bugün

enfes bir mabel matiz şarkısı.

parlak salonlarınızdan kirli mutfaklarınızdan
binbir çıkmaza çıkan daracık koridorlarınızdan
hele döl tutmayan zihni kaygan yatak odalarınızdan
çok sıkıldım, çok sıkıldım..

şekerlerinizden, uçan balonlarınızdan
kuru, sıkı, patlak, korkak, yalan silahlarınızdan
dinmek bilmeyen keyfi karın ağrılarınızdan
çok sıkıldım, çok sıkıldım..

hangi kan affeder bayım kalbinizdeki kini?
hangi göl temize çeker ellerinizdeki kiri?
bir tutam ya da birkaç tomar
ah yalan bu ne farkeder
kahrınızın külleri şer
hangimizi yakar?
"Bu ülkede her şey taraf duygusuyla sorgulanıyor ve bu gelenek hiç değişmiyor. Bugün bile mesela Müslümanlar kendini sorgulamıyor, Marksistler kendini sorgulamıyor, laikler kendini sorgulamıyor. Herkes 'öteki'ni sorgulamaya kalkıyor. Ben bunun ahlaki bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede ahlakçılık son derece yüksek biçimde yaşanıyor ama ahlak bu değil. Ahlak, bizzat ötekini yargılamadan, suçu ötekinde aramadan bizzat kendi sorumluluğunu, hatasını, kötülüğünü görmektir."

(bkz: zeki demirkubuz)
Gözleri dalar böyle. insanlar her yerde. Herkes aynı monotonlukta, hepsi aynı telaşla bir yere yetişme kaygısıyla yüzlerinde eksik olan gülücükle koşuşturmakta. Onlar gibi görünmemek için müzik dinliyorum yürürken. Geçenlerde abartıp sesli söylemeye başladım çalan şarkıyı, birden önemliymişim gibi bakmaya başladı herkes. Sizin telaşınızdan çok, benim şarkı söylememin gözünüze batmasının nedeni sayıca üstün olmanız. Başka hiçbir şey değil.

Olması gereken bu, olması gereken şu. Bu mantıklı, bu doğru, bu yanlış. Ne kadar çok keskin çizgileriniz var. Arada insan kayboluyor. Sınırlar koymuş herkes, herkesin kendi sınırları var. Kimse kimseyi şartsız kabul etmiyor. Kimse kimseyi nedensiz sevmiyor. Kimse kimseye karşılıksız iyilik yapmıyor. Hatta ‘allah rızası için’ derken bile allah’ın gözüne girmeye çalıştığını inkar eden var.

Kaygılanmaktan mı yoksa herşeye çok dikkatli bakmaktan mı? Bilmiyorum. Her çift kavga halinde, yeni başlamış ilişkilerin heyecanını suratında yaşatan şapşalların sonu da öyle gibi duruyor. Nedensiz sevmiyor kimse. Oysa karşılıksız olmalı. Seviyorum dedikten sonra ‘çünkü’ demeye gerek yok. Hatta dünyanın en mantıksız kadınını bile sevmiş olabilirsin. ‘çünkü’ karşı tarafın egosunu tatmin etmekten başka bir şey değil. Duymak istediği için söyletir. Kendi çünkü’leriyle kıyaslamak içinde kulak kabartmış olabilir.

Hayat bir yol değil, yürümesende bitiyor. Koştuğun zaman birinin önüne geçmiş olamazsın çünkü kimin nereden başladığı belli değil. Harcadığın emeklerin bir karşılığı olmayabilir. Yüklediğin anlam kadar değerlidir o, hakettiği kadarını düşünme. Olmamışsa olmamıştır. Zaman kavramı herşeyi unutmak için varolan bir boyut. Ölümleri, savaşları, yalanları, aşkları, sevgileri unutman için var.

Hepsini unuttum. Kimi sevdiğimi hatırlamıyorum, kime kızgın olduğum umrumda değil. Artık nefrette etmiyorum. Bütün duygulardan arındığım için yaşamamın anlamı yokmuş gibi hissediyorum. Birşeyleri değiştirmek, hayata birşeyler katmak benim haddime değil. Kimse değişmez en fazla çelişir. En fazla çelişkiye düşmesini sağlarsın sonra bildiğini okur. Anladığı kadarını bile anlatamayan insan. Sahip olduğundan hep fazlasını isteyen, şikayet etmekle meşgul hepsi. Bu olmamış, daha iyi olurmuş, olabilirmiş. Neye göre, kime göre? Uyuşturucu kötü tabi. Zamanı durduruyor ama ölmüşüm hissi veriyor bu.

Sanki dipteyim. Bir kuyu var böyle içine çekiyor. Sanki herkes orada birbirini bekliyor. Herkesin yüzünde binbir pişmanlık. Herkes üzgün, herkes kırmış, hepsi özlemiş. Tüm paran bittiğinde, sigara param çıksın diye aradığın bozuk para kadar değerliyim belki de. Bilmiyorum. Anlık mı yine?

Anlaman için konuşsaydım keşke. Anlatmaktan çok sıkıldım. Dinlemekten nefret ediyorum. Hep hep hep hep aynı gibi. Başa sarıyor. Sonra bir daha bir daha. Güneş, dünya hepsi aynı yörüngede dönüyor bizler yaşlanıyoruz diye birşeyler değişiyor gibi hissediyoruz. Sadece hissediyoruz. Büyümek falan yok. Sadece büyüdüğün zaman daha olgun olman gerektiği fikri var sana aşılanan. Daha sorumlu olman gerektiği, daha oturaklı, daha daha daha.

Herkesin kendinden emin konuşmaları, herkesin kendini etrafa ıspatlama çabaları. Oysa kendini kendine ıspat etme peşinde hepsi. Gözlerini kaçırdıkları her bakışta ürktüklerini hissediyorum ilk defa baktığım insanların. Kalabalıkta yürümek. ne kadar çok insan görsem o kadar iyi. Kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor.

Çok dertli olan anlatmaz, susar. Susuyormuş. Anlatacağım şey hiç birşeyi değiştirmeyecekse en ufak çaba içine girmiyorum. Girmemek lazım. Değiştirmek değil değişmesi lazım, onun anlaması lazım. ikna etmek için seçtiğin doğru cümleler zaman aşımına uğrayabilir. ‘seni seviyorum’un sıradanlığını keşfettiğim kadınlar oldu sonra ‘teşekkür ederim.’ Dediğimde asık suratlar oldu. Kelimelerin karşılığı olduğunu unutanlar oldu, sıradanlaştı. Kesmiyor artık. Belki bir gün daha çok seversin diye birkaç cümle ayır, kıyıda köşede dursunlar, lazım olur. Kendini daha iyi ifade etmek için yeni bir sözcük türetecek kapasitedeysen harcayabilirsin bütün ‘aşkımları, herşeyimleri, senin için ölürümleri’

http://youtu.be/af_jSfsKLSI
bir dostoyevski kitabı.

”Bazen insanları acılarındaki benzerlik kadar birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.”
http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=1236

can dündar konuyu güzel izah etmiş. link için üşenen olursa diye yazının tamanıda aşağıya kopyalıyorum.

"Ötekiler geliyor!



Ötekiler kim mi?

Şu "sizden olmayanlar" canım...

Hani otoyoldan geçerken arabanızın penceresinden hızla akıp giden gecekonduların tek göz odalarından acıyla size bakanlar... Hani ucuz ekmek kuyruklarında, acil servis kapı­larında sabırla bekle­şirken gördükleriniz... "Ora"larda nasıl yaşa­dıklarına bir türlü akıl erdiremedikleriniz... Hani, "gerici partiler"e oy vermelerine şaştıklarınız. Bir ton kömüre partisini, bir avuç kupona gazetesini değiştirmesine kızdıklarınız. Tanımadığınız halde yargıladıklarınız.

Asırlık öfkelerini bir küçük oy pusulasına yazmış geliyorlar.

Belde belde, sandık sandık, adım adım yak­laşıyorlar.

Hani televizyonda görüyordunuz bazen... Kaş çatıyor, bıyık buruyor, sert konuşuyorlardı. Kimi ihtilalden, kimi cihattan sözediyordu. Hiç sizin bildiklerinize benzemiyordu söyle­dikleri... Dehşet içinde dinliyor, dinledikleri­nize inanamıyordunuz.

Ötekiler uzaktı.

Aynı kentleri paylaşıyor, ama düşman gibi yaşıyordunuz. Taksilerine bindiğinizde öfkeyle dışarı bakıyor, otobüste yanyana düştüğünüzde oflayıp pufluyordunuz. Yol sorsalar başınızı çeviriyor, okulda sınıfınıza girseler yaka paça atıyordunuz dışarı...

Toplum ikiye ayrılıyordu gözünüzde: Sizin gibiler ve ötekiler...

Sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşama­yan, size benzemeyen "ötekiler"i kendinize benzetmek için formüller geliştiriyordunuz.

"Meczup"tu onlar. Dışladınız. Onları "öteki"leştiren katran rengi adaletsizliği, kör yok­sulluğu görmediniz bir türlü...

Sonra 1 Mayıs'ta meydanlarınıza ya da kara cübbeleriyle kentinizin kapısına yığıldıklarında paniklediniz. "Ötekiler geldi" diye kaçacak yer aradınız ve biraz daha kapadınız kapılarınızı, vicdanlarınızı... Siz kapandıkça arttı sayısı ötekilerin...

Öyle çok adamı dışladınız ki, dışardakilerin sayısı içerdekileri aşıverdi günün birinde... "Ötekiler" gelip dayandı kalenizin kapısına... "Oradakiler" buralı oldular.
ve size geldi "öteki" olma sırası...



***



Yakınmaya hakkınız yok. Boy veren, sizin ektiğiniz duyarsızlık tohumlarıdır. Ötekileri keşfetmek, "oralar"ı anlamak için hiçbir şey yapmadınız bunca yıl... Çoğunlukta olmanın sefasını sürdünüz. Siz "bura"da lale devri ya­şarken "ora"da ötekilerden kurulu bu dünya­yı büyüttünüz sessiz sedasız...

Sonunda günün birinde ötekiler çoğunluk oldu ve copladılar lalelerinizi... size geldi azınlık hakları için savaş verme sırası...

Hayatını işkence yapmakla geçirdikten sonra işkence tezgahına yatan bir polis gibi feryat ediyorsunuz şimdi...

Veba salgınıyla çepeçevre sarıldığını farketmeksizin ortasında göbek attığınız kentleriniz düşmek üzere... Dışlanmışlar, "ötekiler"in bayrağını dikmek üzereler sizin sandığınız burçların tepesine... Hem de "sizin" yöntemlerinizle: Sandık gücüyle...

Süngüleriniz düştü. Artık başörtülerinden tutup sınıftan, sakallarından tutup bürodan atamayacaksınız onları...

Ve belki "ötekiler" kovacak sizi, sizin sandığınız son mevzilerden...

Çünkü tanıyoruz öfkesini "ötekiler"in... "Ora"dan, "ötekiler"in nasıl görüldüğünü de biliyoruz.

Sivas'ın külleri şahidimizdir.

Ama yine de "ora"yı kazanmanın yolunun "ötekiler"i dışlamamaktan, daha fazla insanı "öteki"leştirmemekten geçtiğini de biliyoruz.

Gelişleri "kanlı mı olacak, kansız mı" kesti­remiyoruz. Ama çarenin kimsenin kimse için "öteki" olmadığı, adil bir toplum olduğunu seziyoruz.

Farkındayız; bilim iktidar olamazsa, inanç olur...
ve refah devleti kurulamadıkça kurulur Refah Hükümeti...



* * *



Şimdi sizde "öteki" olma sırası...

"Oralar", bura olacak pek yakında... Sizin gibi giyinmeyenler giyinecek sınıflarda; sizin gibi düşünmeyenlerin sesi gelecek sokaklar­dan...

işte belde belde, bucak bucak geliyor sesleri...

Katran karası bir adaletsizlik ve yoksullu­ğun rengine bürünmüşler.

Asırlık bir öfkenin ateşi dağlıyor vebalı kentleri...

Az kaldı; yarın gelip devralacaklar sizin sandığınız kalelerinizi...

Sonra..?

Sonrasını artık "ötekiler"le siz belirliyeceksiniz;

Bakalım kanlı mı kansız mı olacak...
gidişleri..!"
birhan keskin şiiri; y'aslı gibidir..

öteki

ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
onlar aşağıda siyah kalacak!
sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak!
kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!

onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
onlar bir hatırada donmuş duranlar.
onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.

siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar şaşı.

ah siz nasıl da "siz" siniz buram buram, onlar avam.
bu cahilin, yoksulun barbarın ışık neyine, onlar ziyan!

siz "it was very amazing" derken "and fun"
onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.

balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.
eli yüzü düzgün güzel bir bebek gibi salınan cahit koytak şiiri. varolsun kendisi.

Ah bu kuş, bu gidişle
Uça uça gök bırakmayacak
Öteki kuşlara

Yaşlı bir boğanın ruhu
Orta halli bir ozanın kanatlarıyla
Uçuyor semada

Dürüst görünmesini sağlıyor
Baston yutmuşçasına dimdik
Gagasına kadar yükselen
Üstünlük duygusu

içbükey aynalar gibi kullanılan
Ve sık sık tuz buz edilen dostluklar
iyi savunulmuş kin
Yıkıcı sevgi ve bir ölçek de felsefe

Kuyruğa girmişler
Küçük süs hayvanları
indirimli fuarda
Edinmek için onun
imzalı tüylerini
Ve tebessümlerini
insanın kendisinin tarifini yapabilmek için ihtiyaç duyduğu kavramdır. ben ya da bize benzemeyen, diğeri(leri), öbür sınıftakiler, kızlar-erkekler, zekiler-gerizekalılar vs gibi. kapitalist düzen öncesi, burjuva sınıfı denetimindeki ötekiler, hiyerarşik düzen içerisinde çoğunlukla ezilmişlerdir. günümüzde ise kapitalizmin etkileri, herkesi öteki haline getirdiği için, başkaldırı görülmektedir.
sıkılmışlığın.. ötekileşmişliğin şarkısı. ne de güzel söylemiş mabel matiz.
üçüncü tekildir.
her an ilan edilebilirsiniz. yaşadığınız topraklar ötekileştirmek konusunda çok verimlidir. yaşadığımız topraklardan gelse gerek, sözlüklerde, sokakta, okulda, iş yerinde her an ötekileştirilebilirsiniz.

o nedenle insanları ötekileştirmeden önce bir düşünün, yarın hiç beklemediğiniz bir davranışınız, sözünüz, düşünceniz, belileyemeyeceğiniz bir özelliğiniz nedeni ile ötekileştirilebilirsiniz.
bu şarkıya sardınız mı bi daha bırakamıyorsunuz, o naif adamdan çıkan böylesine yerine oturan sözler helal olsun dedirtiyor.

hangi kan affeder bayım
kalbinizdeki kini?
hangi gök temize çeker
ellerinizdeki kiri?
dinlenesi mabel matiz şarkısı.

http://fizy.com/tr#s/3bofi9
Muhteva olarak çağının çok çok ötesinde bulunan bir uzun hikâyedir. Ve zaten net bir şekilde ifade etmeliyim ki bütün bu başarısını muhtevasına borçludur. Çünkü Dostoyevski'nin gençlik çağında yazdığı bir roman olması hasebiyle teknik açıdan bazı kusurlara tesadüf etmek romanın genel seyrinde şaşırtıcı olmayacak bir hadisedir. Karamazov Kardeşler ve Suç ve Ceza gibi romanlar okununca Dostoyevski'nin üslûp gelişimi ve roman tekniği kabiliyetinin ne derece arttığı daha yakından idrak edilebilir.
"hangi kan affeder bayım kalbinizdeki kini
hangi gök temize çeker ellerinizdeki kiri "

güzel bir matiz şarkısı.