bugün

Canlıların varlığını sürdürdükleri ortam yuva.
Allah'ın insanlara bahşettiği bir lütuftur.
varoluşun türevi. o halde integrali varoluştur.
bile bile lades, her anın tadını çıkarmaya çalışın.
3. yaşam

bir bir geziyorum ölümleri, gecenin bakışları arasında. sabah
göğe yelken açıyorum, gündüzler tanımıyor beni nasılsa. Ayna-
larda yürüyorum bazen, martılarla düşüyorum denize; dudak-
larımı siliyor acılar. soluk alışımı duyamıyorum. sokak lambaları
gibi geç yanıyorum. gölgeler yürümüyor artık. kıvrılan yollarda
şarap lekeleri, sabahın ilk izi. ezanla dönüyor evine yüzü
külrengi gececikler. kaç kuytuda paslanıyor yalnızlık? üşüyorum.
gideceğim.

ve ben güzün ağlayacağım
sulara çekileceğim dönerken balıkçılar
yakamoz göreceğim dümensiz simsiyah gözleri
öleceğim
ve ben…

kaan ince - gezginin üç tılsımı

( ah kaan )
keyifler değildir yaşamı değerli yapan. yaşamdır, keyif almayı değerli kılan.
sanırım görmediniz
şimdi şuradan geçti
yazık görmediyseniz
böcek gibi güzeldi.
Filozof Heidegger abimize göre fırlatılıp atıldığımız oyun alanı. Tarih boyunca en ilkelinden en gelişmiş insana kadar sorgulanan bir kavram, tatlı bir arayış müsebbibi.
Kaynağı su olan şey.

Ehe.
şimdi ancak kavranılması ve inanılması gereken oysa gerçeğine inilmesi ileriki yıllara atılan yabancı bir Öge gibidir.
Bünyesinde meydana gelen ciddi sorunların hiçbir zaman içgörüyle çözülemediği olgudur. Çözülmüş görünürlerse de önemli bir şeyin elinizden yitip gitmesine tanık olunur.
Franklin bir çocuğa bir elma vermiş.
Çocuk çok sevinmiş.
Bir elma daha vermiş.Çocuk daha çok sevinmiş.
Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüş.
Ve bir elma daha verince,çocuk dört elmayı elinde zapt edememiş,
sonuncusunu düşürmüş yere…
Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.
Hayat böyledir işte…
Hayal etmediğimiz bir saadete eriştikten sonra, onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi perişan eder.

“Keyifler değildir yaşamı değerli yapan.
Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan.”

Bernard Shaw.
Tabi lan manyak mısındır bazı yerlerde tek başına yaşayabilirsin belki ama o kadar mükemmellerse o zaman uzayda da tek başına yaşasınlar da görelim.
Bir süreçtir.
---

Yaşarken yaşamın kurallarına tabiyizdir. Vücudumuzla şuan yaşıyoruz, başka bir zamanda değil ve bunu farkedebiliyoruz. Buradan üç dikkat edilmesi gereken çıkarımı yapıyorum. 

-Birincisi vücudumuz hayatta biz demektir, onu kolla(sağlığına dikkat et).

-ikincisi anı hisset ve onun farkında ol. ikincisini destekleyecek bir şey: çocuklar neden daha çok zamanda mutludur? Çünkü zaten geçmişleri pek yok ve geleceği de çok gaile etmiyorlar. Anın tadını çıkarıyorlar. Biz tekrar çocukca düşünemeyeceğimize göre öncelikle geçmiş ve geleceğimizin olmadığını bileceğiz (şuan) ve sonra olmuş ve olacakla barışık olacağız.

Geçmişle barışmak daha kolaydır, arkamızdan kovalamaz. Onun orada kaldığını kabul ettiğimizde bitmiş bir yaşanmışlıktır. Gelecek ise elimizdedir biraz ve çoğunlukla ise değil. Biz üstümüze düşeni yapmalıyız ve sonra "hayat önümüze ne koyarsa onu yeriz." demeliyiz. Çünkü aksi düşüncelerin hiç mi hiç faydası yoktur.

Hem hiç etkimizin olmadığı durumlardan sorumluluk hissetmek saçmalıktır.

Şimdiyi ise iyi değerlendirmelidir. Üstümüze düşenler yapılmalı ve mümkün olduğunca ertelememelidir. Böyle mutlu ve huzurlu olunur. Sonrasında ise bize vakitler kalacaktır diğer her şey için. Zaman onu kullanlara bol gelir. Böylece de yükümlü hissettiklerimiz altında ezilmeyiz.

- Üçüncüsü ise bir akıl sahibiyiz ve onu, onun için hep kullanmak durumundayız. Aklın sorumluluklarını yerine getirmeliyiz.

“Akla uygun şekilde yaşamanın en etkili yolu, her sabah kişinin gününü planlaması ve her gece elde edilen sonuçları incelemesinden geçer.” Alexis Carrel 

Gerçekten istediklerimiz iyi değerlendirilip oluşturulmalı. Aslında onlardan ibaretiz.

Bkz. Nasıl yaşamalı insan

---

Kendisini öncelikli tutmayan kimse hayatta hiçbir şeye gerektiğince önem veremez ve kendisini sevemeyen kimse hiçbir şeyi de sevemez başka.

Bunları yapabilen için bu da kolay ve güzel olacaktır çoğu zaman: "Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler." Che Guevara
"yaşama sevgi beslemeyen varlık, yok olma yoluna girmiş demektir."
işte, mühimmat dolu depolar. hep yapmak istediğine birkaç adım uzaksın. yanlış! bunu birinin yapmasını istiyorsun. hep bunu istedin. çünkü yapmak istediklerini hep başkaları yaptı. doğrul! bu bir yaşam, sakin ol, geçer gider. dünya tuhaf. onlarca saçmalığın bir araya gelmesi büyük bir mucize. dünya tuhaf bir mucize. saçma olduğunu unutma. cümleler de saçma. baksana yazdıklarına. her şey çok saçma. ama tüm gün gördüğün çocuk cesetleri gerçek. üst üste yığılmış tuğlaların arasından, saçlarında sokak oyunlarından kalma tozların yerine oluk oluk akan bombardıman kanları var. acı olduğu için gerçekten kaçıyorsun. öylesine kaçıyorsun ki her şeyden, hayal bile kuramıyorsun. onca acı varken neyi düşler ki insan? sakin! ‘acının boyutu yok’ dedi. halbuki ben çektiğim acılardan bile utandım. bu da gerçek.

çok düşündün. ya da düşündüğünü sandın. önce kelimeler ağırlaştı. sonra bedenin, zihnin, kalbin... yapma! derin uykuların sonu yok. belki terli kabuslar, karanlık tünelin ucunda…
yazdıklarının saçmalığı üzerine, belki de buraya bir cash şarkısı yakışırdı. keder içinde rock’n roll!

televizyonlar da tuhaf değil mi? eskiden kutuydu, şimdi incecik, levha gibi. şaşırıyor insan. haberlere nasıl dayanıyor? önce yalanı, sonra gerçeği vererek mi kandırıyor bizi? bir televizyon olsaydım, kesinlikle kederimden patlardım. açıldığı andan itibaren kabloların içinden kan akıyor belki, kim bilir? sen bilmezsin. sen hiçbir şey bilmezsin.

belki birgün eziyet ettiğimiz tüm eşyalar intikam alacak bizden. bir koltuk üzerimize oturacak mesela. bir çatal iştahla kalbimize saplanacak, bir bıçak çılgın gidiş gelişlerle bileğimizi kesecek. ruhlar! renklerin sesi gibi, eşyanın ruhu. sesi olan her şeyin ruhu var. gıcırtıya kulak ver. sağol!

şimdi belki buraya da güzel bir hooper resmi yakışabilirdi. ya da afili başka bir cümle. ama olmaz. saçmalığa aykırı. gerek yok.

sakin ol. sakin ol. sakin ol.

sakinsin. durgun akan bir nehir gibi. belki de akmayan, kurumaya yüz tutmuş bir gölet. zamanın içinde cebellenişin sadece seni ilgilendirir. senin dışında kimse bunu umursamaz. belki tanrı.
tanrı olduğunu düşündün mü hiç? farkında olmadan öylesin belki. kim bilir? sen bilmediğine göre kimse bilemez. peki öyle olsa? kendini koca dünyada istediğin yere koyabilecek kudretin olsaydı nereye koyardın? olduğun kişiden ötesini hayal edemiyorsun değil mi? yetinmek ruhuna işlemiş. tam bir orta sınıf alışkanlığı. sadece bunun için bile nefret edebilirsin kendinden. ama etme. şu koca dünyada nefret edilecek onca şey varken kendinden mi nefret edeceksin? yapma! adaletten nefret et mesela, zenginlikten, ya da nefretin kendisinden. ama kusamadığın nefretin zihninde kansere dönüşür, bunu unutma. kusabileceğin nefretlerin olsun. bu da olayı çok basite indirgiyor değil mi? off! ne tuhaf bir adamsın.

öylesine bir gölgelikte oturup biranı yudumladığın yere bak. etrafında ağaçlar, güzel kamelyalar, neşeli aileler ve umutlu çocuklar. aralarından en çok dikkatini çeken şey ne? gözleri şaşı, çıplak ayaklarıyla korkusuzca çimlerde ve toprak zeminde gezinen, her anının heyecanını iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan, esmer tenli, tatlı kız. önce pembe renkli döner kaydırağa çıktı, kayması gereken yerden aşağı atladı. sonra tırmanması gereken merdivenden değil, korkuluklardan sarka sarka taşıdı kendisini yukarıya. ne tuhaf. sen ne düşünüyorsun? hiç mi? belki uzaktakileri… peki kimin aklındasın? zihninde onlarca tilki. ancak sen tilki bile değilsin…

kendini bir yere veya bir insana ait hissediyor musun? hayır. bunu tahmin etmeliydim. bunu da tahmin etmeliydim. yaşamına dair her şeyi tahmin edebiliyor olmak canımı sıkıyor. ancak çıldıroba diye bir yeri ben bile tahmin edemezdim. orası… sonrası… çok acı…

sonu bilinen bir hikaye yazmak ne kadar gereksiz ve klişe. tanrım!

yaşam değil mi bu? giriş; doğum, gelişme; yaşam, sonuç; ölüm. sonucu bu olan hiçbir hikaye para etmiyor. halbuki senin gelişmen de olabildiğine tırt. ben olsam küserdim, tanrıya. gerçi senin küsüşlerin de beş para etmiyor. küstün mü kaçıyorsun şehirden. aynı kinlerin gibi. kinin de yok gerçi. belki zamanla özleme dönüşen öfkeler. bak mesela, yaşayan milyarlarca insanın hiç birinin öfkesi özleme dönüşmez. ama ben sen değilim, sen ben değilsin. biz seninle ancak aynada karşılaşırız. bana da öfke duyuyorsun değil mi? ama gittim mi özleyeceksin, bu da gerçek. geceleri sadece sesimi duyuyorsun şimdilik, hepsi bu.

şimdi, son anına dön. seni ancak sızdığın o koltuk kabul eder. sığın koynuna, gömül karanlığa…

sırf başlayıp bitirebildiğin bir hikayen olsun diye… bıktın ardında yarım kalmış hikayeler taşımaktan. çünkü bizzat sen, yarım kalmış bir niyetisin.

hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer… yersen...

korkulardan arın da gel
bu bir yaşam…
sakin ol,
geçer gider…
"...Sıradan bir yaşam bile güzeldir. çaba gösterilirse ve mücadele edilirse daha da güzel olabilir..."

(Yaşamak - Yu Hua)
hiçbir şeydir.

kozmik ölçekte bakıldığında, ateşe atılmış bir tüy parçası gibidir.

bu yüzden ölümden korkmamak gerekir.

sizden geriye kalacak tek şey, sizi oluşturan atomlardır.

big bang'den beri süregelmiş ve sonsuzluğa kadar gidecek, evrenin ilk ve son, nihai gerçeği budur.

her şey biter. her şey çürür. her şey yok olur, her şey dağılır ve gider.

tek anlamı da budur.

bazıları daha sonra, bazıları da daha yakın.
"Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir"
-hermann hesse
"Ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor" demiş Nazım Hikmet.

Yaşam umuttur.
gerisini getirmek zor. yalnız bir rahimden yanlış sözlerle dolu bir dünyaya, üstelik sözün hiçbir karşılığı olmadığını bilerek gelmek. sözleri öğrenmek, hayatın sözlüleri.

yine de yalnız olmak sözsüz olmaktan iyiydi bazen. sessiz geçen bir günün ardından bir köpeğin havlamasından irkilen ben, bir kediyle bir köpeğin dost olabileceğini düşünmezdim. yalnızlığın sınırlarında bir dil bileyiş! oysa her şey burada. babamla yürüdüğüm yol, onunla konuştuğum telefon, annemin ördüğü battaniye, hayalini kurduğumuz yollar...

yine de gecenin sakinliği belli taaruzları barındırır içinde. bir kitap açık, bir radyo kapalı, bir gece lambası içinde sinek; var mıyım diye sormayan rüya, yok muyum diye sormayan ben. okuduğum kitaplar rüzgarlar estirirdi içimde. eskiden... dinlediğim şarkılar daha yüksek seste. şimdi bir şeylerin gürültüsü bastırıyor sanki. duyuyorum yine eski bir alışkanlıkla. okuyorum daha sakin limanlarda. daha mı çok anlıyorum? anlamak?

sokak. yıllar geçse de aynı. en azından kişisel tarihimin kaydı böyle düşmüş. ben aynıyım. değiştim sandım, aynıyım. aynada bile aynıyım. bunu bilen tek insanım. bütün yeryüzündeki tek insan. bütün tekler gibi. seni aramam bundandır. aramak? o da aynı.

sonra kelimeler ağırlaştı kafamda. bazılarını bıraktım, onlar da gidip kalp kırmış. kızamadım çünkü onlar benim havadar çocuklarım. kelimeler benim kalp kırıklıklarım. onları, ölmeye yakın bir insan gibi sevdim.

seni aramam bundandır.
yaşamam bundandır.
yaşamak? o da aynı.
çok sevdiğim bir canlının ölü bedenini yiyen kurtçukları, aklımı yitirmişcesine kovalamaya çalıştığım kötü rüya gibi görünüyor bazen.
ne yaparsan yap aslında hiçbir şey yapmıyor/yapamıyorsundur hani..
sevdiğini yitirmiş kişi delirmesinin bu halleri de gerçeklik farkındalığının konsantre halidir. evet kişi delirmiştir ancak bu ruh hali kadar aklı başında çok az şey bulunur.

aslında konuya dönersek şöyle diyebiliriz: çürüme belgeseline çevirmişsiniz yaşamı.

gidin! çekilin şurdan!
bir çuval incir.
(bkz: yaşasın yaşam)