bugün

bir küçük iskender şiiri. güfteli halini ise sertab erener pek bi güzel okumuştur:

kör noktalar vardır her aşkta
insan doğar ölmez o suçla
orada o küçük çocukla kalan
ağlar hayatın sonsuzluğuna
kim tutar ki elini bir daha
içini kanatan bir rüya olur bu yara
bir masalın sonunda ölüme aşkını anlatan bir kadın olur bu defa
hiç konuşmaz bazen gül susar
yaprak titrer acıyla düş yanar
orada, o güzel uykuda, hüzün,
büyür büyünün sonsuzluğuna
kim tutar ki elini bir daha
içini kanatan bir rüya olur bu yara
bir masalın sonunda ölüme aşkını anlatan bir kadın olur bu defa
bak burda ne var
bir derin yara
bir bakış baktın yüreğim,
döndü de kora

hangi aydaydık,
günlerden neydi
bir gülüş güldün;
tüm güller boynunu eğdi

bir acayip haldeyim
dinle bunları
bize demişler serseri
severim onları

ne güzel olmuş gök mavi,
yeryüzü sarı
sen iste gelsin,
gönlümün ilkbaharı

sanıldığı gibi çamur fenerli olduğundan yazmamıştır o mısraları... çamur'un diğer şarkılarına bakıldığında da divan edebiyatı ve tasavvuf edebiyatından kelime ve mazmunları kullandığını görüyoruz. Bu şarkıda yara ile anlatılmak istenen sevgiliye kavuşamama ve onun gönlünde açtığı yarayı anlatır. Sevgilinin gamzesi oka benzetilir kaşları yay kirpikleri ve bakışları ok ile aşığın gönlüne saplanır. ok çelikten yapılır ve çeliğin yapımında su kullanılır. aşık asla sevgilinin bakışının kalbinde yara açmasından şikayet etmez çünkü bu bakışlar onun gönlüne su serper rahatlatır ve bunu bir acayip hal olarak anlatır. aşık sürekli rakip ile çekişmektedir. rahipler zahiddir ve içki meclisini sevmez aşık ise sevgilinin dudağını şarap olarak görür ona ulaşmak ister bu nedenle içkiye düşkünlüğü vardır. rakip ise ona "serseri" der. aşık hangi ayda ve günde olduğunu unutmuştur çünkü sevgilinin aşkı ve dudağıyla sarhoşluk yaşamaktadır. sevgili gül bahçesinin en değerli çiçeğidir ve hiç bir çiçek onunla yarışamaz. lale tüm hediyeleri ona sunar selvi onun boyuyla yarışamaz. sevgili güldüğü zaman güller onunla yarışamayacağından boyunlarını eğer sevgilinin ayağına yüz sürerler.
gök yüzünün mavi, yerin sarı olması aslında fecr-i ati ve servet-i fünun dönemi özelliği gibi gözüksede zamanında renk ve resimlerle duygu anlatma yunus emre ve şeyh galip'te de vardır. böylee hayattaki her nesneye bir renk yükleyerek o kelimeleri kullanmadan sadece renklerle bunu ifade ederler. yerin sarı olması; güneşin batması demektir. güneş sevgiliyle yarışamaz ve batar zaten yer yüzü sevgilinin ışığıyla aydınlanır. Sevgilinin gelişi ilkbahardır. ilkbaharda aşk meclisleri dışarıya kurulur ve bu sevgilinin meydanlarda dolaşması gül yüzünü göstermesi etrafı aydınlatması demektir. ilkbahar mutluluk demektir. işte aslında bu şarkının içinde yatanlar bu ve daha nicesidir.
"Sen o şehirde, ben bu şehirde;
Kaldık, niye bu inat?
-
Dönsen ya, gelsen ya."

https://open.spotify.com/...si=bLn-YD1ySLOeS8Dix2lQjQ
(bkz: seksendört)
ne güzel olmuş gök mavi,
yeryüzü sarı
sen iste gelsin,
gönlümün ilkbaharı.

kısmıyla çamur grubunun fenerli olduğu izlenimi veren güzel şarkı.
her şeyden biraz kalır

kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı

demiş turgut uyar. her şeyden biraz kalır kısmı italyan atasözü imiş daha doğrusu.

insanlar sürekli fiziksel yaralar iyileşir ama kalp yarası iyileşmez diye edebiyat yapıyor. ben bunun tam tersi olduğunu düşünüyorum. kalp katılaşıyor, öyle ki bir süre sonra hissetmez oluyorsun.

bedenimdeki yara izlerine baktığım zamansa aslında hiç de bir iyileşmenin, eskisi gibi olmanın söz konusu olmadığını görüyorum.

bir göz kapağım diğerine göre kaşıma daha yakın. bunun sebebini düşündüm bulmak da zor olmadı. taa çocukluğuma uzanıyor. küçükken abimden kaçarken, pencerelerin dışında bulunan o saksı koyulan mermere çarpıp kaşımı yarmıştım. hipokrat yeminini siktiğimin doktoru, herhalde oraya dikiş atarken biraz ihmalkar davranmış ki böyle bir şeye sebebiyet vermiş.

ah bu doktorlar yok mu, hayatta en nefret ettiğim varlıklardır. karşısındaki insana saygısı olmayan ve karşısındakine en az kendisi kadar özen göstermeye çalışmayan doktorları kastediyorum. başından savmaya yeltenen ve bir sorunu ortadan kaldırırken bir diğerini göz ardı eden cinsleri kastediyorum. kökten halledeyim bir daha uğraştırmasın düşüncesiyle estetikliği falan zerre kadar umursamayan kahpelerden bahsediyorum. tırnak batması ameliyatı da geçirdim, oradan biliyorum. adam bildiğin bir daha hiç batmasın diye etime tecavüz etti. tamam da kardeşim, o zaman bir daha batmasın diye komple parmağımı kesseydin? keşke hiç kimse doktora muhtaç olmasaydı. keşke şu sikindirik vücudumuz daha kuvvetli bir mekanizma olsaydı. bir de övünürler; allah şöyle mükemmel yaratmış, şöyle bilmem ne yaratmış. ulan bir diken battı mı iptal olan bir beden. şu aklı çıkar zaten geri neyi kalır ki? ben söyleyeyim çöpten ibaret bir vücut kalır geriye. al onu ve at çöpe.

konumuz bu değildi yav nasıl geldim buraya..

bu dünyada iyileşme diye bir şey yoktur buna inanıyorum ben. hep daha kötüye gitmek vardır. yavaş yavaş da olsa boka batmak vardır. yara dediğin şey iyileşmez, zamanla daha da beter olur.

yaralar ancak ve ancak insan 'öldüğü' zaman son bulur. hepsine lanet olsun. her şeye lanet olsun.
sözleriyle olduğu kadar ezgisiyle de yürek burkan , en güzel çamur şarkısı.
çamur adlı müzik grubunun bir parçası. başındaki melodi, tarık akan ile halit akçatepe nin oynadığı canım kardeşim adlı filmin müziğine benzemektedir.

(bkz: cahit oben)
''Sanatçıların, yarası olan insanlar olduğu söylenir. Yarası olmayan insan olurmuş gibi... Hiç yara almadan bu dünyadan geçip giden varmış gibi... Yara çok derinken, henüz açıkken, kanıyorken yaratmak imkânsızdır belki de... Hâlâ bir ümit varken, nekahetteyken yahut şifayı onda ararken mümkündür ancak yaratıcılığını kullanabilmek de... Ağır yaralıysanız eğer, öylece kıpırtısız kalırsınız; acınız çok büyükse olduğunuz yerde kıvranırsınız... Hiçbir şey yapamazsınız o haldeyken... O yaraya bakabilmek biraz vakit ister; yaranın kabuk bağlamasını, ağrısının acısının, sızıya dönüşmesini bekler. Acıdan kaçarken tutunduğunuz bir dalsa yaratmak, uzun süre çekmez sizi ya da siz yorulursunuz, kayar elleriniz, boşluğa savrulursunuz. Bir ümittir o dal; gücünüzü toplayıp yeniden tırmanana yahut da birileri duyup sesinizi yetişene kadar. Kolay değildir kendi yaranıza kendinizin neşter atması. Bir cerrah bile uyutur, uyuşturur sizi, ameliyat ederken. Ruhunuzdaki yaraları iyileştirmeye çalışan bir doktor, yüz yüze getirip yaranızla daha da çok yakar canınızı; henüz tazeyken o yara buna dayanamazsınız. Kaldırmaz bünyeniz, meğer ki zaman geçip de yeniden güç kazanmış olmayasınız. Belirsizlikler, kalp çarpıntıları, kaybetme korkuları, kıskançlık, anlatamamak, anlaşılamamak, küçük kırgınlıklar, çok yakın olamamak, hayal kırıklıkları, özlem, var olan veya önünüze çıkan engeller besleyebilir yaratıcılığı şayet hepsinin arasında bir mutluluk, bir heyecan da yaşanabiliyorsa; umutlar büsbütün tükenmemişse. Öfke ve nefretle de bilenir bazen yaratma duygusu, o yaranın açılması acıdan fazla onu açana karşı bir kızgınlık uyandırıyorsa. Mutsuzluğun o dipsiz ve kapkaranlık kuyusuna düşmüşseniz fakat, ümidinizi yitirmişseniz, içinizde kıpırdanan her duygu aynı acıyı canlandırır. Hissetmemek için bütün duygularınızı öldürürsünüz. Artık hiçbir şey doğmaz sizden. Umutsuzluğun olduğu yerde doğum olmaz. Yaranızın kapanacağına, iyileşeceğinize dair inancınız varsa, her şeye rağmen beninizi ayakta tutabiliyorsanız, buna değeceğini düşünüyorsanız derdinizin dermanını da aramaya başlarsınız. Bazen de can havliyle olmadık devalardan medet umarsınız: Tedavi edeceğine yarayı işleyen ve ona yeni yaralar ekleyen. Ne kadar zaman geçerse geçsin üzerinden, üstü ne denli örtülürse örtülsün, gerçekten ağır bir yara almışsanız kolay kolay cesaret edip dokunamazsınız oraya, etrafında dolaşırsınız, hafif hafif yoklarsınız olsa olsa. O kadarı bile yeter acıyı anlatmaya. Mutlu anlarla ve hüzünlü zamanlarla coşar yaratıcılık; hüznün mutlulukla her daim ilintisi vardır. Hüzün en çok da geçmiş mutlulukları hatırlamaktır. Acıyla yaratanlar, yaralarına uzaktan bakabilenlerdir; kendilerine yabancılaşmayı başarabilenler. O süzgeçten geçmeden sanat sanat olmaz zaten, düpedüz haykırmak olur. Sanatçılar, küçük yaralarını bir pertavsızla gösterir gibi büyütebilenlerdir ihtimal. Büyük yaralarına ise yaratıcılıklarına sığındıklarında dürbünün tersiyle bakarmışçasına bakabilenler. Farkları biraz da buradadır, yaratmak için neye ihtiyaç duyuyorlarsa onları bulup oynamalarındadır. Egolarının gücünde, o gücün her şeyden önde gelmesindedir. Yaratıcılığı besleyen en tatlı gıda aşktır ya, öyleyse sadece onun için izin verirler egolarından ödün vermeye. Yeter ki hayatlarında bir aşk bulunsun diye hatta, onu kendileri yaratıp kendileri büyütürler. Yaralarını bizzat açıp, açtıkları yarayı önemserler. Öylesine bir gereksinimdir ki bazı da bu, onları yaralamasına müsaade ettiklerine minnettar da kalırlar. Hepimizin yaraları var, kimi hafif kimi ağır. Onlarla olgunlaşmak yalnızca kendi hayatımızda daha güçlü durmak, hoşgörülü olmak, başkalarını da anlayabilmek değildir ama, başkalarında yara açmayacak derecede hassaslaşmaktır. Beyhudedir hiç yaralanmadan yaşamaya uğraşmak, hep kaçmak yaralanmaktan ve sizi yaralayacağını sandıklarınızdan. En çok neden kaçıyorsanız o gelip sizi bulur. En büyük darbeyi de nedense en fazla güvendiğiniz, ondan sakınıp saklanmadığınız insan vurur. Sevdiklerinizi yitirmekten daha derin yara yoktur. Asla silinmez ruhunuzdaki izleri. Çaresizsinizdir, mecburen kabullenirsiniz. Göz göre göre yaranızı hoyratça kanırtanı lakin hiç affedemezsiniz. Avunmaya çalışırken, teselliyi bulduklarınızı sonradan siz yaralarsınız kimi zaman da. Avununca unutursunuz.

Yaralar yaşamanın bedeli. O bedeli ödemeden galiba anlayamıyoruz değerini.''

http://www.taraf.com.tr/makale/2932.htm
çok hareketli ve aynı zamanda hüzün veren çamur şarkısıdır. isyan içerir. "bize demişler serseri, severim onları" dizesiylede çok güzel bir ayar içeren şarkıdır.
guzel bir yılmaz arslan filmidir. yelda reynaud baş rolü oynamıştır. film frespici ödülüne layık görülmüştü. bu ödül türk-alman yapımlarına verilen bir ödül.

yelda reynaud hastadır. babası onu türkiye'ye abisinin yanına gönderir. türkiye'de iyileşeceğini düşünmektedir. fakat kırsalda değişen yaşamı onun psikiyatrik rahatsızlıklarını arttırmıştır. amcası kaçmasın diye pasaportunu saklamıştır. pasaportunu bulamasa da yelda reynaud evden kaçar. bir tıra şöföründen habersiz olarak biner. şöför durumu anlayınca kaçmaya başlar. bayılan yelda reynaud'u köylüler evlerine taşırlar. ancak film çok enteresan bir kurguya sahip. filmi anlaşılmaz kılan bu düzende bir yandan da karakolda akabinde tımarhane yaşayan yelda reynaud vardır. onu tımarhaneden çıkarabilecek babası dışında tek kişi vardır; başkasıyla kaçan annesi.
çamur grubunun insanı kendinden geçiren,ama defalarca üst üste dinlenmesi sonucunda yeter uleyn dinlemeyin şunu demenize sebebiyet veren şarkısı
pervazlarım ıslanıyor, sabaha karşı
geliyorum geceyi korumak için
peşine güvercinlerin düştüğü bir kırıntı
gibi uzanıyorum soğuk zemine

serinliğim çıplaklığımdandır

senin tenin frezyalar terliyor
gecenin nem vaktinde
ekime yetişmeyi beceremeyen
eylüller gibi kalakaldık yine
kokusu iki mevsim öncesinde unutulmuş
tohumlar gibi çocuklarımız

trabzanlarım tozlanıyor, manzaraya karşı
uzanıyorum , yatağım için
eşine rastlayamayan ayakkabılar
gibi giyilmeden duruyorum çekmecelerde

saklanışım unutulmamdandır

senin tenin nasılsa yara bende
iç içe geçmiş matruşkalar gibi
biri düştü diye
ötekiler hissetti

bekleyişim yorulmamdandır

iki kelimeyi bir (y)araya getirdim yine
gülüşün dudaklarımı öptü diye
kanadı bir tohum içimde

gelmeyeşim beklemediğindendir
*
küçük iskender' in muhteşem sözleri, levent yüksel'in muhteşem vokaliyle dinlerken de adı gibi yara açan, hatta yaranıza tuz basan melodi ve duygu bütünü.

"kör noktalar vardır her aşkta
insan doğar ölmez o suçla"
en güzel sertap erener şarkılarındandır. tabi. benim için.
'kör noktalar vardır her aşkta....'
diye başlar.
Yaran kabuk tutmasın her an deş tazelensin!
Sen ağla gafil gülsün,nadan yelpazelensin!
1977

Necip Fazıl Kısakürek.