kiracıydı ihtiyar adam, bir acıya kiracı!

Tomris Hanım o umursamaz halleriyle yatmaya devam ediyordu. Adam daktilonun tuşları üzerinde gezdirdi parmaklarını. Yazacak bir kaç satır, içindeki zehri dökecek sözcükler arıyordu. Düşündü, "kimse yaşamamıştır yaşadığını sözcüklerin" dedi. Bir yudum daha aldı votkasından, içinden geçenleri kağıda döktü. Saatine baktı adam, hiç bilmediği saatlerdi bunlar...

Kalktı, bir kadeh daha votka koydu kendine, içine bir parça limon attı. Dışardan gelen gürültülerin şiddeti anbe an artıyordu. Balkona çıkıp baktı. iki kişi yumruk yumruğa kavga ediyordu. Onları seyre daldı. Olay bittikten sonra içeri girmedi.

Bir kadın bütün yaşantısını bir valize sığdırmış, sokağı terkediyordu. Elleri cebinde, eni boyu belirsiz bir ıslık çalıyordu yeni yetme delikanlı, sokak lambasının altında. Karşı binadaki fahişeyi bekliyor olmalıydı. Bir baba sımsıkı tutmuş çocuğunun ellerinden, hızlıca geçiyorlardı bu sapa sokaktan. Çocuğu izledi ihtiyar adam, gözleri dolarak. Ne zaman bir çocuk ölse, bir çocuk gibi küserdi Tanrı'ya!

Tuttu, gecenin karanlığını da sahiplendi.

Üşümeye başlayınca odaya girdi. Kapıyı kilitledi. Tomris Hanım, minderinden kalkmamakta kararlıydı. Ürperen tüylerine baktı adam.

- Nisan da bitmek üzere ama havalar ısınamadı gitti, Tomris Hanım.

Perdeleri örttü.

-Ah Tomris Hanım, bakma aylardan nisan olduğuna, içimin uzuyor geceleri! Sahi Tomris Hanım, bir nisan kaç eylül eder ve bir mendil niye kanar?

Işıkları söndürdü. Gitti, yatağına yattı.

***

Hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu Tomris Hanım. ilk defa evin içi bu kadar kalabalıktı. Ay başlarında ev kirasını almaya gelen bıyıklı adamı tanıyordu sadece. ihtiyar adam kaç gündür yemek de bırakmamıştı Tomris Hanım'ın tabağına. Yatağında öylece yatıyordu.

içerdeki kötü kokuların gitmesi için açık bırakılan balkona kaçtı Tomris Hanım.

-En son üç gün önce görmüştüm. Alışveriş yapmış, ellerinde poşetlerle eve dönüyordu, dedi, bıyıklı adam; karşısında duran polis memuruna. Ev kirasını almaya gelmiştim, kapı açılmayınca çilingir çağırdım.

Ayaküstü ifade verirken ev sahibi, ihtiyar adamın üzerini beyaz bir bezle örttü hemşire. Sedyeye taşıdılar sonra. Alıp götürdüler adamı. Karşı binadaki fahişe, yarı aralık kapısından olan biteni izliyordu.

Tomris Hanım, ihtiyar adamın kapıdan çıkartılışını izledi. Üstünde acil servis yazan bir ambulansa bindiriliyordu, hiçbir aciliyeti olmadan.

Gidişini, yokluğunu gördü adamın. Alnında bir tutam güneş, kalakaldı öylece.

***

Sabahın sekizi yeni vuruyordu. Bıyıklı adam, yanında bir kaç kişiyi de getirmiş, evdeki eşyaları toplatıyordu. ihtiyar adamın pek bir eşyası olmadığı için, kısa sürdü bu toplatma işi. Daktilo ve masa bir eskiciye kurban gitmek üzere kapı önüne bırakılmıştı...

Tomris Hanım! O, kalmayı hiç düşünmemişti...

*Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Metin Eloğlu, Metin Altıok, ilhan Berk ve Attila ilhan ve dahi adını anamadığım nice söz ustası olmasaydı bu öyküdeki -ki öykü denir mi buna- hiçbir sözcük olmazdı.
Okunulası bir yazı olmuş. Ne bir eksik ne bir fazla,tüm kelimeler yerli yerinde. akıp giden dupduru bir öykü.
şiirsel öykünün duygusundan etkilenmiş bir okuyucu olarak; okurken insanda yarattığı hissiyattan bahsetmek isterim.
attila ilhan'ın memleketi, zencefil kokulu, güzelim izmir; aylardan nisan; yalnız ve yorgun bir adam; tüm hayatından süzülüp ona yarenlik eden şairler ve unutulmaz dizeleri; emektar daktilosu ve sevilen ama sevmeyi pek bilemeyen tomris hanım.
yalnızlığın tüm kokusu her satırda azar azar insanın içine doluyor. herşeye hatta kendine rağmen bir yalnızlık bu ve çok şiirsel. içinde izmir ve attila ilhan olan bir şey ister istemez güzeldir zaten. ancak yirmibeşinci kısım, şairlerin yalnızlığını kahramanında içselleştirdiği için; lirik bir anlatımla bu yalnızlık, yalnızlık sarhoşluğu olarak okuyucuya da sızmakta. benim en sevdiğim bölümlerden birisi ise; böylesi yalnız bir adamın, kedi tomris hanım ile kadın, belki de bir zamanlar sevdiği ya da hala sevdiği kadın, arasında kurulan bağ; metaforik anlatım. bu çok hoşuma gitti. belki de ; 'biR'i hiç geçmedi' dediği, ve hazin son:

--spoiler--
gidişini, yokluğunu gördü adamın. alnında bir tutam güneş, kalakaldı öylece.

--spoiler--

duygulara hitap eden şiirsel bir hikaye; şairlere, unutulmaz mısralara gönül vermiş okuyucunun çok seveceği şairler geçidi şeklinde yalnız bir adamın belki de tüm hayat hikayesi.
sol frame de görmek bile güzel olandır.