bugün

Tatile giderken arabada annemle telefonla konuşuyoruz. Bana sürekli içki içip ilaçlarını ihmal etme diyor. Çok söyleyince ben de sinirlenip "tamam, almazsam götüme zenci yarağı girsin" diye bağırdım. Aslında Çok sakin ve kibar bir insanımdır ama yakınlarım çok ısrarcı olunca sinirlenebiliyorum. Sonra, "pardon anneciğim, ırkçılık yaptım almazsam popoma siyahi penisi girsin" dedim. *

Neyse acelem var hızlanıyorum. Detayları geçiyorum.

Otelde asansörün kapısını açtım, karşıma 5 tane siyahi çıktı. Aklıma verdiğim söz geldi. düğmeye bastığım halde asansör çalışmadı. En sonunda asansörden kaçar adımlarla indim.

Odaya çıktığımda yaşadığım olaya kahkahalarla güldüm. *
Güzel hikaye. Ama kazık kadar herifin annesine “götüme zenci yarağı girsin” şeklinde bir ifade kullanması ilginç. Bizim de annemizle gizlimiz saklımız yok ama bu tip bir ifade de kullanmayız yani asla terbiyemiz ona göre verildi. Ayıpladım şahsen.
bir adam var; beyninde tümör var (kötü huylu değil) ve adam bu tümör yüzünden durup dururken havlamaya başlıyor. geçen gün otobüs durağında karşılaştık eşimle konuştu biraz derken yine havlamaya başladı. bildiğiniz uluyormuş gibi havlıyor. adam havlayınca kadının biri korkup kaçarken elektrik direğine çarptı. eşim dedi: "abla kusura bakma rahatsızlığı var". "hastaysa hastaneye gitsin o zaman" diye nasıl bağırıyor kadın.

bu adamı da yakında televizyonda görürsünüz kesin haberlerde.

(bkz: swh)
görsel
hiç unutmam, üniversiteside kampüste bildiri okuyan devrimci bi arkadaş vardı bizim. bu bildiriyi okuduğu anda ezan okunmaya başladı. bu da saygıdan söylevine ara verdi. böyle olunca ülkücülerden önce alkış aldı, sonra da dayak yedi.
bizim sokakta palancılık yapan bir komşumuz var. palan dediğimiz ise eşeklerin sırtına yerleştirilen bir oturtmalık. şu an nesli tükenen mesleklerden biri. iyi, has, eğlenceli bir ağabey ama kendisi sıklıkla yalan söyleme gibi kötü bir huya sahipti. köylünün günler önce sipariş ettiği palanı yapmayınca yalana başvururdu. ismi de bu yüzden yalancı palancı oldu. palanı soran müşteriye söylediği yalanlar " kaynanam öldü, palanı çaldırdık, yanlış köy otobüsüne verdik vs." gibi yalanlar. yine böyle müşteriye yalan söylerken fena çuvalladığı bir diyalog :

m: benim palan ne oldu?
p: senin palanı dikemedim
m: niye?
p: kaynanam öldü
m: yahu, senin bu kaynanan kaç kere ölüyor? altı ay önce de kaynanam öldü demiştin.
p : tüh lan!! sana da mı aynı yalanı söyledik. wuhaha...

başka bir diyalogda da, müşteriye palanı köy otobüsüne verdiğini, otobüste çalındığı kıtırını atıyor. işin komik ve fıkra gibi tarafı attığı yalanı telafi etmek için palanı yapıp köy otobüsüne veriyor ve bu sefer palan, sahiden de çalınıyor.
Bir gün üç arkadaş malum göle karşı içiyoruz bira fıstık falan.. Herkes kendi halinde ben şarkı açmışım, diğeri harıl harıl dm den yardırıyor, üçüncüsü de saçma sapan şeylere bakıyor telefonunda..

-Başgaaaan dedim kiminle yazışıyorsun ?
+Tanıman dedi
- Hiç şaşırmadım amk bi kere de tanıdık olsa o zaman olay
+ Ya başgaaaan dedi erkek arkadaşından ayrılmış bana sarıyor dedi hem dert anlatıyor hem yokluyor gibi
- Dedim öylesi bizden uzak olsun zaten
+ Sorma dedi demek biz de ilerde biriyle olup kavga etsek, gidip orospu çocuğunun biriyle mesajlaşacak..
- O ana kadar susan üçüncü arkadaş kafasını hafifçe bize çevirerek, başgann dedi kız seninle mesajlaşıyor ama şu an diye..... derin bir sessizlik..
geçen hafta bi arkadaşın yanına gitmiştim orada kalacaktım birkaç günlüğüne. neyse sabah oldu, çıktık dışarı. otopark kapısında gıcır bi araba duruyor. araba da tanıdık değil, bilmiyoruz kimin olduğunu ki çektirelim. sağ olsun karşıdaki kapıcı aradı taradı buldu herifi. 22-23 yaşlarında artist biri. üç metre ileri-geri gideceğim diye güneş gözlüklerini taktı bu havada kamil. binbir pozla çekti arabasını, sonra çıktık biz arabayla gittik söve söve.

neyse işte akşama doğru geldik biz. lan bi döndük yine aynı yere bırakmış arabayı. fesuphanallah dedik, yine çektirdik arabayı, yine şekiller falan. sonra çıktık akşam yine, arkadaşlarla buluşmaya. saat gece yarısı gibi dönüyoruz eve, lan bi baktık hâlâ orada göt herif. arkadaşın komşusu gelmiş o çektiriyor bu sefer de arabayı kapıdan. tam geçtim ki yanlarından, arkamdan dünyanın en güzel çarpma sesi geldi. bu dalyarak geri geri çıkarken kapı direğinde bıraktı tamponu, farı. bi an göz göze geldik herifle ve gözlerimdeki zevk pırıltılarını saçarak, sırıtarak girdim eve ağır ağır. iki gündür eve girip çıkarken sağ tarafının anası sikilmiş o arabayı seyredip sigara yakıyorum amına koyim.
hemşerimizin biri memlekete gelmiş. ankara'da ikamet ediyor. burada bir yakınıyla karşılaşıyor ve yakını da hanımının rahatsız olduğunu ve ankara'ya hastaneye götüreceğini söylüyor ve hemşeriden evinde kalmak için adresini nasıl bulacaklarını soruyor. hemşehri de artık ya gırgırına ya da belki gelmemesi için sahiden cevap veriyor ve şöyle söylüyor :

" çok kolay. otogara iner inmez herhangi bir taksiciye <<ankara mamak ahmet şafak>> dedin mi hemen getirirler."

yakını, daha sonra ankara'ya gidiyor ve otogarda taksicilere aynen böyle soruyor. ankara mamak ahmet şafak adresini duyan taksicilerden :

"yahu, mamak'ı anladık da ahmet şafak kim o'nu bilemedik"

" kim takar allah aşkına, ankara'da bir sürü ahmet şafak var, nasıl bilelim?"

gibi cevaplar alıyor ve sonuç hayal kırıklığı....

memlekette tekrar karşılaştığı akrabasına ankara'ya vardıklarında sordukları taksicilerin kendilerini tanımadığını söyleyince de, hemşehri de yanlış taksiciye sorduğunu söyleyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.
beyler size bi şey itiraf edeyim mi? ben var ya, kendi kafama işedim. insan kendi kafasına işer mi? ben işedim. durun durun anlatacağım, hem de görsellerle.
14 - 15 yaşlarındayım o zamanlar. dilsiz bi arkadaşım vardı, adı güçlü. pek takılmazdı kimse güçlü'yle. hayatında hiç alkışlanmamış, aferin almamış birisinin burukluğunu:küskünlük, gücenmişlik, yüzündeki o umarsız:çaresiz, çıkar yolu olmayan ifadeyi bilirsiniz. bende de niyeyse yenilen tarafı tutmak gibi bi huy vardır küçüklüğümden beri. üniversite'de bile beni sürekli "olm takılma o çocukla bak!" diye uyardıkları, kimsenin hazzetmediği, herkesin arkadaş olmaktan çekindiği "tuhaf" bir arkadaşım vardı, huy işte. güçlü de "güçsüz" birisiydi ve sadece bir arkadaşa ihtiyacı vardı.
inadına güçlü'yle oyunlar kurardım ben de, öylece konuşmadan taso maso oynardık beraber. sonuçta taso oynamak için neden alt yazı açalım ki?

güçlü'yle ilk, elimle "gel gel" yaptığım o gün tanıştık. anladı beni, sonra yavaş yavaş kelimeler uydurduk ellerimizle. ellerimizin lügatinde "arkadaşlık" böyle bir anlama geliyordu çünkü. hani dilsiz bir adamın elleriyle, dilsiz başka bir adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur da sessizce her şeyden konuşur ya o eller, hah işte, öyle işaret dili falan bilmem ben ama bi şekilde birbirimizi anladığımız bir "oyun dili" oluşmuştu bizim de ellerimiz arasında. dostluk dili mi demeliydi yoksa? onun gibi bir şey.

bi gün sıkıntıdan patlıyoruz ikimiz de. her zaman gidip tırmandığımız bi ağaç var. evden de bayağı bi uzakta. elimle böyle uzakları işaret ettim, "yea hacı, ağaca mı tırmansak?" anlamında. sevindi, anladı beni, "okey" yaptı böyle eliyle, düştük yola. o ağaca tırmanmayı da acayip seviyoruz o sıra. bayağı bi yüksek çünkü. hani gören ağaca değil, everest'e falan tırmanmaya gidiyoruz sanar. üzerine çıktığımızda koala gibi bi sarılıyoruz ağaca. kendi dilimizde kahkahalar atıp kuş defterimiz için dallarından kuş topluyoruz. dünya değişiyor resmen, "cuzixavicuwx xxcsaviciciuw" diye sesler çıkararak başka bi evrene ışınlanıyoruz sanki. ya mutluluğumuzu anlatmayayım, göstereyim. en az şunun kadar mutluyuz işte.

taaa ki o kara güne kadar.

dostlar, size birisi "ben ağaca çoğiyi çıkarım" falan diyor ve bununla anlamsızca övünüyorsa ona şu soruyu mutlaka sorun: peki inebiliyor musun?
çünkü o gün bilmiyor olsam da bugün çok iyi biliyorum ki asıl mesele inebilmekte.

tırmandık güçlü'yle ağaca. sarıldık koala gibi yine hunharca. uçtuk başka evrenlere. derken inişe hazırlanan uçakta iniş anonsu duyuldu:
sayın yolcularımız!.. kem küm kelepçe...
anonsla birlikte güçlü, iki üç kıvrak hareketten sonra başarıyla zemine iniş yaptı.
ben galiba yanlışlıkla fazla tırmanmışım, aşağı baktığımda gözlerim bi karardı. içimden "ulan bi sahatlukh çıkacak galiba" diye geçirsem de bi cesaretle ve olabildiğince temkinli karşı dala zıpladım, oradan alt dala... son hamleme yaklaşmıştım ki ayağım bi kaydı, tam yere kafa üstü düşüyorkeeen!.. hop bi şey tuttu beni!

o sırada benim don: bana müsaade.

ulan bi baktım donum dala takılmış, ayaklarıma kadar sıyrılmış, dala ööööyle takılıp kalmışım, resmen askılığa asılır gibi asılmışım, anamın amını tam anlamıyla tersten görüyorum. pipim götüm her bi yerim meydanda. beni kafa üstü düşmekten de donum kurtarmış ama şu hâle düşeceğime kafa üstü düşüp geberseydim daha iyiydi amk. medusa'nın kafası gibi ters duruyorum lan. durun ya, burayı çizerek anlatacağım. yalnız iiiyice bi inceleyin, burası önemli. evet tam olarak pozisyon şu: görsel :güzel oldu lan çizim ahahah

iyice incelediniz mi? gülmeyin lan, şerefsizler. gördüğünüz gibi arazi ıssız bi yer beyler. hani "akşam ezanı okununca eve dön!" der ya anneler. akşam ezanı yok orada olum, öyle bi yer işte orası. uzakta dağlar var anasını satiyim. etraf çayırlık, ev yok, yakında bi cami yok, yok oğlu yok. biz de burayı nerden keşfettiysek, hayvan gibi uzaklaşmışız evimizden resmen, turna gibi ta ebesininkine göç etmişiz aq. ve ben böyle bir yerde bir ağaçta pipimle bakışıp romantik dakikalar yaşıyorum.

ıssız bir arazide ağaçta bu şekilde asılı kalmaktan daha kötüsü, ıssız bir arazide ağaçta bu şekilde dilsiz bir arkadaşınızla asılı kalmaktır.
hayır, çocuk zaten bağıramıyor da, dili çözülüp "yardım ediiin! arkadaşım ağaçta dal taşak asılı kaldıııı!" falan diye bağırabilse yakınlarda duyacak kimse de yok. ben zaten şoktayım.
bi de o şokla ikimiz de iiiyice iletişim özürlüsü olduk. birbirimizi zerre anlamıyoruz. turistle baş başa kalırsın da sempatiklik olsun diye "hellooooo" deyip el sallarsın ya böyle yüzünün tam dibinden, sonra salak salak bakışırsınız, bi şey lazım olduğunda saçma sapan mimikler, bütün vücudunuzla mal mal hareketler yaparsınız, en sonunda sinirlenip "hay aq x diyorum x" dersiniz. tam olarak öyleyiz. zaten kaplumbağa gibi ters dönmüşüm, ellerimle saçma sapan hareketler yapıyorum anlasın diye bi de o hâlde, bi bok anlamıyor. o da bi şeyler yapıyo eliyle vücuduyla bana böyle, dedim ne diyon aqqq? önemli bi şey belli ki ama hiçbi şey anlamıyorum, ben çocuğa tersten bakıyorum, o bana alttan bakıyor, tepesinden bakınca kafasında da benimki gibi iki dönemeç varmış bu arada yeni fark ediyorum, iki evlenecek demek ki babaannem öyle derdi:gerçi ben hiç evlenmedim ahahah:öngörüde babaannem gibi ol, saçma sapan bi hâl, iyice sinir oldum artık, çocuğa nasıl bağırıyorum anlatamam. ettiğim küfürleri:evet o yaşta anlasa çocuk yardım etmekten vazgeçip intikam almak için ağaca tekrar çıkar, götümün bulunduğu konuma ayarlayıp götümü pembeleşinceye kadar siker. yemek tarifi gibi valla, temiz. ama yani hayır ne diyebilirim ki başka? "olum git, yardım çağır bi yerden, mal mal yüzüme bakma, iki saattir bakışıyoruz" demek istiyorum işte, anla ya! saf saf bakıyor öyle. ikinci inönü savaşı'nı anlatacak değilim orda abicim, osmanlıyı soracak hâlim yok, anla işte da! neyse sonunda anladı bizimki. parmaklarıyla böyle 2 yaptı bana, zafer işareti yapar gibi, gitti. dedim yarrraaa yedik aq. 2 ne olum? artık, 2 dakkaya geliyorum bekle mi dediii, 2 saat miii, yoksa 2 asır mı bilmiyorum. yüce allaam n'oolur 2 dakka olsun, diye düşünüyorum içimden. bi taraftan da gidiş şeklini düşünüyorum. çünkü, tamam eliyle 2 yaptı falan ama o gidiş daha çok "bitti" deyip yüzüğü erkeğin avucuna bırakan kadın gidişi gibiydi. ama tarihi umutlu insanlar yazarmış.

başladım beklemeye. ayağımda kan kalmamış, kan beynime harbiden sıçramış. içimde sesler susmuyor, kendi kendime konuşup duruyorum. lan bi sus. yok. bıdı bıdı içimde kadınlar gün yapıyor resmen, böyle elini kıyafetinin üzerinden sokup fışt diye sütyenini çıkartan mucize kadın bile orda. nası yapıyolar lan bu hareketi? derken, abi hani o kuyruk sokumuna giren ani ve keskin kaşıntı olur ya, hani böyle "ssıhhh" diye havayı içine çekerek dudağının kaşının salak bi hâl aldığı yüz ifadesiyle orayı hunharca kaşırsın... onu kaşıyamamak, hani oruçlu olduğunu unutup bi kilo tulumba tatlısını gömdükten sonra oruçlu olduğunu tam orada hatırladığın için su içememek gibi bi şeydir. hah işte o kaşıntı geldi. inanılmaz kaşımak istiyorum ama yere kafa üstü çakılırım diye de götüm yemiyor hareket etmeye. hadi o kuyruk sokumu kaşıntısı neyse de, acayip çişim geldi dayı. ve işersem namlu doğrudan benim yüzümü hedef alıyor, dedim ya pipimle bakışıyorum diye, yüzüme işerim büyük rezalet. çünkü bi yüzüme işemediğim kalmıştı aq. bunu da yaşarsam (bkz: rezalet puanım 10/10).
beyler, hani gün kararmaya yakınken duyulan kuş sesleri vardır ya, o ürpertici son kapanış seslerini bilirsiniz kuşların, onları duymaya başladım artık. zaman algımı kaybetmişim ama bu kuş seslerini biliyorum ben, belli ki hava kararmaya yakın. 2 asır demiş meğerse orospu çocuğu.
ben korkudan bi ağlamaya başladım. ama nasıl ağlıyorum. bağıra bağıra, höyküre höyküre. ağlarken kendimden geçtim aq, kendimi kaybettim, sesim dağlarda yankılanıyor, yanı başımda kuşlar göçüyor, güneş batıyor, ben ağlıyorum. yoruluyorum, biraz duruyorum, sonra gene ağlıyorum. dinlene dinlene ağladım abi. defalarca ağladım... dinlendim... ağladım... bir ara ağlarken gözümde bi yanma ve ağzımda bi acılık hissettim. gözlerimi bi açtım, hemen hiçbir şey olmamış gibi tekrar kapadım hassiktir ya diyerek çünkü gerçek olmasın bu yani ya, şu an yüzüme işiyor olmayayım lütfen. işiyorum abi, yüzüme işiyorum allah kahretsin böyle günü! böyle olunca daha da sinirlerim bozuldu hepten koyverdim, ağzımı aça aça, ağzıma işeye işeye ağlamaya başladım. bi taraftan lıkır lıkır ağzıma, kafama, yüzüme işiyorum, bi taraftan hüngür foşurt ağlıyorum. hani lm dizisinde mecnun bombayı durduramayınca "birazcık ağlayım mı ya, birazcık ağlıyım, şurda bi yerde soteye geçeyim ağliyim biraz ya, bi kafayı topliyim ağlaya ağlaya" deyip ehhaahheeğh diye bağıra bağıra ağlıyodu ya. (bilmeyenler izlesin -> https://www.youtube.com/watch?v=Ue1bRWm1ZL4#t=01m35s) aynen öyle ağlıyorum işte. çünkü onun yanında ağlarken bomba geriye doğru saymaya devam ediyor ya, bende de bi bakıma öyle bi durum var yani baktığında ve bomba da duracak gibi değil yani. e ama ağlamaya da ihtiyacım var, ağlamam lazım, o yüzden ağlıyorum.
neyse yoruldum ağlamaktan helak oldum ama ağlayınca hakkaten insan bi kafayı topluyormuş.
tabii o da bi yere kadar.

hani dedim ya tarihi umutlu insanlar yazar diye. yok abi o öyle değilmiş. insanı umut öldürürmüş. orospu çocuğu umut.

hani bi hikâye var ya meşhur.

hava buz gibidir. kral kale surlarında dolaşmaktadır. muhafıza rastlar ve "üşüyor musun?" diye sorar. o da "sıkıntı yok kralım, alışkınım ben." der. kral da "saçmalama olm olur mu öyle şey? üşüme, bekle, üzerine kalın bi şeyler gönderecem." der. sonra kral bunu unutur. muhafız bekle allah bekle, kralı geldiği geleceği yok. sıcak elbisenin umuduyla bu sefer harbiden üşümeye başlar. derken donarak ölür. ölmeden önce bıraktığı notta da şunlar yazılıdır: kralım, öncelikle senin getireceeen elbiseyi diken terzinin gözündeki yakın gözlüğünün camları kırım kırım kırılsın da götünün derinliklerine girsin, parçalarını tek tek ararken cümle alem götünü siksin e mi? ben normalde yaşardım da senin sıcak elbise vaadin var ya, bana umut oldu ve beni bu umut öldürdü. kralım, senin ben ananın doğum yaptığı hastanede "müjdemi isterim nur topu gibi bir oğlan çocuğunuz oldu" haberini veren hemşirenin alınmamış kaşını sikeyim."

heh işte aynen böyle beni de, bu çocuk giderken eliyle 2 yaptığı için resmen umut öldürüyordu. artık ben de güçlü'ye yazacağım satırları düşünüyordum ki uzaklardan gelen iki kişiyi gördüm. biri güçlü, öteki tanımadığım bi amca. amca geldi, beni kediyi boynundan tutar gibi tuttu, yere indirdi. uzun zamandır ters yönde giden kan sonunda ayaklarıma gidiyordu. :ters yön cezasıdonumu götümle buluşturdum, birbirlerini gerçekten özlemişlerdi. gözlerimi sabit bir noktaya dikip eve gitmek istediğimi söyledim. güçlü gene anlamadı aq.

o gün bugündür ne zaman şunun gibi bir ağaç görsem ağzıma sidik tadı gelir.

çok zor bu hayat. yemin ederim çok zor.
neyse, yazımı bitirmeden evvel belki bi yardımınız dokunur diye buradan son bir şey söylemek istiyorum:
evlenmek istiyorum, param da yok. yok mu bana bakacak helal süt emmiş biri ya? ya da iban atiyim?
0/
/|
/\ merabayın qızlar! ihi.
ne oldu yaran?...
ayıptır söylemesi, bi keresinde en yakın arkadaşım, benim 2 - 3 hafta süren kronik ishalim için ambulans çağırmıştı. artık yürüyemiyordum zira. telefonda "neyi var?" diye soran kadına utanmadan "ishal." demişti. tabii kendini gülmemek için zor tutuyordu. uzun süre içinde büyüttüğü kahkahasını tutabilmesine rağmen artık dayanamayıp "pıfhs" diye bir ufak gülünce karşı taraf dalga geçtiğimizi düşünüp "beyefendi arkadaşınız yürüyerek gelsin." demişti. arkadaşım da "hanımefendi, arkadaşım yürüyemiyor." demişti. öyle deyince biz artık hepten koyverip çıldırırcasına kahkaha atmıştık. ayıptır söylemesi gülerken bir iki posta daha altıma sıçmıştım ama ne kahkahamı ne de bokumu tutabiliyordum artık, allah affetsin. cidden çok değişik bir ishaldi ama bu, yemin ediyorum. halsizlik yaptıydı, dizimde derman kalmadıydı, zayıfladıydım, öyle bir ishal. karın ağrısı, bulantı, kusma, baş ağrısı, baş dönmesi vesaire de eşlik ediyor ki sonradan öğrendiğim kadarıyla bunlar kronik ishalin belirtileriymiş meğer. ishalden sonra beni görenler "olm oha n'aptın çok zayıflamışsın lan!" falan diyor, küçük çaplı bir şok geçiriyordu. öyle bir ishal. iç organlarımdan birini sıçmış bile olabilirim yani. ben bu ishal yüzünden 2 - 3 hafta kadar okula gidemedim(üniversite).
bir dersten devamsızlıktan kaldım. hocanın odasına gidip "hocam ishaldim ondan gelemedim, rapor da vermediler." diyerek ağladım. gerçekten ağladım, sıfır şaka. (gene bıraktı gerçi.) benim ağlarken "yo hocom valla işhal yüjünden ama yaaa ühühüü" dememe hoca kendini gülmemek için zor tutuyordu ama delikanlı adammış, gülmedi, helal olsun. sakinleştirdi. "diğer arkadaşlarına haksızlık olur" falan dedi, uzun uzun konuştu, beni ikna edip gönderdi. ben odadan çıkarken yanına profesör arkadaşı giriyordu. ağladığımı görmesin diye yüzümü çevirip içimi çekerken "ben çıkayım hocam." dedim. bunu derken sesim yine istemeden ağlamaklı çıkmıştı. gözyaşlarımı sildim. sonra okul tuvaletine gidip biraz da sıçarken ağlamaya devam ettim. sıçarken "senin allah belanı versin bok gibi! hepsi senin yüzünden, al işte mutlu musun şimdi salak bok!" diyerek çıkan bokumun gözlerine bakıp bokuma kızdım, ona trip attım, küstüm, içerledim, ağladım. her sıçışta ve "culup" sesinde lanet ediyordum kendisine. işimi bitirip, ellerimi yıkayıp, kızaran gözlerime aynada baktıktan sonra hocanın odasının önünden tekrar geçerken içeriden gelen kahkaha seslerini duydum. moralim tekrar bozuldu. okuldan sonra bi posta daha ağladım, böyle tek başıma bilmediğim sokaklarda, sahilde falan yürüdüm. böyle sanki sevgilimden ayrılmışım gibi uzun uzun boşluğa baktım, denize taş attım falan. derde bak aq puhahah. gözümde de simsiyah bi gözlük var, saçma sapan. ismini vermek istemeyen izleyici gibi bi gizemli haller. sanırsın gözündeki morluğu saklıyor. sorsalar "derdin ne kardeş?" diye, büyük rezillik. * ) kafama bir kese kağıdı geçirip aynı böyle anlatacam utanmasam. (videoyu izleyin)

bi de bunlar yetmezmiş gibi arkadaş da sağ olsun ben yokken beni soran herkese "o ishal, ondan gelemiyo." diye söylemiş. bütün okulun da beni merak edeceği tutmuş anasını satayım. okula gittiğimde her gören yüzüme bakıp önce ufak, imalı gülücükler bırakıyor sonra da kendini tutamayıp kahkahayı patlatıyordu. deli dehşet kavga ederek ayrıldığım eski sevgilim bile bana bakıp bakıp kahkaha atıyordu. ben de bir masada başıma toplanmış meraklı kalabalığa "nasıl altıma sıçtım?" temalı hikâyelerimi anlatıyor, "olum gülmeyin ishalden ölen varmış lan vallaha, 'ishalden ölen şehittir' diye hadis-i şerif bile varmış. şimdi bu ishal dedikleri akut ve kronik olarak ikiye ayrılıyormuş. yoğun ishalde kaybedilen sıvı ve elektrolit..." falan diye konuyu dinî, tıbbî vs olarak derinlemesine açıyor, fakat bu konudaki gereksiz uzmanlığımla daha da fazla kahkahalara sebep oluyordum. "şehit mi jsjahahdhh ahahah puhahah..." diye kopuyordu etrafımdakiler.

"2 hafta ishal mi olunur amk jsjajah" diye kopan arkadaşlarıma, bana elinden geldiğince refakat eden ve evime sık sık uğrayan yakın arkadaşım "sen ne diyosun ambulans bile çağırdık aq jshahah" diyor, daha da kopuyorlardı. ne yalan söyleyeyeyim ben de kopuyordum düşününce.

sonuçta bir insan ishal hakkında gerek dinî gerek tıbbî niye bu kadar çok şey bilir aq? ayrıca hakkaten ishal için ambulans çağırmak nedir ya? dersten neden kaldın? ishalden. düşündüğünde hepsi komik yani. hayır, alttan alıyorsun dersi. seneye, düşünsene hocanın gözünde "ishalden kalan çocuk"sun. "hocam hatırlarsınız ben ishalden kalmıştım beş puan verirseniz geçiyorum" falan da yazarız sınav kağıdına bari. travma lan. ama ben n'apiyim! rektumuma zeytinyağı sürmüşlerdi sanki. gıcırdayan kapı gibi... bütün haftam ishal hakkında ne var ne yoksa okuyup araştırmakla ve bol bol sıçmakla geçmişti. her şeyi okumuştum göt kokusuna. yalnız korkusuna değil "kokusuna", dikkat! zira o kadar çok sıçmıştım ki koku götümde yer etmişti artık. her neyse daha fazla iğrençleşmek istemiyorum. ayyrıcaaa ambulans hanıma o konuda ben de çok kırgınım. ya ölseydim? ya şehit düşseydim! televizyonlarda, ana haber bültenlerinde konuşulsaydım! "yürek yakan şehit haberi" diye alt yazılarda adım geçseydi! soruyorum size ey yetkililer! mutlu olur muydunuz he? gözlerimin içine bakın ve cevap verin bana:(
yürüyemiyordum ulan insafsızlar hiç mi acımadınız bana. beni dersten bırakanlar, ambulans göndermeyenler, utanın be utanın! özür dileyeceksiniz! bütün yalnız ve çaresiz götler adına benden, 70 milyondan özür dileyeceksiniz! bu utanç tablosudur. başka da söyleyecek sözüm yoktur! "hıh" diyorum burdan hepinize. hıh!.. (rica ediyorum gülmeyin. trip atıyorum burada! ciddiyet biraz.)

yalnız cidden ishalden ölüp şehit olduğumu düşünsenize shsh. öteki tarafta toplanmışız böyle bütün şehitler. sınavdan sonra "sen şu soruyu naptın?" diye birbirine soran, "o soru şey olacaktı ya..." falan diye konuşan salak, gerzek (boktan demek istemiyorum) arkadaş grubu gibi kendi aramızda konuşuyoruz, şehitlik sebeplerimizi soruyoruz birbirimize falan.

- senin neyden?
- 1876 93 harbindeydim ben, tuna'nın kuzeyindeyken.....
- senin hocam?
- ben yanarak...
- sen?
- ishal hocam benimki.
ortamdakiler de bıyık altından gülüyor, beni bi dışlıyorlar falan... yeni gelenlere "şu çocuk var ya ishalden şehit olmuş jsjs, sus sus ayıp ama gülme ahahah" diye fısıldayarak dedikodumu yapanlar... tv'de alt yazıyla "bursa'ya ateş düştü, şehidimiz var türkiye!" diye geçiyorlar ama sebep ishal. böyle bi ciddiye de alamıyorlar, şok oluyor insanlar. cenazede böyle bi üzülmeye, ağlamaya çalışıyorlar ama gülmemek için de zor tutuyorlar kendilerini. insanlık için de zor bi durum. şehadetimin sene-i devriyesinde beni anıyorlar, arkadaşlarım çelenk bırakıyorlar. inanılmaz ciddi bir ortamda biri kendini tutamayıp yanlışlıkla "hmffs" diye gülünce herkes "hahahahaha" diye kahkaha atıyor falan.

jshhaahah pü amk vizyonsuz şehit. tam bana layık olurdu zaten bu da!.. vizyonuna sokiyim, şehit olacaksan da bi değsin dimi!

bu arada ishal hakkında bir yazı:

https://www.google.com/am...durucu-olabiliyor-2020385

olum ambulans çağırmamız yerinde bir karar bile sayılırmış aslında baktığında. "yani şimdi tabii baktığında öyle ama şimdi bi de şu açıdan bakmak lazım" diye itiraz eden çıkar kesin şimdi.:)))

bilgilendirme: hastaneye arkadaşın omzuna yaslanarak ve 15 dakikalık yolu yaklaşık 45 dakikada seke seke yürüyerek gittik. (tuvalet molalarıyla beraber:swh)
serum verdilerdi. canım arkadaşım benim bütün kahrımı çektiydi. bi de keşke bölümdeki hocalar dahil herkese ishal olduğumu söylemeyeymiş iyi olacakmış ama neyse. azıcık hıyar işte, n'apalım.

ayrıca bahsi geçen hadisin kaynağı:
görsel

neyse bu konuda bi şey söylemek istemiyorum şu an, yorumsuz. :d
allı turna denilen yöresel hayvanın flamingo olduğunu öğrenmem..
görsel
bir keresinde kafama kuş sıçtı. fakat kafaya kuş sıçmasından daha kötüsü, kafanıza kuşun sıçtığını ertesi gün fark etmenizdir. anlatayım.

üniversite son sınıftayım o zamanlar. galiba sevgilimden ayrılışımın ilk haftasını doldurmuştum. bi triplerdeyim. sırtımda çantayla, üzerimde serseri deri bir ceketle ayrılık acısı çekerek artist artist yürüyorum. keremcem - berbat falan dinliyorum. kulağımda kulaklık, gözümde simsiyah mat bi gözlük sokaklarda hüzünlü hüzünlü dolaşıyorum. öfkeyle kola kutusunu tekmeliyorum, karşıdaki duraktan dolmuşa binenleri seyrediyorum, tahterevalliyi eliyle ittirip çocuğuna suni bir tahterevalli simülasyonu yaratan babayı ve salıncak sırasında bekleyen anneleri seyredip çocuk parkındaki bankta falan oturuyorum, ne alakaysa anasını satiyim?.. bi saçma sapan haller işte kısaca. çocuk parkında aşk acısı mı çekilir amk, vizyonunu sikiyim senin ben. neyse. bi de final haftasındayız o sıra. birinci sınıftan beri veremediğim bi ders var. ve ben üniversite hayatım boyunca sınav kağıtlarına -çoğu zaman- hikayeler yazmışımdır. hikaye dediğim, baya kurguluyorum, kafama göre saçmalıyorum. çoğu sınavı da böyle geçmişimdir. yalan söylüyorsam anamı siksinler(daha inandırıcı bi yemin gelmedi aklıma şu an ahahah). hatta bi keresinde bir dersin sınavında cevabıma son noktayı koyduktan sonra şöyle kafamı kaldırıp arkama yaslanmış, sınav kağıdıma son bi alıcı gözle bakmıştım ve cevabımı o kadar beğenmiştim ki, içimden "ulan amk çok güzel yazdım lan, ben bunu bi daha yazamam." diye geçirerek sınav gözetmeni olan asistana en tatlı yüz ifademle "yauu bi şey sorabilir miyim? sadece cevabımın fotoğrafını çekebilir miyim?" diye sormuştum. kadın kısa süreli bi şok geçirdikten sonra gülmüş ve "eheheh ne yazık ki hayır" demişti. ama o sınavdan çıkarkenki gururumu anlatamam. "ulan ne cevap verdim bee! çerçevele duvara as yemin ediyorum!" diye düşünerekten ciddi ciddi asistana "fotoğrafını çekebilir miyim?" diye sormuştum lan işte, düşün artık nasıl bir kendinden eminlik! "ulan çok güzel cevap oldu beeh!" diye sınav kağıdının fotoğrafını çekmek istediğim sahneyi kaydetmek isterdim ya. izleyip izleyip gülerdim ahahah. o cevabı iştiyakla yazışım, sınav kağıdıma son bir işveli işveli bakışım, kendimi "aferin lan piç" şeklinde takdir edişim ve gururla arkama yaslanıp sırıtışım, soruyu soruşum... puhahahah mükemmel bi gündü lan. yalnız bu cevaplar bir derste yemiyor işte. kalıp duruyorum o dersten. hoca derste sırayla herkesin notlarını okuyor, bana gelince, hatta sınıfa girer girmez "muhammed kim?? sen ne yaptığını biliyorsun, söylememe gerek var mı? aslında bu kağıdı herkese okumak lazım da neyse. rencide etmek istemiyorum" falan diyor. ben de gayet kendinden emin, "okuyun hocam, bence gayet mantıklı cevaplar, benim bir çekincem yok valla, pişman değilim" falan diyorum. hoca da "öyle mi? sen bilirsin" diyerek kağıdı 60 - 70 kişinin önünde okuyor eşlik eden kahkahalarla. ben de gülüyorum. ulan ben hâlâ verdiğim cevapların arkasındayım ama neyse şu an bu konuyu uzatmak istemiyorum. bunu da niye böyle "bikinili pozları olay oldu!!!" haberi renginde bir sunumla sunduydu hoca çok anlam da veremediydim ama neyse öyle bir ders işte. kala kala taşşak malzemesi olmuşum. okuldaki danışman hoca da benim bütün sınavlarda verdiğim cevapları okuyor herhalde. çünkü bazen niyeyse bana bi imalı imalı göz kırparcasına bakıyor. ben de ona "n'oldu hoca ne bakıyon hayırdır?" :hayırdır ne yaylana yaylana konuşuyon yarrammanasında göz kırpmalı bir bakış atınca, kafasını kapalı alanda kepsiz asker selamı verir gibi sallandırarak "saygılar, büyük adamsın. valla büyük adamsın." falan diyor.

ben de o aralar "ööfffff!.. bu okul işleri de acayip angarya yauuv bu derse de bakmak lazım bi ara ama... hmmphfss!..." diye arada bir uğrayan bir his ile ve "olum acil çalışmam lazım lan!" kaygısıyla iç geçiriyorum. bi dersi düşünüyorum, bi karıyı. bi dersi, bi karıyı. ulan hatunun da ne güzel gözleri vardı öyle yaa! masmavi. neyse, karı olayının çözümü yok. dedim bari şu dersi verelim. n'apsak? dur şu fatih'i arayayım bi. (buraya bi subbed gömelim: fatih sınıf birincisi ve benim tek iyi arkadaşım)

- aloov, birader n'abıyon?

burada bi background açalım, olay anı saniye saniye görüntülendi, işte saniye saniye olay anı, şok şok şok: oturduğum banktan kalkıp yürümeye başlamışım. bir ağacın altından geçmekteyim. kafamdan gelen bir "şıpppp!" sesi...:bakın burası çokomelli yürürken bir elim telefonda, diğer elimi kafama götürüp "o neydi la, n'ooldu lan öyle?" iç sesiyle tepemdeki ağaca bakıyorum. elime bi şey gelmeyince "neyse siktir et dal mal düştü herhalde." diye düşünerek yürümeye ve telefonda konuşmaya devam ediyorum.

- hee, evet! hı hı! eyvallah. ya ne dicem? fiziki coğrafyanın finali var bu hafta, ona bi bakarız senle olur mu? evet abi. hıım.. hı hı... evet. tamam, başka? 2 buçuk litre kola, tamamdır. geçiyorum o zaman ben size. dolmuşa binicem şimdi. haadi eyv.

(fatihlere gidilmiş, yemek yenmiş, akşam olmuş, çay demlenmiştir. fatih'in odasındayız. ikimiz de elinde telefonla bir türlü çalışmaya başlayamamaktayızdır. bir ara telefondan bir bildirim gelmiştir. eski sevgilim bana facebook'tan arkadaşlık isteği göndermiş ve sonra ışık hızıyla geri çekmiştir. "ahhhaaa! demek ki beni stalk'luyor. seni hınzır senii eheheh" düşünceleri eşliğinde çay içmekteyimdir. o sırada odada kesif bir bok kokusu vardır ve bu koku bir türlü geçmemektedir.:acaba neden? eheheh)

- fatiiih, amk ne göt varmış sende birader, iki saattir osuruyorsun ya!
- ...:anlamsız gülüşler

(o gece derslere çalışılmamış ve ertesi gün kütüphanede çalışmak üzere erkenden okul yoluna çıkılmıştır.)
yoldayken:
- fatih olum acayip bir bok kokusu var dünden beri ya. olum sizin mahallede her yer bok kokuyor la, ben anlamadım bu nasıl iş ya? ne biçim bi yerde oturuyorsunuz olum!

okula gidilmiştir. okuldaki büyükbaş hayvanlara bakıp:
- heh işte bunlar zaten bok kokuyor. dünden beri bok kokusundan kurtulamadım. amk bu nasıl üniversiteyse zaten, çemişgezek dağlarına çıkmışım sanki! üniversitede tezek kokusu mu olur arkadaş ya? "sıcaklardan bunalan büyükbaş hayvanlar eğitim fakültesine indi....." diye haberlere çıkarız yakında.

(kütüphaneye gidilmiştir. ders çalışmaya dalmışımdır. ben oturuyorum. sınıf arkadaşım hüseyin ayaktadır.) tepeme dikilmiş sorular soruyorken bir anda gözlerini kısarak kafama zoom yaptığını fark ettim.
ve bana verdiği tepki:

- olum kafanda kurumuş kuş boku var laan.

- ne? bok mu? hassiktiiiiiiiirr!!!??

ben o sırada bir flashback yaşıyorum ve kafamda dün duyduğum şıp sesini, bir türlü geçmek bilmeyen kesif bok kokusunu, fatih'e söylediğim bütün o cümleleri hatırlayarak resmen sır kapısı kıvamında bir finalle tövbe edip af diliyorum. derin bir nefes aldıktan sonra koşar adımlarla tuvalete seğirtiyorum. kafamdaki kuru boku üniversitenin tuvaletinde soğuk suyla elimden geldiğince yıkayarak (ağzıma tadı geldi orospu çocuğunun) sınava giriyorum.

o gün eve gidince ne mi yaptım? alelacele soyunup banyonun kapısını tekmeleyerek açtım. lavabonun başında bir süre aynadan tipime bakıp "pü senin ben tipini sikiyim" dedikten sonra boklu kafamı sıcak suyun altında mentollü şampuanla defalarca çitiledim.

sınav mı ne oldu? kaldım amk eheheh.

durun durun gitmeyin, şiir yazdım.

sizin hiç kafanıza kuş sıçtı mı?
benim bir kere sıçtı.
kör oldum.

tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum

siz hiç bokluyken uyudunuz mu?

eheheheh.
ne oldu yaran?...
Adamın teki dolar 10 lira olacak dedi.

Mahkemeye verdiler.

Dava günü dolar 11 lira idi.
Hakim davaya gelmedi.

Gerçek olay ve bele bir ülke var!
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
Meme ucu görünmüş diyoruz. Aa siz de ucu göründü diye memeyi gördüm diyorsunuz diye eleştiriyorlar.
Daha neresini görelim amk.