bugün

jean-luc godard'ın 1967 tarihli filmi.
italya-fransa ortak yapımı, dram türündeki film.
filmin geneline dair fikir yürütmeden dünyanın 1968 öncesindeki ruh haline sahip olduğunu anımsamakta yarar var.
68'de teorik olarak dünya dünya iki kutupludur. bir yanda sovyet sistemi ve diğer yanda da abd sistemi vardır. bu iki sistem bir yandan birbirleriyle uğraşırken diğer yandan da dünyayı adeta bir satranç tahtası gibi görmekte ve kendi paylaşım hesapları içinde soğuk ve sıcak savaşlarını sürdürmektedirler.
o dönemin gençliğinin bir bölümüyse dünyayı başka bir yerden görmeye çalışmaktadır. bir yandan siyasetin içinde yer alırken, diğer yandan da bireysel özgürlüklerinin mücadelesini de vermektedirler. bu mücadele kapsamında uyuşturucu kullanımı, cinsel özgürlük gibi kavramlar önem kazanmaktadır.
yine bu dönemde, bir grup genç yaşamını yalnızca bireysel özgürlükleri çerçevesinde tanımlarken, bir diğer grup da daha sonra 68 hareketi olarak adlandırılacak toplumsal başkaldırıyı örgütlemektedir.
godard, week end filminde bu iki grubun içinde bulunduğu sosyal gerçeklikten yola çıkarak bir başka gerçekliği göstermeye çalışır.
film, bir yandan oldukça didaktik görünebilecek laflar ederken, diğer yandan da beckettvari bir yaklaşımın içinde izleyicisini zorlar.
çoğu izleyici filmi en kaba tabirle, burjuva yaşamının eleştirisi olarak okur ve adlandırır. bu tespit, kuşkusuz ki büyük ölçüde doğrudur. metaların fetişleştirilmesi, insanın mala olan düşkünlüğü bu çerçevede adeta stalinist bir yaklaşımla gözümüze sokulur.
ancak, filmin bugüne dair önemli sayılması gereken yanı, bence, anlatım biçimidir. yani, beckettvari olan kısmı. bu kısımda, godard'a özgü anlatım biçimlerinin bir çoğunu görürüz: parçalı anlatım; araya giren yazılar; belli kitaplardan doğrudan yapılan alıntılar; kameraya bakan oyuncular; izlenilenin bir film olduğu gerçeğini hatırlatan cümleler vs...
filmin bir diğer yanı da tüm bu absürd anlayışın aslında gündelik yaşamda var olan şiddeti açıkça işaret etmesi.
şiddet, neredeyse filmin her karesine hakim. kaza yapan arabalar, birbirine saldıran insanlar, insanın diğer canlılara uyguladığı şiddetin her türlüsü ve ek olarak yamyamlık.
filmdeki şiddeti tamamlayan bir diğer unsur da cinselliktir. filmde cinselliğin gösterimi neredeyse hiç yapılmamış. ama özellikle başlarda yer alan cinsel anlatım sahnesi, ve sonlarda yer alan ve başta anlatılanların hatırlatıldığı orman sahnesi doruk noktasıdır.
sonuç olarak week end kolay seyir vaat etmeyen ve üzerindeki kalın kabuğu kırmanın kolay olmadığı bir film.
godard’ ın politik dönem filmlerinin başında gelen week end, ilk dönem godard filmlerinden farklı, tamamen politize, medeniyeti sorgulayan 1967 yapımı sürreel bir film. godard filmografisinde ayrı bir yeri olan week end sekanslara bölünmesi zor ve içindeki bazı diyalog ve sahnelerin ezoterik yapısının kompleksliği haricinde, genel görünüm olarak belirli bir soruna odaklanmış bir film.

---olası spoiler ibaresi---

filmin başında godard’ ın ‘’evrende başıboş dolaşan bir film’’, ‘’çöpte bulunuş bir film’’ diyerek tanıttığı week end, modern konformist bir parisien çiftin sapkın ilişkilerinden başlayıp üzerine konacakları miras için varmaya çalıştıkları oinville isimli yere gidişlerinde taşralılarla, proleterya ile girdikleri ilişkiler, hayali karakterler ve yüzlerce devrilmiş, patlamış, ters dönmüş otomobiller ile gerçeküstü bir mikro sosyal toplum portresi veren bir yol filmi oluyor. tabi bildiğimiz yol filmi tanımından çok ayrı gelişen film, kronolojik gelişimini sunduğu sosyal toplum, medeniyet ve modernite kavramlarının müspet olup olmadığını sorgulayıp, bu süreci iki asil mavi kan’ ın etrafında odaklayarak gücü elinde tutan kesimin duyarsızlığı ve aptallığını vurguluyor.

roland ve corinne çiftinin yeşillikler içindeki evlerinde, çıkarları için ölüm-para odaklı kurdukları planlar ve corinne’ in yaşadığı yarı swinger threesome ile film açılıyor. burada her iki karakterinde parayı ele geçirdikten sonra birbirlerinden kurtulmayı planladıkları duyuluyor. yine corinne’ in yaşadığı üçlü sapkın ilişkideki sadizm, medeniyetteki gelişme ile dejenerasyonun, adeta sodom-gomora misali koşut ilerlemesini imlerken, anlatılan ilişkide geçen süt ve yumurta gibi aynı zamanda doğurganlık ve gelişim sembollerinin kirletilmesi, iktidarın hedonist sapkınlığını gösteriyor.

daha sonra bir parisli çiftin yaşamından kesit olarak sunulan bölümde çiftin uzun yolculuklarına başlaması veriliyor. bu ünlü mükemmel yol sekansı toplumun mikro bir portresini çıkartıyor. paris’ den uzakta, ormanlık bir ara yolda yaşanan trafik sıkışıklığında, sürekli görülen kavga ve tartışmalar, kazalar, öpüşen çiftler, sirk hayvanları, oynayan çocuklar ile oluşturulan bu tablodan, yolun yanından geçip gitmek fikrinin kimsenin aklına gelmemesi ile çizilen kolektif aptallık ve monotipik toplum mesajı veriliyor. bu keşmekeşteki grotesk tablodan, hiç modern şehir görünümü kullanmadan paris’ deki kaos ve saçmalıklar kumpanyasını aktaran godard, aynı zamanda bu sekansta kullandığı, yüzlerce otomobil ve insanın önünden geçen kamerasıyla dolaştığı yaklaşık 7 buçuk dakikalık tek bir pan ile yaptığı plan sekans ile müthiş bir görsel başarıya imza atmış.

daha ileride görülen lüks araç ile traktörün çarpışması elbette burjuvazi ile proleteryanın çarpışması oluyor. bunu daha sonra geçen replikler ve hareketsiz çekimler ile doğrulayan godard, yahudilik gibi ikisinin de karşı çıkabilecekleri bir kavram bulduklarında kadirşinaslıktan uzaklıkları ile bu kesimlerin çıkarları uğruna yakalandıkları bilinçli amnezi ve yine tartışmalarında geçen mizahi-anlamsız örneklemeler ile, (‘’siz iktidarsızlar düzüşmeyi bile beceremezsiniz’’, ‘’kayak merkezlerinde düzüşüyoruz diye bizi çekemiyorsunuz’’ gibi) birbirlerini eleştirip yargılayabilecek donanımda olmadıklarını, salt saldırı yolu ile kazanım elde etmeye çalışan mesnetsiz yapılarını gösteriyor.

her yerde hurdaya çıkmış araçlar ve ölülerin yanından yollarına devam ederlerken, corinne’ in sorduğu ‘’medeniyet ne zaman başlayacak?’’ sorusu filmin temel anlamsal yapısının zeminini teşkil eder. sonrasında gelen isa-marx kıyası ve kardeşliğe inanmama, modası geçmiş bulma, yine ileriki sahnelerde napolyonvari duran delinin ‘’özgürlük zorbalıktır!’’ temalı tiradı ve bir önceki paragrafta geçen kazadaki ‘’öncelik ondaydı, yakışıklı, genç ve zengindi. herkese göre önceliği vardı; şişmanlara, fakirlere, yaşlılara…’’ replikleri ile vurgulanan eşitsizlik; fransa’ nın bayrağında geçen özgürlük-eşitlik-kardeşlik temel kavramlarına taban tabana zıt oluşları ile toplumun devrimden bu yana savunduklarını iddia ettikleri değerleri çiğnediklerini, kollektif yalancılığı gösteriyor. ki bunu filmin ilk 30 dakikasında veren godard, filmin geri kalanı boyunca da bunun sağlamasını yapıp başka örneklerle geliştiriyor.

daha sonraki bölüme luis bunuel’ in 62 tarihli başyapıtı el angel exterminador’ un ismini veren godard, arabaya binen ilginç çift ile filmin gidişatını kopartmaya başlıyor. arabaya binen adam grotesk görünümü ile kendini tanrı olarak sunuyor ve mucizeler göstermeye başlıyor. buna rağmen onunla didişen ve inanmayan asilzadeler, israiloğullarının musa’ ya inanmaması gibi bir doyumsuz kibir içerirken, el angel exterminador’ un son sahnesinden hatırladığımız, aptallar sürüsü olarak toplumu temsil eden koyunların ortaya çıkışı aynı zamanda sinematik bir jestleşmeye yorulabilir. burada yine aynı kızıl mesihin söylediği ‘’modern zamanların dilbilgisel devriminin sona erdiğini haber vermek ve mübalağanın tüm alanlarda; özellikle de sinemada başladığını söylemeye geldim.’’ sözleri filmin sürreele kayışına katalizör olurken, godard’ ın kariyerinin de ‘’serseri aşıklar’’ modundan daha provake bir yönelime geçişini haber veriyor. (daha sonra 1972’ de, yine burjuvaziye eğilen yapısı ile bunuel’ in ünlü ‘’le charme discret de la bourgeoisie’’ da week end’ dekine benzer çekilmiş yeşillikler içinde yolda yürüme sahnelerinin olması tesadüf müdür?)

arabaları yanarken kadının ‘’hermes çantam!’’ diye bağırması, yoldan geçen araçtaki kadının ‘’ johnson tarafından mı, mao tarafından mı düzülmek istersiniz?’’ sorusu gibi onlarca siyasi göndermelerin geçtiği film, ortalarında gördüğümüz iki ortaçağ karakterinin olduğu ilginç bölüm ile zamansal kaymalar da gösteriyor. ormanda görülen bu iki karakter fiziğin henüz var sayılmadığını, bu yüzden maddesel anlatım yerine şiirsel anlatımın yeğlendiğini söyleyerek gidecekleri yeri soran burjuvalara bir türlü cevap vermiyorlar. eski logos-mitos ayrımı gibi pozitif bilimlerin ışığı olmadan filizlenen şiir ya da söylence gibi kavramların kökensel boyutunu gösteren bu durumdan sıkılan, isteklerinin hemen yerine getirilmesine alışkın çift onlardan birini ateşe veriyor. burada adamın onun bir hayal kahramanı olduğunu belirtmesi, mitoloji ya da kurgusal olana olan sığ bakış açısını ve maddeci yapısını göstermesi açısından önemlidir. bununla birlikte sık sık ‘’ne boktan bir film bu!’’ , ‘’bu bir film ve film hayatın kendisidir’’ gibi izlenenin kurgusal olduğunu vurgulayan cümleler kullanan godard, maddeci fikriyatı ile kurgusalı yakan karakterin, kendisinin de kurgusal olduğunu fark edememesini göstererek dahiyane bir şekilde alaşağı eder.

bir türlü bitmeyen yollarında debelenirlerken, konformizmin kendi içindeki duyarsızlığı ile karısına tecavüz edilmesine ses çıkarmaması gibi detaylar verilir. çıkarları uğruna her yolu mübah gören mavi kan’ lar için, onları doğrudan ilgilendirmeyen konularda duyarlılık da gerekmez. bununla beraber çıkarları için yardım ettikleri biri zenci biri beyaz iki kişiyi manifesto biçiminde konuşturan godard, onları modern sömürge anlayışı, petrol, afrika’ nın özgürlük isteği, medeniyetin gelişiminin kronolojik analizi, aşiret-aşiret konfederasyonu-militer sosyal devlet konularında konuştururken çiftin ilgisizliği, emperyal anlayışın ezilenlere karşı gösterdiği sentetik hassasiyet ile koşuttur.

filmin sonunda dikta ile birlikte olmak zorunda kalan corinne, gerillanın kanlı geçici zaferi içinde ve baştakine benzer yumurtalı sapkınlık ve çalınan davul eşliğinde selefinin(!) etini yer.
çıkarları için kendine ihanet eden burjuva bir parça daha istediğini söyleyip daha da açgözlüleşirken, filmin masalsı gerçekliğinden insanların gaddar dünyasına geçişte okunan okyanus şiiri (comte de lautreamont), yine önce belirtilen şiirsel-maddeci karşıtlığını imlerken mantıkla lekelenmiş dünyevi olana dönülür. burada, felsefenin daha alacağı çok yolun olduğunu belirten godard, sonunda belirttiği ‘’belki yanılıyor olabilirim, ama belki de yanılmıyorum’’ sözleri ile probleme işaret etmeye dayalı ve pasif direniş tandanslı izlenimci bir tutum sergiler. ardından çıkan ‘’fin de cinema’’ yazısı ile godard, vertov group olarak bilinen provokatif sinema dönemine anlı şanlı geçişini yapar.

---olası spoiler ibaresi bitti---

yoğun politize yapısı, giderek artan sürreel içeriği ile week end, godard’ ın politik döneminin ve dahi kariyerinin en önemli filmlerinden biri. filmi izlerken zaman zaman takip zorlaşsa da, film bittikten sonra genel olarak düşünüldüğünde, sürreel yapısına rağmen ideolojik kutuplaşma ve hakkaniyet sorunlarını burjuvazi-proleterya yahut modernitedeki müspete gidişin devamlılığı yanılgısı etrafında, iyi işlenmiş bir görsellikle anlatan week end, godard filmografisinin nadide taşlarından biri ve ‘’sadece iyi bitmeyen bir roman’’.
Eleştiriler iyi güzel de film akmıyor.Bunuel'in Yok edici meleğinde olduğu gibi burjuva eleştirisini oldukça beğenmeme rağmen izlerken oldukça zorlandım.Bazı tiradlar çok uzundu,kitap okumakla aynı sayılır.10 dakikalık araba sahnesi de oldukça rahatsız etti beni ki yönetmenin de amacı buydu sanırım.Zaten istanbulda yaşıyoruz her gün trafiği yaşıyoruz bir de filmde izlemek hiç hoş olmadı,kınıyorum seni Godard.
godard çok iyi, çok büyük ve sevdiğim bir yönetmen ama bazı filmleri insanın canını gerçekten sıkıyor. Tavsiye edilecek bir film değil week end. Yönetmenin sinemasını sevmeyenler için işkence gibi gelebilir. Tamamen politik bir film. Kornaların susmadığı, dakikalarca manifesto okunan, bol göndermeli bir siyasi hiciv.

medeniyet ne zaman başlayacak?
niçin soruyorsun, umrunda mı gerçekten?
hayır manzarası için sordum. *
güncel Önemli Başlıklar