bugün

ferhan şensoy'un seyircili seyir defterinin final bölümüdür:

güneş batmış gök lacivert kırmızı
henüz ortada yok kutupyıldızı

bir soluğan dalga var tam kıçımdan vuruyor.
ben votkayı koymuşum
tam votkayı koymuşum
haydi demir tarıyor
içimden garip bir ses
al demiri git diyor.
derinden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
gün doğmadan git diyor

gece korkunç bir tür savaş durumu
henüz ortada yok beklenen kurtarıcı

bir sarışın abla var
uzun etek giyiyor
pembe saçı boyuyor
enflasyon azdıkça pkk'yı vuruyor

içimden garip bir ses
vira demir git diyor.
denizden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
al demiri gel diyor

gün doğuyor gök bulutlu turuncu
henüz ortada yok beklenen güneş

yukarda bir baba var bizle dalga geçiyor.
tam uslandı sanırken birden faul yapıyor.

içimden garip bir ses
vira demir git diyor.
denizden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
gün doğmadan git diyor.

uyanıp içimin sesine varsın bozuk olsun pusula.
sular nereye götürürse,karalar çok sınırlıdır
dünya denizden ibaret.
vira demir eyvallah.
varsın sizin olsun rüşvetli, pet şişeli
kasvetli dolarlı doyc markli multi mega medyali,
nükleer bombali
hem kardes kavgalı
terbiyiz kültürsüz saygisiz
denizinde sebzeler yüzen
yeşili traşlı keltoş
ne zirvalasan rep
çalışmak çok ayıp
hırsızlık grekoromen
kenefleri denize akan dünyanız varsın sizin olsun

güneş dogdu
gök günaydın turuncu
henüz yok ortada huzur verici

içimden gelen garip bir ses
al demiri git diyor
içimden garip bir ses sen sonunu bekleme
tez elden al demiri
gündoğarken git diyor

http://www.youtube.com/watch?v=yFvYRUnhzS0
ferhan sensoy'un seyircili seyir defterinin final şarkısı olan epizodta gecen uzun düsünmemiz gereken parçadir:

güneş batmış gök lacivert kırmızı
henüz ortada yok kutupyıldızı

bir soluğan dalga var tam kıçımdan vuruyor.
ben votkayı koymuşum
tam votkayı koymuşum
haydi demir tarıyor
içimden garip bir ses
al demiri git diyor.
derinden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
gün doğmadan git diyor

gece korkunç bir tür savaş durumu
henüz ortada yok beklenen kurtarıcı

bir sarışın abla var uzun etek giyiyor
bir sarışın abla var pembe saçı boyuyor
enflasyon azdıkça pkk'yı vuruyor

içimden garip bir ses
vira demir git diyor.
denizden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
al demiri gel diyor

gün doğuyor gök bulutlu turuncu
henüz ortada yok beklenen güneş

yukarda bir baba var bizle dalga geçiyor.
tam uslandı sanırken birden faul yapıyor.

içimden garip bir ses
vira demir git diyor.
denizden gelen bir ses
sen sabahı bekleme
geceden al demiri
gün doğmadan git diyor.

uyanıp içimin sesine varsın bozuk olsun pusula.
sular nereye götürürse,karalar çok sınırlıdır
dünya denizden ibaret.
vira demir eyvallah.
varsın sizin olsun rüşvetli, pet şişeli, kasvetlii dolarlı doyc markli
mülti mega medyali nukleer bombalı hem kardes kavgali
hem kardeş kavgalı, terbiyesiz, kültürsüz, saygısız
denizinde sebzeler yüzen
yeşili traşli keltoş
çimentosu göğü delenlerin araşından bakan arabaesk
ne zırvalasan rep
çalışmak cok ayıp hırsızlık grekoromen
kenefleri denize akan dünyanız varsın sizin olsun

güneş doğdu
gök günaydın turuncu
henüz ortada yok huzur verici

içimden garip bir ses
al demiri git diyor
içimden garip bir ses sen sonunu bekleme
tez elden al demiri
gün doğarken git diyor

http://www.youtube.com/watch?v=yFvYRUnhzS0

(bkz: bekle beni korrrrramil beni unutma)
Fundo edilmiş demirin ırgat vasıtasıyla gemiye çekilmesi için verilen komut.
(bkz: fazil say in turkiye yi terketmesi)
Dün, bizim gazetenin magazin sayfasında Neslihan Yargıcı'nın bir açıklaması vardı. Zamanında Fransa'da yaşayan modacı, Türkiye'ye dönmesinin sebebini açıklamış yıllar sonra. Bana kalırsa magazin servisi bu haberi mizah gibi yazmış ama aslında son derece ilginç, haberin diline inat ciddiye alınması gereken bir açıklama.

''Fransa'da yeni çalışmalar yapıyordum. Ülke kaos içindeydi. Ama rahmetli Turgut Özal'ı çok tatlı buldum demiş Neslihan Yargıcı, ''Başbakan çıkmış elinde kalem bir şeyler anlatıyordu, çok hoşuma gitmişti. Ben de Türkiye'ye dönme zamanımın geldiğine inandım. Madem Türkiye bir yerlere geliyor, ben de bunun içinde olayım istedim.''

Habere bir de Özal'ın şortlu fotoğrafı iliştirilmiş ki, işte bunun simgesel değeri gerçekten büyük. O kare değişim Türkiye'sinin de özeti gibi... Kendi ülkenizden bezmiş, uzak kalmış, buranın kapalılığından sıtkınız sıyrılmış bir şekilde gönülllü sürgündeyseniz bir ülkenin liderinin şortla askeri birlik denetlediğini görmek Türkiye'yle ilgili algılarınızı da yeniden değerlendirmenize sebep olur...

Ancak sadece simgesel değişimler de yaşamadı Özal Türkiye'si. Mehmet Barlas'ın Soner Yalçın-Mehmet Ali Birand imzalı The Özal kitabına anlattıklarından dinleyelim:

''Renkli televizyon yoktu, yasaktı. (...) 1984'ten önce otomatik telefon yoktu. Şehirlerarası aramak isterseniz santrala yazdırırdınız, beklerdiniz bir saat-iki saat. (...) Özal'dan önce Türkiye'de karayolu kavramı yoktu. (...) Özal'dan önce bir dolar bulundurmak yasaktı. Özal'dan önce sigara, içki, bunların hepsi suç maddesiydi. (...) Yabanccı araba ithal etmek, imkansız derecede zordu. (...) Özal'dan önce bir Türk şirketinin dışarıdan borç alması mümkün değildi. (...) Özal, Avrupa insan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kabul ettiği için şu anda Türk yargıçları haksız karar verdikleri zaman Strasbourg'daki insan Hakları Mahkemesi'nde yargılanıyor.''

Bugün elinde kalemle televizyonda konuşan kimse yok. Şort da siyasi hayatımızdan çoktan çıktı. Şimdi devlet erkanının eşi tesettür defilelerinde türbanlarıyla boy gösteriyor. Artık içki yasak değil mesela, ama yüzde 200-300'e varan vergilerle almak herkesin harcı değil...

Türkiye elimizin altından kayıyor...

Bırakın yurtdışından buraya bakıp Bir şeyler değişiyor, parçası olmalıyım diye vatanına dönecekleri, içinde yaşayanlar bile derin bir umutsuzluğun pençesinde. Peki bugün Türkiye heyecan vermiyorsa, acaba bu ülkenin yarattığı sıkıntılarla boğuşmanın çözümü acaba gerçekten kaçmak mı?

Aslında kaçmak bu topraklarda yeni bir fikir yeni değil... Ta 1898'de bir grup aydın, Osmanlı’nın dünyadaki değişimlere adapte olamamasından bıkkın ve umutsuzdu. Kendilerine bir kurtuluş yolu arıyorlardı...

O dönem Servet-i Fünun dergisinde yazan Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Hüseyin Kazım Kadri ve Dr. Esat'ın ortak özelliği Padişah'a muhalif olmalarıydı.

Soner Yalçın, 3 Haziran 2007'de Hürriyet'teki sayfasında beş aydının alıp başını gitme özlemini anlatıyor:

'Bir misafirlik günü... Mehmet Rauf elinde tuttuğu bir broşürle geldi. Bu broşür, konaktaki sohbetlerin seyrini değiştirecekti... Broşür ingilizce'ydi. Mehmet Rauf hem okuyor hem de Türkçe'ye çeviriyordu: Londra'da bir dernek varmış, Yeni Zelanda adalarına göçmen götürüyormuş. Göçmenlere yüzlerce dönüm parasız toprak veriliyormuş...
Önce Yeni Zelanda'nın nerede olduğunu konuştular. Ardından broşürün de yardımıyla, bu adanın iklimini, toprakların verimliliğini vs. öğrendiler. Ve: Tevfik Fikret, hep birlikte Yeni Zelanda’ya gitme teklifini ortaya attı. Heyecanlandılar.'

Sosyalist bir cemaat fikri ortaya atıldı, planlar yapıldı. Yeni Zelanda projesinin en ilginç tatışmalarından biri temelli mi gidileceği, yoksa II. Abdülhamid ölene kadar mı kalınacağıydı.

Tevfik Fikret bir daha dönmeme taraftarıydı, tartışmaya son noktayı da o koymuştu: 'Hele bir gidelim, o zaman düşünürüz...'

Ancak çeşitli sebeplerden dolayı bu ütopya gerçekleşmedi...

Dün, o küçücük magazin haberini okurken Yeni Zelanda ütopyasının günümüzde gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini düşündüm. Malum, bugünkü Türkiye doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız ve hayal ettiğimiz bir ülke değil artık. Sığmakta güçlük çektiğimiz, istenmediğimiz de ortada...

Peki temelli mi, bir süreliğine mi?

oray eğin
sadun boro nun denizciler için bir rehber niteliğindeki kitabıdır.
istanbul'dan iskenderun'a kadar neredeyse bütün koyların limanların kıyıların özelliklerini, iklimini oldukça detaylı anlatan çok güzel bir kitaptır.
adamın ciddi ciddi alıp başını gidebildiği kadar gidesi geliyor.