bugün

Siyah beyaz televizyon günlerinde, yurttan sesler korosunda, önlü arkalı duran sanatçıların karı koca olduğu sanısı..
elektrikleri allah ın kestiğini sanırdım.
yumoş adlı yumuşatıcının içinden, yumoş maskotunun(ayı mı neydi , öyle birşey işte) çıkacağını sanırdım. yumuşatıcının dibine kadar bakardım ama çıkmazdı adi.
bir arkadaş anlattıydı; çocukken 21 gün boyunca yumurta üzerine oturmaya karar vermiş civcic çıkacak sanmış. 6.günde yumurta kırılmış*
uyarı... gerçektir... aynen yaşanmıştır...

yaş beş, beşbuçuk, 12 eylülden 1980den hemen önceki sıkıntılı günler. bokumda boncuk aradığım, bir şeylere anlam yüklemeye çalışıp, etrafı tanımaya, sorgulamaya çalıştığım günler...

peder memur, solcu tayfasından, 4-5 ay önceside o zaman rotasyon tabir edilen atama kararıyla sürgün yemiş, yeni taşındığımız ilde de ilk bir ay içersinde, bilgisine başvurulmak üzere 3 defa karakola davet edilmiş. evde; karakol, polis kelimeleri büyük stres yaratmakta, anne baba hemen hemen her gün evin bir köşesine çekilip, fısır fısır tartışmakta ve aksiyon genelde annemin ağlamasıyla son bulup, evi ölüm sessizliğine gömmekte. ne olduğunu tam çözememekle beraber çok sakat şeylerin döndüğünün farkındayım. annem özellikle "polis, karakol" kelimelerini üstüne basa basa söyleyip ardından hıçkırıklara gömülüyor o yüzden bu kelimeler beynime kazınmış. ne tesadüftür ki, 2. katında oturduğumuz 4 katlı apartmanın en üst katında bir başkomiser oturuyor yani polis. kendisiyle herhangibir olay yaşanmamış ama bir stres kaynağı olarak bu ürkütücü ünvanı taşıyan birisiyle aynı binada olduğumuz çocuk aklıma kazınmış...

nadir, sakin gecelerden birinde, nasıl olduysa ben pat diye "allah nedir, nerdedir" diye babama saldırdım. önce pek sallamadı, okuduğu gazetesinin açısını bile bozmadı sonra ısrarcı olduğumu görünce kendi bilgisi kadar sorularımı yanıtladı. özetle allah'ın en kudretli varlık olduğunu, onun her şeyin sahibi olduğunu ve istediği her şeyi yapabileceğini anlattı, o yaşta bir çocuğun anlayabileceği bir dilde... bende sigortalar "allah nerdedir" sorusunun cevabında attı sevgili sözlük. bana "yukarıdadır, aşağıdadır, her an yanındadır, her yerdedir" cevabını verdiğinde o çocuk aklımla, "yukarıdadır" sözüne odaklanıp, hemen yukarda ki polisle ilişkilendirdim... yaklaşık 4-5 ay boyunca o polis benim allahım oldu. hem çok tırsıyordum, hem de bu kadar önemli rütbede ki birisiyle aynı apartmanda olduğumuz için heyecan duyuyordum.

bir gün biz dışarı çıkarken, adam içeri giriyordu, kapıda karşılaştık, elinde bir sepet var, bakkaldan, alışverişten dönüyor. başıyla babamı selamladıktan sonra gülümseyerek sepetten bir çokomel çıkarttı bana uzattı. ben hemen vicdansız gibi çokomeli kaptım sonra başımı babama çevirip " babaaa, allah bana çokomel verdi" dedim.

sözlük zaman durdu lan. babamın bana bakışları, çokomelci polisin bakışlarını bi anneme, bi babama çevirip " bu ne oğlum? siz mi yaptınız bunu?" mimikleri... hiç bir açıklama yapılmadan karşılıklı " iyi günler" dilendi, olay mahalinden uzaklaşıldı. babamın bana uyguladığı nadir şiddet hareketlerinden biridir, ilk defa omuzlarımdan sıkıp, beni ileri geri sarsarak "oğlum sen ne yapıyosun, mahsus mu yapıyosun lannn" deyu bağırışını hatırlıyorum...

sonra öğrendik ki olayın aslı bambaşkaymış aq... algımı sikeyim...

polisi ciddi ciddi allah sanıyodum olm...
bankamatiklerin içinde hep bir adam oturur paraları o verir sanırdım.çok yanılmışım.*
asgari ücret'in askerlere verildiğini sanmak.
evlatlık olduğunu sanmak.her camide allah var sanmak umarsızca döküp saçabilmek her çocuğu kendin gibi sanmak.
izlediğim dizi olsun, film olsun her şeyi canlı sanırdım. savaş sahnesi olurdu. onları nasıl yapıyorlar diye hayret ediyordum.
küçükken meteoroloji haberlerinde balkanlardan gelen soğuk hava dalgalarındaki balkanları balkonlar olarak anlamak buna kendimi inandırmak ve bu balkondan ne kadar çok soğuk hava geliyor diye uzun uzun düşünmek.
televizyona çıkmak için duvarda bulunan bir deliğin içinden geçildiği.
Küçükken içinde sihir yapılan filmlerde o kişilerin gerçekten büyücü olduğunu sanırdım.
(bkz:-tabagımdaki artıkların sevgilimin yuzunde çıkacagını sanıp aglamak *
-gercekten ar damarı diye bir damar olduğunu sanmak
-sezeryanın kıçtan yapıldığını sanmak
-anne ile babanın sadece çocuk doğuracagı zaman ilişkiye girdiklerini sanıp, kendi dogum gunumden 9 ay 10 gün öncesini hesaplamak)
camideki minberin içinde allah'ın olduğunu sanmak.
iyi bir çocuk olunursa, şirinlerin geleceği.
edit: kötü çocuk olmayın.
bulutlara baktığımda sürekli insanlar görürdüm ve bana göre onlar ölmüş insanların ruhlarıydı. yağmur yağdığında ağlıyorlardı aslında.
uslu bir çocuk olursam şirinleri görebileceğimi sanırdırım. pikniklerde, yeşillik alanlarda şirinler görmek uğruna eğlenemezdim. yazık!
çok para basıp dağıtınca fakirliğin kalmayacağını ve bunun en mükemmel fikir olduğunu sanıyordum.
çocukluk döneminde en çok karanlıktan korkulur.karanlıkta cisimlerin birer yaratığa dönüşeceği ve bu yaratıkların zarar vereceği düşünülür.çocukların yaratıcı zekası korku işin içine girince dehşet vericidir.
her bakkalı laz sanmak.
bursa, nilüfer'in ihsaniye isimli mahallesinin asıl adının iki saniye olduğunu sanmak ve öyle telafuz etmek.
okumayı yeni yeni söktüğüm dönemler... gördüğüm her yazıyı büyük bir şevkle okuyorum. evden caddeye inilen yolun üstünde de, duvarında "buraya çöp atan f...dir." yazan bir ev var. her gün okula gidip gelirken görüyorum, ama o nokta noktayı bir türlü dolduramıyorum. tamam kötü bir şey de, ne gelicek buraya. günlerce düşündüm ve sonunda "aa tamam!" dedim "bu olsa olsa fare olur başka nolacak?". artık etrafımdakilerin küfür dağarcığı çok mu darmış yoksa ben çevreden gelecek her türlü olumsuz etkiye karşı kendimi kapamış mıyım bilemedim. belki de ben hatırlamasam da çok zor bir çocukluk geçirdim, çok yalnızdım da küfür bile duyamadım.
Vapurların tekerlekleri olduğunu sanırdım. Haklıydım ama etrafları yedek lastik doluydu.
solucanların büyüyünce yılan olacakalarını sanmak.
siyah beyaz filmleri izlerken eskiden dünyanın siyah beyaz olduğunu zannetmek.